26 Aralık 2021 00:00
Ekosisteme verdiği zarar ve pek çok canlının neslini tükenme tehlikesi ile karşı karşıya bırakan 'avcılık', hayvanseverlerin itirazlarına ve protestolarına karşı yasal düzenlemelerle korunuyor. Nesli tükenme tehlikesi altında olanların yanı sıra yaban hayatta yaşamını sürdüren pek çok canlı, devletin gelir kaynaklarından biri konumunda. Doğa programcısı-gazeteci Güven İslamoğlu, özel taş yapılar inşa edilerek 'zengin' ve 'kalbürüstü' insanların oturdukları yerden illegal avcılık yaptığını belirterek, "Bakanlık bunun üzerine gidemiyor. Bu av meselesinin lobisi çok yüksek. Yaklaşık 6-7 milyon avcı var, bunlar arasında büyük iş insanları var. Bunların hiçbiri de legal avlanmıyorlar" sözleriyle, tehlikenin boyutlarına dikkati çekiyor. Kendisi de bir 'avcı' olan Türkiye Avcılık ve Atıcılık Federasyonu Avcılık Teknik Kurulu Başkanı Prof. Dr. Semih Yazgan ise, genetik bozuklukların ortadan kaldırılması için kontrollü ve denetimli avcılığın, av turizmi adı altında doğru olduğunu savunuyor.
“Turizm” kelimesinin sözlükteki karşılığında, “Bir ülkeye veya bir bölgeye turist çekmek için alınan ekonomik, kültürel, teknik önlemlerin, yapılan çalışmaların tümü” yazıyor. Peki canlı öldürmek nasıl oldu da bir turizm haline geldi?
Vahşi yaşamda dünya çapında, yüzde 60'lık bir canlı neslinin yok olmasına sebep olan avcılık gerçeği Türkiye'de de yüz yıllardır devam ediyor. İnsanlığın ihtiyaçtan doğan bu eylemi “ata sporu” olarak süregelirken, zaman içinde insan nüfusunun artmasıyla turizm haline evrilmesi günümüzde pek çok insan için rahatsızlık yaratıyor. “Hayvanların rahat yaşamlarını; acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamak; onlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek” amacıyla yazılan bir dizi kurallar serisinin sonuncusu (Hayvan Hakları Kanunu) geçen temmuz ayında Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Ancak bu son kanunda da Kara Avcılığı Kanunu hükümlerinin kapsam dışı bırakılması bir çelişkiyi gözler önüne serdi. Hayvanları Koruma Kanunu'na göre "can" olarak nitelendirilen hayvanlardan “bazıları” bir başka kanunla mal olarak pazarlanıyor. Kısacası Türkiye’de korumakla yükümlü olunan hayvan türlerinde bir ayrım söz konusu.
Son örneklerden biri Bolu’daki 15 kızıl geyik ihalesiydi. Hayvan hakları örgütlerinin girişimiyle mahkeme tarafından ikinci kez durdurma kararı verilen ihale, sosyal medyada da gündem oldu. Mahkeme kararında, “Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından avın gerekli olduğuna dair sunulan belge ve açıklamaların yetersiz olduğu” ifade edildi. Peki bir canlıyı öldürmenin ne gibi geçerli bir gerekçesi olabilir?
Kamuoyunda da tartışma konusu olan avcılığı, av turizmi ve çelişkileri konunun iki tarafına birden yönelttik.
Avcılık konusunda temelde "bir canlının zevk ve keyif için öldürülmesi" eylemini protesto eden doğa savunucularının en çok eleştiri getirdiği nokta bakanlık ve bu süreçte yürüyen bürokrasi. Hem sosyal medyanın gücünün hem de örgütlenebilen hayvan hakları savunucularının sayısının artması, seslerinin duyulmasını ve verdikleri hukuk mücadelelerinin zaman zaman kazanımla sonuçlanmasını sağlıyor. Ancak bir mücadele alanları daha var ki, illegal avcılık. Doğa programcısı Güven İslamoğlu, kasım ayında sosyal medya hesabından (Erzincan)Kemaliye'deki illegal avcılıkta kullanılan taş binaları paylaşmıştı. Bu binalardan bazıları yıkıldı ancak daha onlarcası olduğu söyleniyor. Bakanlık içindeki "av lobisinin" gücü ve göz yumulan illegal avcılık iddiaları da işin bir başka boyutu olarak karşımızda duruyor.
