Önce 14 Mayıs, ardından cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalmasıyla 28 Mayıs, Ortadoğu ülkelerinin yakından izlediği iki tarih oldu. Türkiye’nin coğrafi ve siyasi olarak bölgenin eko-politik yapısına ortak olması, böylesine kritik bir sürecin Ortadoğu’da yansımalarının olmasını elbette beraberinde getiriyor. Türkiye’nin Katar’la yakın ilişkisi sıkça dile getirilse de aslında bölgedeki pek çok ülkenin liderleri nezdinde, Ankara’da yaşananların bölgedeki sosyolojik durum için mutlak bir örüntü oluşturması uzun yıllardır yaşanan bir durum. Diğer bir deyişle, hem Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü ve etkisi hem de Ortadoğu’nun Türkiye siyasetiyle olan organik ilişkisi yeni değil.
"Seçimler doğası gereği ilgi çekti", Ortadoğu’daki coşkuyu anlamak ve başka ülkelerden gelen tepkilerle karşılaştırmak adına bir önerme olabilir. Örneğin Batılı devletler ve uluslararası organizasyonlar da hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hem Türkiye halkına bu demokratik süreç için tebriklerini ilettiler. Fakat bunun da ötesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğlu karşısında kazandığı zafer ve 14 Mayıs’ta AK Parti’nin Meclis’teki payı, bölgede bazı ülkelerde adeta ulusal bir vakıa gibi coşkuyla karşılandı.
Ortadoğu liderlerinden başta Katar Emiri Şeyh Tamim olmak üzere; Birleşik Arap Emirlikleri liderleri Kral Selman ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman; Kuveyt Başbakanı Şeyh Ahmet Al-Sabah; Umman lideri Sultan Haysam; Bahreyn Kralı Hamed bin İsa Al Halife; Hamas gibi bölgeye mal olmuş siyasal İslam hareketleri; Türkiye’deki Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Komisyonu ve bölge için önem arz eden siyasi ve dini şahsiyetler, Türkiye’yi Erdoğan’ın demokratik zaferi dolayısıyla kutladılar.
Lübnan, Fas, Filistin ve Katar sokaklarından gelen Türkiye bayrakları ve Erdoğan pankartlarında oluşan araç konvoyu görüntüleri, bu seçimin Ortadoğu’da sosyolojik ve siyasi zeminde oldukça önemli bir yerden takip edildiğinin göstergesi. Katar’ın doğrudan bir müttefik olması ve son yıllarda ülkede hem vatandaşlık alanların ve hem hâlihazırdaki Türkiye vatandaşlarının artması, seçimlerin Ankara’daki gibi heyecanla kutlanmasının bir ayağını açıklayabilir.
Filistin’de hem Mescid-i Aksa’da hem Gazze’de kutlamalar olması benzer şekilde Erdoğan’ın hem de bir hareket olarak AK Parti’nin Filistin siyaseti için simge olmasıyla ilişkili olabilir. Lübnan ve Fas örnekleri ise ülkelerin sosyolojik yapısının Türkiye sempatisiyle ele alınabilir.
Peki Türkiye’deki seçimlerde Erdoğan’ın ve partisinin zaferi Ortadoğu’da neden toplumsal manada bir coşkuyla karşılandı? Liderlerin diplomatik bir tutumun parçası olarak mevkidaşlarını tebrik etmeleri elbette doğal, fakat kitlelerin sokağa çıkması ve benzer şekilde Ortadoğu ülkelerinden vatandaşların seçim öncesinde de sosyal medyada AK Parti’nin politikalarına destek verip, muhalefet kanadını eleştirmeleri nasıl açıklanabilir?
İslami ve demokratik hareketBu sorunun ilk cevabı AK Parti’nin siyasi bir hareket olarak yıllar içinde Ortadoğu’da kurumsal bir kimlikle tanınıp, demokratik unsurlar ve kalkınma gibi temalar etrafında markalaşmış olması. Örneğin kişisel görüşmelerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki bölgede seküler olarak tanınan muhalefetin mülteci karşıtlığı üzerine kurulu söylemleri, Ortadoğu’da ‘İslamcıların partisi mültecilerle ilgili daha demokratik ve kapsayıcı bir tavır alıyor’ algısı oluşturuyor.
Diğer bir deyişle, AK Parti, Türkiye siyaseti içinde bambaşka noktalardan ve etkenlerden hem mütedeyyin camia hem muhalefet seçmeni tarafından eleştirilse de Ortadoğu’daki imajı, dünyada olup biten karmaşaya rağmen ayakta duran bir İslami ve demokratik hareket olarak özetlenebilir. Bu noktada şunu belirtmekte yarar var ki bahsi geçen destekçiler, Ortadoğu’da da benzer siyasi oluşumları ve tutumları takip eden çizgide insanlar.
Ayrıca, AK Parti’nin bölgedeki adeta izdüşümü olan bu sosyal ve siyasi zemin hem Türkiye’nin iç politikasına tamamen hâkim değil hem de partinin İslami söyleminin içine yerleşen milliyetçi unsurlar ve iş birlikleri doğrudan negatif bir karşılık bulmuyor. Daha da önemlisi, AK Parti, Ortadoğu’daki yansıması olan gruplar için halen Arap İsyanları sürecindeki imajıyla yer ediniyor.
