“İnsan sevebileceği birini buluncaya kadar kaç kişiyi sevdiğini zannediyor? Türlüsünü gördüm. Neticede bir kadından hepsi aynı şeyi istiyor. Yalnızım. Düşünürseniz ne var hayatımda benim?”
Türkân Şoray’ın dudaklarından dökülen bu cümleler, 1983 yapımı Mine filminden. Necati Cumalı, Deniz Türkali ve Atıf Yılmaz’ın, Cumalı’nın aynı isimdeki eşsiz oyunundan senaryolaştırdığı, bir Ege taşrasında erkeklerin kokuşmuşluğuyla boğuşan Mine’nin hikâyesi. Aynı zamanda “Şoray kanunlarını yıktığı” ilk film olarak da biliniyor:
“Böyle bir dönemde benim hâlâ kenarda oturup ‘Hayır, ben öpüşmem’ demem olur mu? Çağa uymam lazım. Ne yapabilirim diye düşündüm. Ondan sonra Atıf Yılmaz’ın ‘Mine’ diye kadın özgürlüğünü anlatan filmi vardı. O sahne çekilirken yönetmenimiz Atıf Yılmaz’a ‘İçimden öldüreceğim seni. Hadi tamam artık bitir’ diyordum. Sevişme sahnesi çekildi. Türkan Şoray Kanunları’nı kendiliğinden feshettik.”
Mine, 1983
Şoray’ın kanunları da Türkiye’de 80 sonrası yükselen kadın özgürlük mücadelesiyle eş zamanlı yıkılıyor desek yanlış olmaz.
Elleri titreye titreye çektiği o sahneden sonra gelen Bir Sevgi İstiyorum, Metres, Körebe, Bir Kadın Bir Hayat, Rumuz Goncagül, Yerçekimli Aşklar, Gramafon Avrat, Ada, Ölü Bir Deniz gibi dört başı mağrur onlarca kadın hikâyesi gibi… Onun sözleriyle “Yeşilçam’ın edilgen kızından Türk sinemasının etken/özne kadın karakterlerine” uzanan, serin ve sağlam bir yol…
Üstelik, dönüşümü yalnızca kamera önüyle de sınırlı değil. Yeşilçam’ın dört yapraklı yoncasıyken 80 sonrası politik filmlerde hem başrole hem de kamera arkasına geçişi, hatta yoncanın tek yönetmeni oluşu da bu yolun bir parçası.
Dönüş, Azap, Bodrum Hâkimi ve Yaşar Kemal'in eserine Şerif Gören ile birlikte imza attığıYılanı Öldürseler gibi politik filmler ile 2015 yılında çektiği, senaryosunu Onur Ünlü’nün yazdığı Uzaklarda Arama filminin de yönetmeni aynı zamanda.
Sayılabildiği kadarıyla, 1960 yapımı “Köyde Bir kız Sevdim”den bu yanda 222 filmde rol almış nevi şahsına münhasır tarihî bir portreden bahsediyoruz.
Güzelliğiyle mazhar olduğu “Sultan”dan daha fazlası Türkân Şoray; devasa bir sinema çınarı. Yine de şanına yaraşır bir Sultan gibi kudretli, görkemli ve elbette ziyadesiyle münevver…
Peki, şimdi soruyu baştan soralım?
“Neticede bir kadından hepsi aynı şeyi istiyor. Düşünürseniz ne var hayatımda benim?”
Pek tabii sinema….
Türkân Şoray
Türkan Şoray, bugün tam 79 yaşında. Türk sinemasındaki akranları bir yana, dünya sinemasında da eşine az rastlanır bir dirençle, tutkuyla hâlâ seyircisinin karşısında.
Bugün belki filmlerden, dizilerden uzak bir hayat sürüyor, bu doğru. Son röportajlarından birinde içine sinen bir senaryo ile karşılaşmadığını söylüyor.
En son NTV’de bir yıl boyunca sunduğu Sinema Benim Aşkım programı ve sonrasında TRT’deki Osmanlı dizilerinde izledik. Şehir merkezinde yer alan bir pavyonun, bir kasabaya taşınmasıyla başlayan olayları anlatan Uzaklarda Arama ise 70 yaşında yönetmen koltuğuna oturduğu son film.
Şoray’ı “Yeşilçam’ın Sultanı” yapan görkemli ışıkların altından çekip, Mustafa Uğurlu, Eşref Kolçak, Goncagül Sunar, Fatih Al, Fırat Tanış, Kaan Urgancıoğlu gibi oyuncuların 70 yaşında “rejisör”ü yapan iradenin, sinema şevkinden başka pek bir açıklaması yok sanırım.
Onu biraz da Agnès Varda’ya benzetmek yanlış olmaz.