Kara Avcılığı Kanunu'nun kapsamında bazı hayvan türlerinin öldürülmek için pazarlanması yeni değil, yıllardır devam eden bir uygulama. Sadece Türkiye'de de değil, dünyanın pek çok yerinde bu uygulama sürüyor. Avcılığı savunan kesim ise "korumakla yükümlü olunan hayvan türlerindeki ayrım" konusunda bazı gerekçeler sunuyor. Teknik anlamda türün devamlılığı için avcılığın gerekli olduğunu savunan avcılar, sürü içindeki genetik bozukluğun böylece önüne geçildiğini söylüyor. Avcılığın bir gereklilik olduğu düşüncesinin temelinde yatan diğer sebep de illegal avcılığın kontrol altına almak olarak gösteriliyor.
Öte yandan avcıların da bakanlık ve yürüyen bürokrasiye karşı birtakım eleştirileri var. Devletin avcılıktan elde ettiği geliri avcıya hizmet anlamında kullanmadığı eleştirisinin yanı sıra, avcılar "yasak koymanın" çözüm getirmediği görüşünde.
Konuyla ilgili görüşünü aldığımız ilk isim Hayvanlara Adalet Derneği (HAD) Başkan Yardımcısı Avukat Barış Kârlı. Kârlı, öncelikle av turizmin devlet kanadından bakış açısının anlaşılması gerektiğini söyleyerek, şunları kaydetti:
“Kara Avcılığı Kanunu, av faaliyetini nesli tükenme tehlikesi olan ve bu nedenle koruma altına alınmış türleri koruma yöntemlerinden biri olarak sayıyor. Birkaç alternatif yöntem uygulandıktan sonra, sonuç alınamazsa türün geleceğini tehlikeye atan sağlıksız bireylerin öldürülmesi gündeme geliyor. Bakanlık da bu düzenlemeyi fırsata çevirerek hem türü koruyayım hem de para kazanayım gibi bir bakış açısıyla av turizmi adındaki faaliyeti hayatımıza sokmuş durumda. Av turizminden kazandığı para tatlı geldiği için, artık kanunun saydığı alternatif yöntemleri değerlendirme gereği duymadan, zorunlu tuttuğu bilimsel araştırmaları yapmadan öldürme yani av turizmi adımına geçmeyi tercih ediyor. Bu noktada tabii ki Bakanlığın bakış açısının yanlışlığını vurgulamakla birlikte, böyle bir faaliyete turizm odaklı bakarak talepte bulunan insanları da sorgulamak gerekiyor. Sonuçta derdi para kazanmak olan Bakanlık, talep olmadığı takdirde böyle bir faaliyeti sürdürmez.”
Türkiye’de Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü bünyesinde “nesli tükenme tehlikesi altındaki yaban hayvanları” için üretim merkezleri mevcut. Barış Kârlı, bu merkezlerle ilgili, “Bakanlık doğal hayatı, nesli tükenme tehlikesi olan hayvanları korumak ile doğal hayata kendine malzeme çıkarmak için müdahale etme arasındaki ayrımın pek farkında değil” eleştirisi getirirken; “Bizim anladığımız doğal hayatı koruma, dışarıdan tüm müdahaleleri engellemek iken, Bakanlığın anladığı doğal hayatı koruma, sadece benim kontrolümde müdahale edilebilir şeklinde bir bakış açısı” diye tepki gösterdi. Hayvan üretim kavramının da hayatımıza bu şekilde girdiğini söyleyen Kârlı, “Bakanlık nesli tükenme tehlikesi olan hayvanlar için kendine göre bir popülasyon ölçüsü belirliyor, buna göre uygun gördüğü sayıda hayvan üretiyor, üretilen hayvanlardan sağlıksız olduğuna kanaat getirdiklerini av turizmi adı altında yok ederek parasını kazanıyor. Bu şekilde oluşturduğu yapay döngüye de doğal hayatı koruma diyor” dedi.
Bu merkezlerde hangi hayvan türünün üretileceğinin de bakanlığın yapay döngüsünün ihtiyacına göre belirlendiğini ifade eden Kârlı, “Bakanlığın, av turizmi ihalelerinde en çok rağbet gören hayvan türlerini, birkaç yıllık av planları kapsamında av turizmi faaliyetinin ihtiyacını karşılayacak, belki gelirini artıracak sayıda üretilmesini tercih ettiğini söyleyebiliriz” diye konuştu.
“Öldürmek nasıl doğal hayata müdahaleyse, irade dışı doğurtmak da doğal hayata müdahaledir” diyen Kârlı, şöyle devam etti:
“Yaban hayatını kendi döngüsüne bırakmamız ve dışarıdan gelecek tüm müdahalelerden korumamız gerekiyor. Bakanlık bu konuya hayvan hakları savunucuları gibi çelişki olarak bakmıyor. Ava konu hayvanlar, Bakanlığın gözünde bir ticaret öğesi ve bu öğenin ticaretine ve gelirine sağlayacağı katkı dışında bir kaygısı yok. Yani bu durum Bakanlık için bir çelişki değil, aksine olması gereken, çünkü Bakanlığın gözünde ekonomik gelir sağlamadığı sürece zaten yaşamasının bir anlamı yok.”
