ABD Başkanı Donald Trump, göreve geldikten sonraki ilk yurt dışı ziyaretini Suudi Arabistan'a yapıyor. Ardından İsrail ve Vatikan'a, yani İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık'ın kalbine gidecek.
Trump'ın ilk ziyaretini Suudi Arabistan'a yapması olması şaşırtıcı bir tercih.
İslam'ın doğduğu Mekke ve Medine, altı Müslüman ülkenin vatandaşlarına ABD'ye giriş yasağı getirme çabası nedeniyle İslamofobi'yle suçlanan bir kişiyi ağırlıyor.
Trump, 2016 yılı Şubat ayında seçim kampanyasında Suudi yetkilileri, 11 Eylül saldırılarında 'suç ortağı olmakla' itham etti. Trump, "Dünya Ticaret Merkezi'ni kim patlattı? Iraklılar değil, Suudilerdi. Suudi Arabistan'a bakın belgeleri açın" dedi.
Peki o zamandan bu yana ne değişti? Cevap, çok şey.
ABD Başkanı olarak Trump'ın, selefi Barack Obama'nın dış politikalarıyla arasına mesafe koymasının bir yolu İran'ı kötülemek, diğeri de Suudilerle arayı yapmak.
Trump, Ocak'ta göreve geldikten kısa bir süre sonra yeni CIA başkanı Mike Pompeo'yu Suudi Arabistan'a ve Bahreyn'e gönderdi. Pompeo bu iki ülkede kırmızı halılarla karşılandı.
Washington ile Riyad arasında ilişkilerin geliştirmesi için bir sonraki dönüm noktası, Suudi veliaht Prens ve Savunma Bakanı Prens Muhammed bin Selman'ın Mart ayında Beyaz Saray'ı ziyaret etmesi oldu.
Ülkelerini yeni ve riskli yollara sürükleyen bu iki isim hemen anlaştı; Suriye'ye füze saldırısı ve Kuzey ore'yi sindirme politikasıyla Trump, Yemen'deki Şii Husilere karşı savaşı yürüten Suudi prens.
Her ikisinin de ortak çıkarında öncelikleri, İran'daki Şii gücün Orta Doğu'ya tehdit oluşturduğu görüşleri.
İran'ın bölgedeki Sünni rakiplerinin varlığı, Suudiler için iyi haber. Obama'nın görev süresi dolmadan İran'la nükleer anlaşmaya varmak için 'yumuşak davrandığını' düşünenler, birkaç yıl önce ABD'nin eski başkanına güvenlerini yitirdiler.
Prens Muhammed, Beyaz Saray'daki görüşmesinden sonra açıklamasında 'Trump'ın başkanlığıyla ilgili çok iyimser olduğunu' söyledi. Prens, Trump'ın 'Amerika'yı yeniden doğru yola sokacağını' ifade etti.
Peki, ABD ile Riyad arasında görüşülen ana konular neler?
IŞİD'in yarattığı tehdide karşı mücadeleye ağırlık verilecek.
CIA ve Batılı istihbarat teşkilatları ile özel kuvvetler, 2003 El Kaide ayaklanmasından bu yana terörle mücadelede Suudi yetkililere yardım ediyor. Destekleri, 1979 Kâbe Baskını'na kadar gidiyor.
Sünni IŞİD, Suudi Arabistan ve Kuveyt'te Şii türbelerini, camileri bombaladı.
IŞİD, Suudi Arabistan'da Batılı ve Suudi yetkilileri hedef almaya devam ediyor.
Suudi yetkililer 2000li yıllarda, El Kaide ayaklanmasını, polis, ordu ve Suudilerin halk arasından cihatçılara karşı topladığı destekle bastırmayı başardı.
Ama bugün Irak, Suriye, Libya ve Yemen'de ortaya çıkan çatışmalarla, çok sayıda Suudi genç, IŞİD'in 'tekfir' anlayışına sürüklendi.
Binlerce genç IŞİD veya diğer cihatçı örgütlerin safında savaşmak için Suriye'ye gitti.