Uzaklarda Arama seti
Birkaç ay önce önüme düşen bir videoyla fark ettim. Azize, tam 54 yıl sonra yeniden sahneye çıkıyor ve bu kez onu unutulmaz kılan kadının dilinden “Kara Gözlüm”ü söylüyor.
Dupduru bir heyecanla, 54 yıl önce sahnede nasıl elleri yanda oynuyorsa, yıllar sonra da aynı heyecanla oynuyor.
Netsanat Senfoni Orkestrasıyla Türkân Şoray’ın Sonsuz Senfonisi / Fotoğraflar: AA
Video “Türkân Şoray’ın Sonsuz Senfonisi” konserinden… Şef Rustam Rahmedov'un yönettiği 35 kişilik Netsanat Senfoni Orkestrası, Türkân Şoray’ın filmlerinden unutulmaz müzikleri bu konserle yeniden yorumluyor.
Filmleri senfoni orkestrasıyla buluşturan bu konserle, “Benim gölgem yeter” demeden 79 yaşında şehir şehir gezerek seyircisine dokunmayı, o sahneleri bir daha bir daha izlemeyi, bir ömre başka bir şey sığdıramayacak kadar aşkla istediği besbelli.
Ve birkaç ay sonra Ankara’ya geliyor. ATO Congresium’daki konsere Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş da eşi Nursen Yavaş ile katılıyor. Yediden yetmişe herkes orada, ekrandaki şu el yazısına bakıyor:
“Çok sevdiğim seyircime, bütün kalbimle ve ruhumla minnettarım.”
Sonra ışıklar kapanıyor… Orkestra sahneye çıkıyor. İlk müzik, Yeşilçam’la büyümüş herkesin belleğine kazınmış Paul Mauriat’in “Sympathy” şarkısı. Görkemli bir açılışla, herkesi bir daha geri gelmeyecek o çoook uzak günlere götürüyor.
Ediz Hun’la oynadığı Mavi Eşarp filmi dönüyor arkada. Orkestra devleşirken filmlerinden sahneler gösteriliyor. Sonra birkaç şahane eser daha…
Ve sahneye Türkan Şoray çıkıyor… Beyaz, upuzun bir elbiseyle karşılıyor seyircisini, kolları iki yana kocaman açılmış, gerçekten kucaklıyor. Heyecanı büyüyüyor, bakışları titriyor, kalbi şuracıkta atıyor.
Salonu dolduran yüzlerce insan bir anda sahne önüne akın etmeye çalışıyor, zor ayırıyorlar. Hiç kimseyi kırmıyor, incitmiyor, kaşını bir kere bile düşürmüyor. Gelen fotoğraf çektiriyor, giden kucaklayıp gidiyor, hep içtenlikle gülümsüyor. Sunucu güç bela “Konserimiz devam ediyor” diye nezaketle araya giriyor. Kaldığı yerden devam ediyor.
Kısacık saçlı Zeynep beliriyor orkestranın ardında, yakışıklı çapkın bekâr Harun’u (Cüneyt Arkın) otel odasında izliyor. Babasına özenip dedektifçilik oynarken bir anda âşık oluveriyor. Cüneyt Arkın, Münir Özkul ve Cevat Kurtuluş’la oynadığı Arım Balım Peteğim sahnede. Sonrası Devlerin Aşkı, Dönüş, Dila Hanım, Selvi Boylum Al Yazmalım, Bodrum Hâkimi, Yılanı Öldürseler ve nicesi. Orkestra özellikle yine bir Cahit Berkay eseri olan Dila Hanım’da devleşiyor.
Ama birinde, daha ilk notada salonda cümbür cemaat bir kahkaha kopuyor, aynı anda ayağa kalkılıyor, alkışlar yükseliyor. Tabii ki nedeni Sultan filmi… Cümbür cemaatliğin kaynağı, filmin hafızalarda yer edinen coşkusundan belli.
“Ay…” sesleri iç çekişlere, gülüşmelere karışıyor. Önce hüzünlü başlar Sultan’ın müziği, sonra karşıdan koşarak gelen Adile Naşit gibi şenlendirir ortalığı. Salondakiler de öyle oluyor. Sultan, Türkân Şoray’ın oyunculuğuyla büyülediği kadar, senaryosu ve hikâyesiyle de politik olarak muazzam bir film. Gecekondu mahallesinden zengin evlerine temizliğe giden Sultan’la, Hüdai’sinden Enayi’sine kadar yoksulluğu, mücadeleyi, sınıf kinini ve kibrini kusursuz anlatan “Dultan Hanım.”