Avcılıktan elde edilen para sadece ihaleyle de sınırlı değil. Avcılık belgesi, av silahları, avlak girişleri vb. hususlar için ödenen birçok harç ve masraf söz konusu. Kârlı, “Devletin bu işten ciddi düzeyde geliri var. Zaten bu yüzden, özellikle son iki senedir devlet aleyhine sonuçlanan ciddi hukuki süreçler olmasına rağmen bundan vazgeçemediğini görüyoruz” sözlerini kaydetti.
“Devlet ya av konusunda olduğu gibi para kazanmak için ya da köpekler konusunda olduğu gibi para harcamak zorunda kalmamak için hayvanları öldürüyor. Aslında bu işin asıl temeli siyasi hesaplar” diyen Kârlı, “Köpekler konusunda sesimizi kıyasen daha yüksek çıkarmayı başarabildiğimiz için devlet kanadı açıktan bir köpek öldürmekten bahsedemiyor; gizli gizli, kapalı kapılar ardında yapıyor o ayrı. Kamuoyundan gelen av cinayettir sesini yükseltmeyi başarabilirsek, devlet de hayvanların yaşam hakkını kazanacağı paranın önünde tutmaya mecbur kalacak" dedi.
En son Bolu’daki 15 kızıl geyik ihalesi hakkında mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı kamuoyuna yansıdı. Mahkeme, “Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan avın gerekli olduğuna dair sunulan belge ve açıklamaların yetersiz olduğunu” bildirdi. Bu davada Bakanlığın sunduğu raporda kızıl geyik avlanması için kullanılan “koruyucu veteriner hekimlik uygulaması” kelimelendirmesi de ayrıca dikkati çekti. Kârlı, “Bu ifade, Bakanlığın gelir kapısı olan av faaliyetini güzelleme çabalarından biri” dedi ve şöyle devam etti:
“Savunmasında bu ifadeyi, bir başka menfaat ve sömürü kapısı olan çiftlik hayvanı olarak nitelendirdiği inek, koyun vb. hayvanları korumak için avın gerekli olduğu iddiasıyla kullanıyor. Bakanlığın ısrarla doğal olduğunu iddia ettiği yaşam; yaşayacak hayvan sayısına, türüne, lokasyonuna, sağlık durumuna kendisinin karar verdiği bir süreç.
Hiçbir canlıyı öldürmenin haklı, geçerli bir nedeni olamaz ama konu hayvan olunca maalesef öldürme fiili çok rahat akla geliyor ve çok basit, önemsiz bir şey olarak görülüyor.”
Kârlı öldürülen yaban hayvanlarına ne olduğuna ilişkin soruma da şöyle yanıt verdi:
“Cesediyle fotoğraf çektiriliyor; derisinden halı yapılıyor; kafası duvara asılıyor; boynuzu, dişleri çeşitli araç gereçler olarak, eti yemek olarak insana hizmet ediyor. Cinayetin kutsallaştırıldığı, sergilendiği ve bundan gurur duyulan bir durumla karşı karşıyayız.”
Özellikle on iki senedir bu konuda tepki ve mücadelenin boyut değiştirdiğini, farkındalık seviyesinin çok yükseldiğini anlatan Kârlı, “Bu sayede de güçlü bir sosyal medya tepkisi ortaya çıkıyor. Ancak, bu tepkinin sosyal medyayla sınırlı kalması mücadelenin sonunu getirmemizi zorlaştırıyor” dedi. “Türkiye’de her sene onlarca av turizmi ihalesi açılıyor. Bu ihalelere yönelik hukuk mücadelesi birkaç sivil toplum kuruluşunun ve baronun çabasıyla ilerliyor. Onların da gücü hem maddi anlamda hem de zaman ayırabilme anlamında tüm ihalelere haklı olarak yetmiyor” diyen Kârlı, şu çağrıda bulundu:
“O yüzden bu konuda yerel örgütlenmeleri arttırıp, ihale açılan her yerde bir hukuk mücadelesi yürütülmesi, tüm baroların bu konuya ortak tepki göstermesini sağlamalıyız. Ancak bu sayede sosyal medyanın da gücünü arkamıza alarak bu av turizmi saçmalığının sonunu getirebiliriz. Açtığı her av turizmi ihalesinden tokat yiyen Bakanlık için bu süreç bir noktada sürdürülebilir olmaktan çıkacaktır.”