Burası oldukça kritik, çünkü AK Parti Ortadoğu’da siyasi ve toplumsal bir hareket olarak Arap Baharı süreciyle özdeşlemiş bir unsur. Arap Baharı’nın bölge için önem arz eden bütün siyasi kaleleri ve isimleri etkilerini yitirmiş; otoriter rejimler, iç savaşlar ve askeri darbelerle yenilmiş olsalar da AK Parti kendi siyasi denkleminde bu sürecin bir parçası olarak başarıyı temsil ediyor.
Erdoğan’ın şahsı, siyasi zaferi ve partisinin seçimlerde aldığı desteğin bölgede sosyolojik olarak Arap Baharı’yla ilişkilendirilen bir yapısı var: Kaybeden bütün toplumlara ve liderlere karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi zaferi bölgenin ‘eski güzel’ günleriyle özdeşleştiriliyor.
Türkiye’de İslami söylemleri olan başka partilerin ve grupların reform çağrısı yapmış ve muhalefetle iş birliğine gitmiş olmalarının bu denklemde bir önemi yok, çünkü Erdoğan’ın şahsi bilinirliği, sempatisi ve partisinin imajı hepsinden daha geniş bir meşruiyete sahip.
Seçimlerin özellikle ikinci kısmında muhalefetin söyleminin mülteci karşıtlığı üzerinden kurulması, Kılıçdaroğlu’nun ifadelerinde sıkça bölgeden Türkiye’ye göçen azınlıklara ve Suriyelilere yer vermesi, üstelik bunun bölgede tanınan Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu’nun da içinde olduğu bir koalisyonca desteklenmesi, Erdoğan’ın meşruiyetini güçlendirdi.
Ortadoğu’nun halen önemli bir askeri ve siyasi meselesi olan Suriye savaşının seçimlerin göbeğinde yer alması ve Erdoğan’ın ‘mültecileri göndermeyeceğiz’ sözlerine karşılık muhalefetin "Suriyeliler gi-de-cek" kampanyasının bölgede ciddi yansımaları oldu.
Türkiye bu zamana kadar mültecilere kucak açmasıyla takdir ediliyordu ve sosyal manada bu sıkça dile getirilen bir unsurdu. 6 Şubat depreminde Ortadoğu ülkelerinden pek çok gönüllü gücün gelmesi, yardım toplanması ve devletler nezdinde büyük meblağlarda yardımların olması, sosyolojik olarak Türkiye’nin mülteciler üzerinden sahip olduğu yumuşak güçle mutlaka ilişkiliydi.
Buna ek olarak, Ortadoğu’da vatandaşlık kanunlarının karmaşık yapısı ve ülkelerdeki zor siyasi süreçler pek çok Suriyeli, Yemenli, Libyalı, Filistinli ve Mısırlının mülk edinerek yahut iltica ederek Türkiye vatandaşlığı almalarına neden olmuştu.
O nedenle, elimizde bir veri olmasa da yine ikili ilişkilerimden biliyorum ki artık Ortadoğu’da geniş bir ailede mutlaka Türkiye’den vatandaşlık almış yahut almaya çalışan birilerine denk geliyoruz. Yani Ankara’nın gündemi ve nasıl yönetildiği Arap toplumlarında bir karşılık buluyor. Türkiye’nin son yıllarda Ortadoğu’dan farklı aktörlerle siyasi ve toplumsal bazda geliştirdiği ekonomik yahut sosyal bağlar, iç politikasının daha yakından izlenmesine ve bölgeye ılımlı bakan siyasi ajandaların desteklenmesine neden oluyor.
Arap Baharı sonrası reform çağrılarının yerini bıraktığı statüko güçleri Türkiye’yle bir dönem gerilseler bile adım adım normalleşmeler yaşanıyor. Fakat Ortadoğu toplumları için Türkiye’nin bir ülke olarak ifade ettiği anlamın ötesinde, Erdoğan’ın ve temsil ettiği siyasi hareketin "seküler ve yabancı düşmanı" muhalefet blokuna karşı aldığı zafer bir Arap Baharı coşkusu yarattı.
Suriyeliler üzerinden Arapların doğrudan seçim söylemlerinde yer almasına ve sonradan vatandaşlık alanların oy kullanmasına dair muhalefet kanadından yapılan açıklamaların bir şekilde Türkiye siyasal düzlemiyle organik bağları olan Arap toplumları nezdinde bir karşılığı var.
Türkiye’de siyaset yaparken Suriyeli sığınmacılar ile ilgili dışlayıcı yorumlar yapan bir siyasetçinin belki de beş-altı farklı ülkede yaşayan Suriyeli bir aileye, onlarla evlenmiş başka Arap ailelere ve onların başka ülkelerdeki yakınlarına da izole edici bir dil kullandığını anlaması; Türkiye siyasetinin ulus aşırı karşılıklarını ve izdüşümlerini görmesi açısından önemli. Gelinen noktada, Ankara’da olan Ankara’da kalmıyor ve mutlaka Arap sokağında bir karşılık buluyor.
Betül Doğan Akkaş kimdir?
2014'te Bilkent Üniversitesi Uluslararası ilişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 2017'de Katar Üniversitesi Körfez Araştırmaları bölümünde Katar dış politikasında güvenlikleştirme üzerine yüksek lisans derecesini aldı. Durham-Katar üniversiteleri Körfez Araştırmaları ortak programında doktora yaptı. İngiliz Uluslararası Çalışmalar Derneği (BİSA) bünyesinde Uluslararası Akdeniz, Ortadoğu ve Asya Çalışmaları grubunun yürütücülüğünü yapmaktadır. Körfez ülkelerinin siyasal kültürleri, dış politikaları ve güvenlik stratejileri temel araştırma alanlarıdır.