TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüklerindeki depremler sonrası televizyon kanallarında ve sosyal medyada bazı jeofizik uzmanlarının ve akademisyenlerin açıklamaları üzerine, jeofizik mikro-tremor tekniğiyle zemin ve yapı titreşim periyodu ölçülerek, bir yapının kaç büyüklüğündeki bir depreme dayanabileceğinin belirlenmeyeceği değerlendirmesini yaptı.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası'nın jeofizik mikro-tremor tekniğiyle mevcut binaların deprem etkilerine karşı risklerinin belirlenmesiyle ilgili basında yer alan görüşlerle ilgili bugün yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada mevcut binalarının depremin etkilerine karşı risklerinin jeofizik mikro-tremor tekniğiyle hesaplanamayacağı bildirildi. Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremin ardından yetkin mühendisliğin öneminin bir kez daha ortaya çıktığının vurgulandığı açıklama şu şekilde:
"Ülkemizde 6 Şubat 2023 günü meydana gelen depremlerin yol açtığı yıkım ve kayıplar hepimizi derinden üzdü. Öte yandan, depreme karşı güvenli bina için olmazsa olmaz unsurlar olan projelendirme, inşa ve denetim ayaklarındaki eksiklikleri ve belki daha da önemlisi, inşaat mühendisliğinde uzmanlaşmanın, yani yetkin mühendisliğin önemini bir kez daha ortaya koydu.
"Açıklamaları şaşkınlıkla ve üzüntüyle takip ediyoruz"
Bu aşamada televizyon kanallarında ve sosyal medyada bazı jeofizik uzmanlarının ve akademisyenlerin bir binanın projeye uygunluğunun araştırılabileceği, kullanılan beton kalitesi ile demir donatıların sıklığı ve çapının projeye uygunluğunun mikro-tremor yöntemleriyle belirlenebileceği, yapının oturduğu zeminin ve yapının her katının hakim titreşim periyodlarının ölçülebileceği ve buna göre de görebileceği maksimum ivmelerle yapının bir depremde hasar görüp görmeyeceğinin belirlenebileceği, yapılarda korozyona bağlı risklerin bu şekilde belirlenebileceği, bina güvenliğinin belirlenmesi için taşıyıcı elemanlardan karot alınmasına gerek olmadığı, mikro-tremor tekniği ile zemin ve yapı titreşim periyodunu ölçerek yapının kaç büyüklüğündeki bir depreme dayanabileceğinin belirlenebileceği şeklinde açıklamaları şaşkınlıkla ve üzüntüyle takip ediyoruz.
"Yönetmelik kapsamında yapılacak işlemler açık bir şekilde belirlenmiştir"
Mevcut binaların deprem etkilerine karşı risklerinin belirlenebilmesi için bütün dünyada da uygulanmakta olan yöntemlerin bir benzeri Ocak 2019’da yürürlüğe giren Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği’ne göre yapılmaktadır. Bu yönetmelik kapsamında yapılacak işlemler açık bir şekilde belirlenmiştir. Bu işlemlerden biri olan betonarme sistemlerdeki malzeme kalitesinin belirlenmesi işlemi tahribatsız muayene işlemleri de kullanılarak beton için karot alınması suretiyle, demir içinde aynı şekilde tahribatsız muayene işlemleri ve sıyırma yöntemiyle gözle doğrulanması işlemleriyle gerçekleştirilmektedir. Bunun yanı sıra Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca yayımlanan 6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği’nin Ek-2’sinde yer alan Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslar’da da benzer bir yöntem kullanılmakta ve yapı taşıyıcı sisteminde kullanılan malzeme özellikleri laboratuvarlarda belirlenmektedir.
"Sismik tehlikeler daha doğru bir şekilde tanımlanabilir"
Jeofizik mühendisleri ve akademisyenlerinin açıklamalarında adı geçen mikro-tremor yöntemi, ortam titreşimi nedeniyle, yapıların oturduğu veya oturacağı zeminde düşük genlikli titreşimlerin ölçümü ve bunların analizi ile zemin tabakalarının dinamik özelliklerinin (baskın periyot, kayma dalgası hız profili gibi) belirlenmesi işlemidir. Dolayısıyla bu tür ölçümler ile sismik mikro-bölgeleme yapılabilir, yani potansiyel sismik veya deprem eğilimli bir alanı, sıvılaşmaya yatkınlık, heyelan ve kaya düşme tehlikesi, depreme bağlı su baskınları gibi sahanın bazı jeolojik ve jeofiziksel özelliklerine göre bölgelere ayırma işleminde kullanılabilir. Böylelikle, alan içindeki farklı konumlardaki sismik tehlikeler daha doğru bir şekilde tanımlanabilir.