Avcılık sadece Türkiye’de değil, tüm dünyanın normalleştirdiği bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda hazırlanan ve Türkiye’nin de imzasının bulunduğu Bern Sözleşmesi var. Ancak Kârlı, söz konusu sözleşmenin Türkiye’deki Kara Avcılığı Kanunu’nun benzeri şekilde hayvanların öldürülmesine ilişkin şartları düzenlediğini söyledi. “Tek farkı şartların biraz daha ağır olması” diyen Kârlı, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın Bern Sözleşmesi’nin gereklerini de yerine getirmediğini ileri sürdü. Kârlı, Türkiye’deki kızıl geyik ve yaban keçileri bakımından sözleşmenin önemli olduğunu belirtti, bu iki türün öldürülebilmeleri için belirlenen ağır şartlar olduğunu hatırlatarak, “Ancak; Bakanlık bu şartları yerine getirmemeyi alışkanlık hâline getirmiş durumda” diye sitem etti.
Yaban hayvanları 14 Temmuz’da Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Hayvan Hakları Kanunu kapsamında hakkıyla yer almamakla da eleştirildi. Bu konuya ilişkin soruma Kârlı şöyle yanıt verdi:
“Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılan değişiklik, av konusunda, dolayısıyla nesli tükenme tehlikesi olan ya da olmayan yaban hayvanları konusunda önemli bir değişiklik getirmedi. Getirdiği tek değişiklik nesli tükenme tehlikesi olan hayvanları öldürmenin suç olarak düzenlenmesi ve cezasının kedileri ve köpekleri öldürmeye nazaran biraz daha fazla olması. Ancak, bu düzenlemeyi şu açıdan okumak gerekiyor; Kara Avcılığı Kanunu hâlâ Hayvanları Koruma Kanunu’nun istisnası, av cinayeti hâlâ yasal. Bu getirilen suç ava ilişkin değil. Aslında kanun koyucu tam olarak şunu demek istedi; nesli tükenme tehlikesi olan hayvanları devlete para kazandırmadan öldürmek yasak ve bunun cezası var; ama devlete parasını ödediğin sürece öldürmekte bir sıkıntı yok. Gerekirse Bakanlığın garip popülasyon hesaplarıyla hayvanların nesli tükensin; bu iş Bakanlığın kontrolünde oluyorsa, Bakanlık parasını kazanıyorsa, neslin tükenmesi de serbest. Çelişkilerle dolu Hayvanları Koruma Kanunu’nun bir çelişkisi de işte bu.”
Nesli tükenme tehlikesi olmayan yaban hayvanlarında ise değişen hiçbir şey olmadığına dikkati çeken Kârlı, “Yeni kanun da onların öldürülmesini suç olarak düzenleme gereği duymadı. Onların için de durum benzer, devlete parasını ödediğin sürece öldürmek serbest, parasını ödemezsen yasak, tek farkı suç olarak düzenlenmemesi, o yüzden cezası idari para cezası” dedi.
“Hayvanları Koruma Kanunu değişiklik öncesi de yaban hayvanlarını korumuyordu, değişiklik sonrası da korumuyor. Büyük gelir kapısı Kara Avcılığı Kanunu istisna tutulduğu sürece de korumayacak” diyen Kârlı, “Önce insanların yaban hayvanlarını da kediler ve köpekler kadar düşünmesini sağlamalıyız, sonrasında ortak tepkiyle bu sesi kanun koyucuya duyurmalıyız” diye seslendi.
Hayvan Hakları Federasyonu (HAYTAP) Yönetim Kurulu Başkanı, Avukat Ahmet Kemal Şenpolat da avcılığın yeni olmadığını “Türkiye’nin buradan gelen dövize ihtiyacı yok”, “Av cinayettir”, “Yaban hayatı sona erdi” söylemlerini sürekli dile getirdiklerini ifade etti. “Zaten böyleydi, aynı fayton atları hikâyesinde olduğu gibi, aynı yunus parklarında olduğu gibi, zaten bunlar hep vardılar ama dile getirilemiyordu ya da dile getirecek insanlar bölük pörçüktü. Sivil toplum örgütleri bunun için önemli. Ava her zaman bu ülkede izin verildi. İzin evrenler de bizzat bakanlığın kendisi” diyen Şenpolat, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kendilerinin yanında olması gerekirken bu ihaleleri düzenlediğini kaydetti.
“Bakanlığın buradan gelecek paraya ihtiyacı olmadığı zaten belli. Hikâye o değil” diyen Şenpolat şunları kaydetti:
“Merkez Av Komisyonu denilen bir komisyon var, bütün kararı onlar alıyor. Peki bu komisyon kimden oluşuyor? Avcılardan oluşuyor. Bakanlığı ele geçirmişler istedikleri gibi karar aldırabiliyorlar. Bu komisyon 21 kişiden oluşuyor. Hatta bu komisyonun içine herhangi bir çevre örgütünün girmesini dahi istemiyorlar. 21 kişiden bir kişinin bile olmasını istemiyorlar. 21 kişinin oy birliği ile bu hayvanların vurdurulması, öldürülmesi için ihaleye çıkıyorlar. Bakanlık aslınsa avcılık lobisi tarafından ele geçirilmiş durumda.”