Birçok uzman, Suudi Arabistan'ı bu sorunun parçası olmakla, diğer dinlere saygı ve hoşgörü göstermeyen din adamlarının açıklamalarına engel olmamakla ve dar görüşlü bir ideolojiyi dünyaya yaymakla suçluyor.
ABD başkan adayı olarak Trump ise IŞİD'i yenmek için gizli bir planı olduğu sözünü verdi.
Ama gerçekte, ABD ordusunun Suriye-Irak bölgesindeki stratejisi -her ne kadar operasyonlara ilişkin Obama döneminden kalma bazı denetleme mekanizmaları kaldırılmış olsa da- genel olarak değişmedi.
Riyad'da IŞİD'in cihatçılarının yarattığı tehdit konusunda bir uzlaşı sağlanacak. Ama bunun, Suriye veya Irak'ta geniş çaplı bir askeri konuşlanmaya dönüşmesi zor.
Suudi Arabistanlı yöneticiler, İran'ın desteklediği milisleri bölgedeki en büyük tehdit olarak görüyor. Tahran ise milisleri desteklediği iddiasını reddediyor.
Sünni komşuları Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri de İran'ı büyük bir tehdit olarak görüyor.
Trump yönetiminin kilit isimleri arasında da bu görüşte olanlar var. Başta Ulusal Güvenlik Danışmanı General H. R. McMaster ve Güvenlik Bakanı Mattis olmak üzere.
Her iki isim de orduda görev aldı ve Körfez'de İran Devrim Muhafızları ile ABD ordusu arasında sık yaşanan gerilim hâlâ hafızalarında. ABD Deniz Piyadelerinin Beyrut'taki kışlalarının 1983'te bombalanmasını hatırlıyorlar. Hizbullah'ın sorumlu tutulduğu saldırıda 200'den fazla ABD personeli ölmüştü.
Trump aynı zamanda 2015'te İran ile yapılan nükleer anlaşmayı 'şimdiye kadar yapılan en kötü anlaşma' olarak nitelendirerek gürültülü bir şekilde muhalefetini yapıyor; bu İran'da da anlaşmaya karşı çıkanların elini güçlendiriyor.
1979'da İran'da devrim olduğundan beri Suudi Arabistan İran ile inişli çıkışlı bir bölgesel güç mücadelesinin içinde.
Pratik açıdan bakarsak ABD ve Suudi Arabistan'ın İran'a karşı ortak bir konum içine girmesi; gelişmiş ABD silahları satımının hızlanması, Suudi Arabistan'ın insan hakları karnesinin eleştirilmesinden vazgeçilmesi ve Obama'nın Riyad ile imzaladığı hava saldırıları için hassas güdümlü mühimmat temin edilmesini içeren ancak Suudi Arabistan'ın Yemen'e düzenlediği hava saldırılarında sivillerin ölmesi üzerine geçen yıl yürürlükten kaldırılan anlaşmanın canlanması demek olabilir.
Trump, uçağı Suudi Arabistan gezisinin sonunda Riyad'dan kalkarken cebinde bazı iddialara göre ABD'ye 40 milyar dolara varan Suudi yatırımı olsun istiyor.
Burada yine kilit isim, hem Savunma Bakanı hem de ülkenin ekonomik kalkınmadan sorumlu kişisi olan Prens Muhammed Bin Salman olacak,
Prens, Suudi devletinin petrol devi şirketi Aramco'nun bir kısmını özelleştirmek gibi, ülkenin petrole bağımlı ekonomisini ve kültürel hayatını da değiştirmek istiyor.
Ülkesindeki muhafazakârları ve din adamlarını kızdırmak pahasına da olsa Suudi Arabistan'ı 'daha mutlu bir yer' haline getirmek için kamu hayatına eğlenceyi sokmak istiyor.
Bu ülkenin sıkılmış ve istediği işi bulamayan gençliği ve Amerikan eğlence sektörü için fırsat demek. Ancak bunun bazı tehlikeleri de var.
Kral Faysal 1964-1975 yılları arasında ülkeyi yönettiği sırada Suudi Arabistan'a televizyonu ve kadınlara eğitim hakkını getirerek dini muhafazakârları kızdırmıştı. Sonunda öldürüldü.