"AFAD’ın yayımladığı Yapı Sağlığı İzleme Sistemi Uygulama Yönergesi"
Öte yandan, bina ve diğer yapıların deprem, rüzgâr, patlama vb. dinamik yüklere maruz kaldıklarındaki davranışlarını belirleyen yapısal sistem dinamik özelliklerini tespit etmek için yapı dinamiği alanında mevcut yapılara uygulanan testler geliştirilmiştir. Bu testlerde yapılardaki titreşimler, yapıların önceden belirlenen yerlerine yerleştirilen ölçüm cihazları ile kaydedilir ve elde edilen veriler kullanılarak yapıların dinamik özellikleri belirlenir. Harmonik dış kuvvet ile zorlamalardan, rüzgâr gibi çevresel etkilerden ve deprem gibi yer hareketlerinden olmak üzere titreşim kaynaklarına göre bu testler üçe ayrılırlar. Ayrıca, 2019 yılında yürürlüğe giren Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği ile Deprem Tasarım Sınıfı 1 ve 2 olan 105 m’den yüksek binalarda yapı tepkilerinin gerçek zamanlı olarak izlenmesi zorunlu hale getirilmiştir. Bu sistemlerin kurulumunu ve işletmesini ise AFAD’ın yayımladığı Yapı Sağlığı İzleme Sistemi Uygulama Yönergesi düzenlemektedir. Diğer bina ve yapılara da kurulabilen yapı sağlığı izleme sistemleri, deprem sonrasında yapı güvenliğinin kısa sürede tespit edilmesine ve ekonomik kayıpların azaltılmasına imkân vermektedir. Burada yapının sürekli izlenen dinamik özellikleri deprem öncesi ve sonrası durum için karşılaştırılmakta ve yapıda hasar olup olmadığı tespit edilebilmektedir. Dolayısıyla, daha önce izlenmeyen bir binada deprem sonrası yukarıda bahsedilen titreşim ölçümleri sonucunda tespit edilen baskın yapı periyodu (ya da frekansı) tek başına binanın mevcut durumunu ve ileride olabilecek bir depremdeki güvenliği hakkında bir bilgi vermez.
"Deprem performansının tahmin edilmesi bilimsel olarak mümkün değildir"
Bu ve benzeri analizler sonucu saptanacak olan baskın yapı periyodu, yapının kütlesi, geometrisi ve kullanılan malzemelerin özellikleri tarafından etkilendiğinden ölçülen baskın periyot tek başına yapının bir deprem anındaki performansına dair bir indikatör olarak kullanılamaz. Yine zemin ve bina baskın periyotlarının bilinmesi binanın riskli olup olmayacağı hakkında bir bilgi vermez. Yapımda kullanılan malzeme özellikleri, deprem riski, bina elemanlarının detaylı tasarımı bilinmeden bir yapının deprem performansının tahmin edilmesi bilimsel olarak mümkün değildir. Elbette, yapıların dinamik özelliklerinin tespiti yönetmeliklerin geliştirilmesi, yapısal sistem modellemesinin iyileştirilmesi, yapısal sağlık izlemesi, sismik risk değerlendirme çalışmaları ve benzeri birçok çalışma için önemlidir ancak tek başına yeterli değildir ve gelişmiş ülkelerde mevcut riskli yapı tespit yönetmeliklerinin hiçbiri sadece titreşim odaklı bir ölçüme dayalı bir karar alınmasına izin vermemektedir.
"Taşın altına elini koyma zamanıdır"
Sonuç olarak 6 Şubat depremleri yarattığı hasarlar nedeniyle büyük bir afete dönüşmüştür. Her şeyden önce yitirdiğimiz canlar ülkemiz için büyük bir kayıptır. Başta deprem bölgesinde yaşayanlar olmak üzere tüm yurttaşlarımıza geçmiş olsun diyoruz. Yaşamını yitiren yurttaşlarımızın yakınlarına başsağlığı, yaralananlara acil şifalar diliyoruz. Enkaz altında kalan yurttaşlarımızın en kısa sürede kurtarılmasını ümit ediyoruz. Gün dayanışma zamanıdır ve bütün mühendislik disiplinlerinin kendi uzmanlık alanları kapsamında taşın altına elini koyma zamanıdır. İnşaat Mühendisleri Odası olarak bir kez daha, eğitimli kadrolarımız ve birikmiş deneyimlerimizle üzerimize düşeni yerine getirmeye hazır olduğumuzun altını çiziyoruz.” (ANKA)
TIKLAYIN | Prof. Dr. Cenk Yaltırak: Türkiye'nin deprem haritaları da senaryoları da yanlış