Şenpolat sözlerinin devamında da şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bakanlığın halbuki ne yapması lazım, çevrenin yanında, bu hayvanların vurulmaması için uğraşması lazım, onun için maaş alıyorlar. O zaman buradan şu noktaya geliyoruz, bakanlığın içindekiler aslında bizler kadar duyarlı olan insanlar değiller. Evet üretelim diyorlar ama üretmen bunların vurulması için oluyormuş gibi oluyor günün sonunda. O zaman bu adamlar bilgili insanlar değiller, bizim kadar duyarlı insanlar değiller, bizim gibi Don Kişot değiller.
Örneğin gidiyorlar benzinlik istasyonunun içinde veya aslan parkların içine yaban hayvanların tutsak olması için ruhsat veriyorlar. Herkes isyan ediyor bu nasıl olabilir diye, oluyor çünkü ruhsatı bakanlık veriyor. Bunu yapan insanlar illegal bir şey yapmıyorlar, aldığı bakanlık neresi, hayvanları koruması gereken bakanlık. Maalesef yetki ve güç onarda olduğu için bütün mücadeleyi onlarla yapıyoruz.”
Bakanlığa ilişkin eleştirilerinin ardından Şenpolat, “Bakanlıktaki personeli baştan aşağı hepsini değiştirmen gerekiyor, hepsine çevre, doğa, hayvan hakları konusunda, uzman insanlar ama aynı zamanda bu konuda duyarlı olan insanların olması gerekiyor. Memur bakış açısıyla bu bakanlığı yönetemezsin” önerisi getirdi.
1/7/2003 tarihli ve 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanununun 3 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkraları: "Merkezde, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürü veya Genel Müdür Yardımcısı başkanlığında, Genel Müdürlük merkez teşkilâtı ilgili birimlerinden dört, bir bitki koruma uzmanı ve bir veteriner hekim olmak üzere Tarım ve Köyişleri Bakanlığını temsilen iki, Jandarma Genel Komutanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü ve örnek veya özel avlak işletmecilerini temsilen birer, yaban hayatı veya biyoloji bölümü bulunan fakülteleri temsilen üç, yaban hayatı koruma, geliştirme, araştırma ve gözleme faaliyetlerinde bulunan gönüllü kuruluşları temsilen iki, dokuz coğrafi bölge esas alınarak avcı kuruluşlarını temsilen birer olmak üzere toplam yirmi beş üyeden teşekkül eden Merkez Av Komisyonu kurulur. İllerde, valinin veya görevlendireceği vali yardımcısının başkanlığında; İl Çevre ve Orman Müdürlüğü, Orman Genel Müdürlüğü ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı teşkilâtını temsilen ikişer, Jandarma teşkilâtı, Emniyet teşkilâtı ve gönüllü kuruluşları temsilen birer, mahalli avcı kuruluşlarından üç üye olmak üzere toplam on üç üyeden teşekkül eden İl Av Komisyonu kurulur." |
2021’in yaz aylarında Türkiye’nin güneyinde birbiri ardında çıkan orman yangınlarının yüzlerce hektar alan kül olmuş; bununla birlikte binlerce canlı da yaşamını yitirmişti. Resmî Gazete’nin 11 Ağustos 2021 tarihli sayısında çıkan “2021-2022 Av Dönemi Merkez Av Komisyonu Kararı”nda avlanma izni verilenler arasında yangın felaketinin yaşandığı iller de yer almıştı. Bunun üzerine hayvanseverler tarafından bölgede avcılığın yapılmaması talep edilmişti. Ses çıkaranlardan biri de doğa programcısı Güven İslamoğlu olmuştu. İslamoğlu, yangınların ardından yayımlanan karara tepki göstermiş, “Yangın gündeme gelmiş pas geçmişler... Antalya, Muğla, Aydın, Mersin yangın alanlarında av yasaklansın” diye seslenmişti.
Konuyla ilgili olarak konuştuğumuz İslamoğlu, söz konusu bölgelerde avcılığın şuanda yasak olduğunu ancak zaten bu bölgelerde yaşayan canlıların bir kısmının yangın sırasında kaçtığını vurguladı. İslamoğlu, "Yangın bölgelerinde avı yasakladılar ama yeterli değil tabii ki. Çünkü yangın bölgesinde zaten hayvan kalmaz, yangının dışındaki alanlara kaçar. Bizim baskımız üzerine bazı bölgelerde avı yasakladılar" dedi.
