Osman Ulagay*
Virüse yakalanmamak için evlerimize kapanmak zorunda kaldığımız şu 1 Mayıs gününde bu kapana kısılmışlıktan bir an için kurtulup bir yıl sonra farklı bir dünyada 1 Mayısı kutlayacağımızı hayal edemez miyiz? Farklı bir dünyayı kurgulayamaz mıyız?
Kendimizi zorlarsak yapabiliriz herhalde ama ben bu yazıda kendi kurguladığım bir senaryoyu paylaşmayacağım sizinle. ABD’nin önde gelen think-tank kuruluşlarından birinin geçen hafta yayınladığı bir strateji raporunda "Hangi Dünya? Post-Covid-19" genel başlığı altında kurguladığı üç senaryodan birini, "Yeni Rönesans" adını taşıyan senaryoyu paylaşacağım. Özetleyerek aktarıyorum dünyanın 12 ay sonra hangi noktaya nasıl geldiğini anlatan bu senaryoyu.
Yeni Rönesans senaryosu
Küresel ekonominin çöktüğü ortamda ABD’nin yeni seçilmiş başkanının liderliğinde toplanan G7 ve G20 liderleri, milliyetçi dürtülerden kurtularak koordinasyon içinde uygulanacak bir krizden çıkış planı konusunda anlaşmaya varıyor. İlk adımlar biraz yavaş atılıyor ama korumacılıktan vazgeçilip sınırların açıldığı ortamda ülke ekonomilerinde başlayan toparlanma giderek hız kazanıyor ve belli başlı ülkelerde büyümenin canlandığı görülüyor. Bir yıl önce hayal edilen krizden "V" şeklinde çıkış seçeneği nihayet gerçekleşiyor.
Şimdi bir yıl sonra bunları konuşurken bu noktaya kolay gelinmediğini ve virüsün aşısının bulunup yaygın biçimde kullanılmasının da bu sürece büyük katkı yaptığını unutmamamız gerekiyor. İlaç şirketlerinin G20’nin koordinasyonu altında yürüttükleri çabalar sonucunda bulunan aşının gene G20’nin gözetimi altında bütün dünyada herkese bedelsiz olarak uygulanmasının krizden çıkışta belirleyici rol oynadığını mutlaka kaydetmemiz gerekiyor.
Trump’tan sonra ABD ve dünya
Bir yıl sonra bu noktaya, geçen yıl yaşananların bir daha yaşanmaması için işbirliğinin önemi algılandığı için gelinebildi. Kasımda yapılan seçimde Trump’ın başkanlıktan süpürülüp atılmasından sonra ABD’de yaşanan büyük değişim sayesinde gelinebildi. Bu süreçte bütün G20 ülkeleri bir yandan kendi bünyelerinde yapmaları gereken reformları gündeme alırken bir yandan da WHO (Dünya Sağlık Örgütü) ve WTO (Dünya Ticaret Örgütü) gibi Birleşmiş Milletler’e bağlı kuruluşların etkili çalışması için çaba harcadı. ABD’nin Trump’tan sonra çok taraflı ilişkilerin önemini yeniden kabul etmesi ve Avrupa Birliği ile, Çin ile ve diğer ülkelerle ilişkilerde işbirliğinin önemini vurgulaması iklim değişikliği ve salgın hastalıklarla mücadele alanlarında da işbirliğinin yolunu açtı. ABD ve Avrupa Birliği, Çin’in başlatmış olduğu "Yol ve kuşak" projesinin yoksulluk kısır döngüsünü kırmayı hedefleyen bir ortak projeye dönüştürülmesi için Çin’e öneride bulunmayı kararlaştırdı. Geleceğe umutla bakmanın kolaylaştığı bir dünyada yaşıyoruz artık.
Atlantic Council senaryoları önemli mi?