Sonra balıkçılar güzeli Azize ve Şopen Kenan’ın (Kadir İnanır) dupduru aşkı Kara Gözlüm. Arkada, “O açılacaaak, sennn kapağacaksın” diyen Madam Sülfik (Mürüvvet Sim), ardından Yengeç Rıza (Rıza Tüzün), Arnavut Osman (Aziz Basmacı)…
Sonra ışıklar bir kez daha kapanıp açılıyor ve Türkân Şoray son kez sahneye çıkıyor. Elleri, kuş gibi bir o yana bir bu yana konuyor. Heyecandan dudakları kuruyor, utanıp su içemiyor. Ömrünün yarısından fazlasını şöhretle, nesillerce hayrana sahip olarak geçirmiş bir kadın, sanki dün ilk filmini çevirmiş de bir gecede seyircinin karşısına geçmiş gibi heyecanla narin bir kuşa dönüyor. Ve her yengeç kadını gibi anıları olmadan şuradan şuraya adım atmıyor:
“O sinema yolculuğunu hatırladım, kaybettiklerimizi gördüm. Ne kadar çok değer kaybetmişiz sinemada... Muhteşemdi her şey...”
Nezaketi ve zarafetiyle büyülerken, tevazuyu da göğsünde taşıyor. Sultan’da cümbüşe dönen herkese bir selam veriyor:
“Güzel filmler çevirmişim galiba, bazıları çok sevilmiş. Mesela Sultan… Çok sevmişsiniz… Kara Gözlüm, Devlerin Aşkı, Selvi Boylum Al Yazmalım… Ben de Asya’yı her izleyişimde ağlıyorum. Onun yazarı Kırgız yazar Cengiz Aytmato. (Kırmızı Eşarp) Çok güzel uyarlanmış sinemaya. Sevgili Atıf Yılmaz, Ali Özgentürk o kadar güzel uyarladılar ki...”
Safa Önal’ın senaryoya öylesine koyduğu “Çok eskiden rastlaşacaktık” cümlesiyle kült olan Metin Erksan’ın Vesikalı Yarim’inden çok kıymetli bir bilgiyi de paylaşıyor:
“O film için bestelendi Kalbimi Kıra Kıra. O şarkı Vesikalı Yarim için yapıldı. Uzun sinema kariyerimde filmlerimde hep müzikler oldu. Bu müzikler filmlere can kattı.”
Sona gelirken, senfoninin aslında hayatının tâ kendisi olduğunu; sinemayı ve seyircisini nasıl sevdiğini herkesin gözünün içine bakarak büyük bir coşkuyla söylüyor:
“İyi ki yaşamışım, iyi ki sinemacı olmuşum, iyi ki bu kadar film çevirmişim. Yoksa burada olabilir miydim? Sinema olmasaydı bir araya gelebilir miydik? Yaşasın sanat, yaşasın sinema. Heyecandan dudaklarım kurudu. Utandım, içemedim.”
Acele Koca Aranıyor filminde O Var Ya şarkısını söylerken edası, işvesi, cilvesi neyse, yıllar sonra 79 yaşında bembeyaz bir elbisenin içinde kuğu gibi süzülürken aynısı canlanıyor, şarkıyı söylerken elleri, kolları dansa duruyor. Ve kocaman bir kucak daha açarak söylüyor:
“-Arım, balım, peteğim. Gülüm, dalım, çiçeğim. Bilsem ki öleceğim, yine sizi seveceğim. Sizi seviyorum.
-Biz de seni çok seviyoruz!
-Benim kadar çok sevebilir misiniz? Sevgi dolu bir dünyada birbirimizi sevmek ne güzel, kalbimdesiniz…”
Ve sonra seyircisinin ellerini tutarak sahneden uzaklaşıyor. Gelebildiği kadar göz göze gelmeye o kadar imtina ediyor ki ne yüzündeki gülücük ne ellerindeki heyecan aksini söylüyor. Kulis kapısı hınca hınç dolarken, başladığımız yere dönüyoruz. Mine filminde, erkeklerin kötülüğünü anlamaya çalışırken, Necati Cumalı’dan bir replik, İlhan’ın (Cihan Ünal) dudaklarından şöyle dökülüyordu:
“Sevgiyle bakmaktan korktukları için düşmanca yaklaşıyorlar. Kendi işlerine gelen bir namus anlayışı adına namussuzluk ediyorlar. İyi, güzel, doğru ne varsa kirletmek; yok etmek istiyorlar.”
Tutkuyla, aşkla “Sevgi dolu bir dünyada birbirimizi sevmek ne güzel” diyerek kucak açan Türkân Şoray’ın sonsuz sevgisine şükranla…
İyi ki yaşamış, iyi ki o filmleri çekmişsiniz Türkân… Olmasaydınız, hatıralarımız çok kurak kalırdı…