Av turizmiyle ilgili olarak da görüşlerini paylaşan İslamoğlu, "Ticari avcılıkta zaten bizim ülkemiz Tarım ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar av fuarına katılıyor. Zaten insanları Türkiye’ye onlar davet ediyor; gelin bizim ülkemizdeki hayvanları vurun diye. Bir popülasyonu iyileştirmek, iki köylüye para kazandırıp kaçak avı engellemek, üç turizmden para kazanmak gibi bir söylemleri var" diye konuştu.
İslamoğlu, geçen kasım ayında Kemaliye’deki yaban keçisi avı için dağlara onlarca taş ev inşa edildiğini ifşa etmişti. Bu yapılardan 18’inin Doğa Koruma Milli Parklar tarafından yıkıldığını hatırlatan İslamoğlu, bunların daha yüzlercesi olduğunu belirterek illegal avcılığa dikkati çekti. “Bunların önüne tuz ve yemek koyuyorlar, mazgallar var kaledeki gibi, içinde oturuyorlar sobası, masası var. Oldukça da zengin, kalburüstü insanlar var. Oradan av yapıyorlar. Burada hayvanları vurup kavurma olarak İstanbul’a gönderiyorlar. Yaban keçileri, geyik ne bulursa vuruyorlar. Bu dağlarda onlarca kaçak av yapılırken bir yandan da turizmden bahsediyorlar” diyen İslamoğlu, bu yapıların görüldüğünü ancak yıkılmadığını ifade etti.
“Bakanlık bunun üzerine gidemiyor. Bu av meselesinin lobisi çok yüksek. Yaklaşık 6-7 milyon avcı var, bunlar arasında büyük iş insanları var. Bunların hiçbiri de legal avlanmıyorlar. Bu adamlar yüzünden zaten lobi çok güçlü, Trabzonlular var, şusu busu var. Kast gibi acayip bir yer orası” diyen İslamoğlu, daha önce sosyal medyada da ifşa ettiği yaşanan bir örneği şöyle anlattı:
“Erzincan’da pandemi gününde sokağa çıkma gününde adamlar Trabzon’dan çıkıyorlar, bu dediğim taş binalarda avlanmak için Erzincan Kemaliye’ye geliyorlar. 26 kişi, 6 araba ile. Doğa Koruma Milli Parklar yakalıyor, işlem yapamıyorlar çünkü vali telefon açıyor, 'bırakın bu adamları' diyor. Sonra Doğa Koruma Milli Parklar mühendisleri merkeze bildiriyorlar, bu kulağıma geliyor, ben de Twitter’dan paylaşıyorum, ortalık birbirine giriyor. Erzincan’da ceza kesemiyorlar, Trabzon’da yakalayıp ceza kesiyorlar bu adamlara. Demek ki adamları yakalamışsın plaklarını tespit etmişsin, fakat serbest bırakmışsın, ben yazınca da adamı Trabzon’da yakalamışsın. O adam Trabzon’a gitmeden Erzincan’da arabalarına, silahlarına her şeyine el koymaları gerekiyor. Yasa öyle gerektiriyor. Ülke o kadar çürümüş ki bu konuda. O yüzden nereden tutsan dökülüyor.
Bu konuların üzerine gittiği için avcıların hedefi haline geldiğini ifade eden İslamoğlu, “Bana, ‘Avlaklara çıkma seni görmeyelim,’ diyorlar. Çünkü kara avcılığı kanunu diye bir yasa var. Bu kanuna göre yaptıkları iş yasal. Ben de muhalefet ediyorum bunlara. Ama onlar şunu bilmiyor, ben kara avcıları yasasına muhalefet etmiyorum, kaçak olana yasaya uymayanlara muhalefet ediyorum. Yoksa normal av yapan bir adamı çıkartıp yayınlayamazdım" dedi.
Yasal avcılıkta erkek bireyin öldürülmesinin yanında süren illegal avcılıkta da erkek dişi bakmaksızın canlı öldürülmeye devam edildiğine dikkati çeken İslamoğlu, şunları kaydetti:
“Sen erkeği vuruyorsun, diğer taraftan adam dişisini de vuruyor hamilesini de vuruyor. İki taraflı bir yok ediş var. Tamam doğayı korursun, kaçak avı engellersin, dersin ‘yaşlı bireyi de vuruyorum.’ Hadi kaçak avı engellemek için sesimizi çıkarmayabilirsin. Bu dünyanın pek çok yerinde var. Hayvanları vurmasın diye insanlara para veriyorlar. Bu Kazdağları’nda ismini söylemeyeceğim bir adam var. Bu ayı vuruyor. Ona şu anda bakanlık tarafından maaş bağlandı, safari turizmi yapıyor ayı vurmasın diye. Yakalayamıyorlar çünkü suçüstü yapmanız lazım. Bir kişiyi gidip de evinden alamazsın ayı vurdun diye. Biz mesela gittiğimiz zaman avcıları görüyoruz, avı ve tüfekleri saklıyorlar ama adamların üzerinde kamuflaj var! Adamı tutuklayamazsınız çünkü önce avı ve tüfeği bulmanız lazım. Tüfekleri saklıyorlar ama kamuflajla dolaşıyorlar!”