Yukarda özetlemeye çalıştığım senaryo, ABD’nin önde gelen "think tank" kuruluşlarından biri olan Atlantic Council’in geçen hafta yayımladığı bir strateji raporunda ortaya konan üç senaryodan biri. Diğer iki senaryo Trump’ın Kasım’da yapılacak seçimi kazanarak görevde kalacağı varsayılarak hazırlanmış. Bunlardan birinde şu anda yaşanmakta olan çok boyutlu kriz ağırlaşarak sürüyor, dünya ekonomisinde beklenen canlanma zamana yayılıyor. Ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar yeni boyutlar kazanıyor ve krizden çıkışı yavaşlatıyor. Üçüncü senaryoda ise ABD, popülist Trump ile düşmanlık tohumları ekmeye devam ederek dünyaya sırtını dönerken bu fırsatı değerlendiren Çin’in dünyadaki etkisini artıracağı ileri sürülüyor.
Atlantic Council’in önemi ve ABD’deki ağırlığı konusunda değerlendirme yapacak konumda değilim ama böyle bir kuruluşun Kasım’da yapılacak ABD başkanlık seçimi öncesinde böyle bir strateji raporu yayınlaması bence anlamlı. Bu rapor, Demokrat Parti’nin (DP) başkan adayı belirleme sürecinde kendinden bekleneni veremeyen ve şansını kaybetmiş görünen Joe Biden’ın bir anda, adeta sihirli bir değneğin dokunuşuyla DP’nin tartışılmaz adayı haline gelmesi sonrasında yaşanan bir dizi gelişmenin uzantısında da anlam kazanıyor bence. Bu benim vehmim olabilir belki ama, Trump’ın virüs salgını sırasında sergilediği evlere şenlik performansın, o koltukta oturmaya devam etmesinin ABD’nin geleceği için sakıncalı olacağını düşünenlerin sayısını artırdığını düşünmek de mümkün galiba.
Trump’tan sonra kim gider?
Kendi kurgulayacağımız gelecek senaryolarıyla Atlantic Council’in senaryoları tam örtüşmese de bu gelişmelerin şu anda yaşanmakta olması önemli. Trump’ın seçimi kaybetmesi, bir süreden beri dünyayı haraca kesen popülist-otoriter güçlü adamlar için de bir uyarı sinyali yerine geçer mi bilmiyorum doğrusu. Son bir yılda yaşananların da gösterdiği gibi ABD’nin çok farklı bir toplumsal yapısı ve değerler sistemi var, özgüveni yüksek bir medyası var, oturmuş hukuk düzeni var ve her şeye karşın karakteri olan, değerlerine sahip çıkabilen elitleri var. Demokrat Parti’nin aday belirleme sürecinde yaşananların ve virüsle mücadele sürecinde eyalet yetkililerinin direncinin de gösterdiği gibi, çok katmanlı bir siyasi dinamizmi var. Güçlü adamların hüküm sürdüğü diğer ülkelerde bulunmayan özellikleri var ABD’nin, bu yüzden Trump’ın seçilmiş kral olma hevesleri Kasım’da sona erebilir diye düşünmek mümkün.
Ancak bunun kolay olmayacağını hemen belirteyim. Bir kere Trump’ın tabanının kolay havlu atmayacağı ortada, ABD seçim sisteminin kendine özgü yapısının Demokrat adayların işini zorlaştırdığı da biliniyor. 2000 yılında yapılan başkanlık seçiminde DP’nin adayı Al Gore rakibi George W. Bush’tan 544 bin oy fazla almasına karşın yeterli sayıda ikinci seçmen çıkartamadığı için seçimi kaybetti. 2016 seçiminde Hilary Clinton, Trump’dan 2 milyon 800 bin oy fazla aldı ama aynı nedenle seçimi kaybetmiş oldu. Seçimi kazanmak için bütün bu engelleri aşmak gerekiyor.
Virüs salgınının tetiklediği çok boyutlu krizin diğer güçlü adamları da tedirgin ettiğine kuşku yok. Onların bu krizi kendi durumlarını konsolide etmek için bir fırsat olarak değerlendirmek istedikleri görülüyor ama işleri kolay değil. Krizin sağlık boyutuna herkesin paylaşacağı bir çözüm bulunsa bile ekonomik boyutun yaratacağı sorunlarla baş etmek hiçbir ülkede kolay olmayacak ve iktidarın bütün sorumluluğunu tek başına taşıyan liderleri ciddi biçimde zorlayacak.
Bu yazı ilk olarak Haftalık Gazete'de yayımlanmıştır.