Bir diğer ulaştığımız isim de Türkiye Avcılık ve Atıcılık Federasyonu Avcılık Teknik Kurulu Başkanı Prof. Dr. Senih Yazgan. Kendisinin de bir avcı olduğunu belirten Prof. Dr. Senih Yazgan, izin ile belli bir miktarda hayvan avlanmasına izin verilmesinin gerekçesini şöyle anlattı:
"Eskiden predator (yırtıcı hayvan) denilen bunları yaşlanmış olan bireylerini doğada selekte edebilecek olan, yani beslenme ihtiyacını karşılamak için öldüren çakallar ve kurtlar vardı. Ama ne yazık ki insanoğlu çakalı, kurdu öldürdüğü için şimdi kendi kızıyla çiftleşebilmek durumunda kalacak yaşlı bireyler sürülerde kalıyor. Yani gidip de bir avcı orada gelişigüzel önüne çıkan her tekeye ya da koyuna silah atma hakkına sahip değil. Orada seçilmiş bir birey var, o erkek birey hedef gösteriliyor, o avlandırılarak aslında sürünün genetik yapısının korunması sağlanabiliyor. Bunu teknik anlamda doğa kendi içinde geçmişte çözerken, doğayı insanoğlunun farklı uygulamaları sonucundaki predatorlerini yok eden bizler, şimdi bunu bir görev ve misyon olarak da avcılara yüklüyoruz.
Buna selektif bir hasat diyoruz. Bunu yapmadığınız takdirde sürüde genetik bozukluklar ortaya çıkar, genetik bozuklukların kesinlikle de telafisi yoktur. Bunu yapabilmek adına mutlaka ama mutlaka kontrollü denetimli bir avcılığın, ama av turizmi adı altında, ama yerel avcılık adı altında yapılmasının her zaman doğru olacağını düşünüyorum. Ve bunun da savunulması gerektiğini düşünüyorum."
Prof. Yazgan, "Hiçbir canlının yaşam hakkını hiçbir canlının alma hakkı yoktur. Ben de bir avcıyım ama bu ne kadar doğrudur diye sorduğunuzda ne bilimsel anlamda ne duygusal anlamda bir karşılığı yok. Bir tutku diyelim, bir anlamda bir bağımlılık olarak düşünülebilir. Ama şunu da bilmek gerekir insanoğlu var olduğu sürece beslenme ihtiyacı olduğu sürece, bu anlamda hayvan haklarını koruyan tüm toplumun şunu düşünmesi lazım; o zaman biz et tüketmeyelim. Bu anlamda bir canlının insan beslenmesi için beslenip büyütüldüğünü, o insanın beslenmesi için yaşam hakkının belli bir süre sonra son verildiğini düşündüğümüzde aslında hayvan hakları açısından baktığımızda teknik anlamda hiçbiri bana doğru gelmiyor" görüşünü savundu.
Türkiye'de yasal avcı sayısının 165 bin olduğunu ancak avlanma belgesi adı altında ruhsata sahip olan silah sayısının 4-5 milyon adet olduğunu ifade eden Prof. Yazgan, "Zaten sorun orada adamın bu konuyla ilgili hiçbir yatırımı yok ya da devlete bir katkısı yok ama yolda giderken görüp de işte bu türdeki bir canlıyı avlıyor. Ya da köyde çobanın koyununu korumak için silah alıp ama koyununu otlatırken av yaptığını bizler tanıkları oluyoruz" diyerek illegal avcılığa ve Türkiye'deki avcıların bilinç seviyesine dikkati çekti.
Yazgan, Türkiye’de avcılığın yasaklanması durumunda illegal avcılığın inanılmaz derecede önünün açılmış olacağını söyledi; "Zaten legal avcılıkla ilgili pek bir problem yok. Bugün evinde tüfeği asılı olan hiçbir devletine yükümlülüğünü getirmeyen ama kalkıp istediği zaman avı yapmayı kendine hak gören gerçekten ciddi bir insan nüfusuna sahibiz" diye konuştu.
"Avcılarımız içinde oran olarak ne kadar dürüst, ilkeli avcı var derseniz, o da bir soru işaretidir. Ama devlet bunu denetlemekle yükümlüdür" diyen Prof. Yazgan, "Aynı zamanda şunu da söylemek istiyorum, dünyada artık avcılığın da avladığından daha fazlasını doğaya verme zorunluluğu vardır" diyerek, devletin avcılıkla ilgili yönetim anlayışını da şöyle eleştirdi:
"Bugün İngiltere avcılarına hizmet etmek adına her yıl 50 milyon adet avlanabilir kuşları doğaya salıyor. Bunun yaklaşık olarak 25 milyonu avlanıyor, kalan 25 milyonu ama predatorler ama doğada kalarak popülasyonun giderek çoğalmasına sebep oluyor. Bugün İngiltere’ye gitseniz otel köşelerindeki park alanlarında sülünlerin, kekliklerin gezdiğini görebilirsiniz. Bunu devlet yapıyor. İngiltere’de ne kadar avcılık yapılıyor? Çok sayıda yapılıyor. Ama devlet bunu mutlaka yerine koyuyor.
"Bizde öyle bir sistem yok. Devlet Türk avcısı üzerinden yaklaşık 80 milyon TL’ye yakın vergi topluyor. Bunu da doğada hiçbir çoğaltma üretme ve bunu da koruma değil, avcıya hizmet anlamında kullanmıyor. 15-20 tane keklik salıyorlar zaten bunların hepsi ölüyor. Arkasından da diyorlar burada avlanmak yasaktır. Oysaki İngiltere’de salıyorlar hepsini sonuna kadar avlayın diyorlar. Çünkü kümeste beslediğiniz hayvanın doğada var olan hayvana bir hastalık taşıma riski nedeniyle bu popülasyonun tamamının avlanmasına izin veriliyor. Ama Türkiye’de maalesef böyle olmadığı için avcımızın da eğitim düzeylerinin de belli olduğu düşünüldüğünde adam da gidiyor o popülasyon üzerine avlayabildiği kadar avlamaya çalışıyor.
"Ne yazık ki ülkemizde neresine bakarsanız bakın sorunlarımız var mı? Var. Avcılığın sorunlu bir profili de var. Avcılığın devlet nezdinde desteklenmesi anlamında da devletin yapmadığı çok çok çok şey var. Her tarafı yasaklamak var olan bir popülasyonun üzerine gidiyorlar, o popülasyon zaten küçük bir popülasyon ama oraya yığılan avcı sayısı çok fazla olduğu için yaşam hakkı kalmıyor. Bütün avcılar tarafından o popülasyon son bireyine kadar yok ediliyor, yani yönetim anlamında da yanlışız. Doğaya katmak adına da avılar anlamında da çok büyük yanlışlarımız var. Burada başta devlet artı avcılara çok önemli görevler düştüğünü düşünüyorum.
"Üretimin olmadığı bir yerde, üretim av hayvanlarının doğaya salınmadığı bir süreç içerisinde avcılıkla ilgili biz her yıl olaylar yaşayacağız, kavgalar yaşayacağız, basına yansıyan sorunları gelecekte sık sık göreceğiz. Hayvan hakları arkadaşlara da ben bütünüyle katılıyorum. Ama onların da bunun "yasaktır" diyerek çözülmeyeceğini bilmelerini istiyorum. Yasak hiçbir zaman bir çözüm getirmiyor. Nasıl bir koruma, belli ölçülerde nasıl bir hasat ya da doğaya aldığından daha fazlasını koyabilecek olan bir anlayışla avcı ve hayvan hakları savunucularının el birliğiyle üretimi desteklemesiyle ancak bu çözülebilir."
Öte yandan Kemaliye'deki taş evleri, bu evlere göz yumulduğu iddiasını da sorduğumuz Prof. Yazgan'a şunları kaydetti:
"Bunlar tamamen oradaki yöre halkının yaptığı binalar. İstanbul’da Bursa’da İzmir’de yaşayan bir avcı kalkıp da doğada bir taş bina yapıp de oraya gidip illegal avcılık yapması mümkün değil. Yerelde bunun yapılan bir avcılık tekniğiyle uygulandığını herkes biliyor. Mesela örneğin benim bugün Tunceli’de yerelde bir arkadaşım var, gidiyor yereldeki arkadaşım ‘Ben dağda teke avı için çok güzel bir yer yaptım ne jandarması ne av koruması geliyor. Kimse yok.’ Ben de buradan kalkıyorum gidiyorum orada konaklıyorum, içiyorum, oradaki bir pencereden de hayvanı vurup geliyorum. Bunlar var mı Türkiye’de? Evet var. Ama esas bu işin temelinde yereldeki insanlar yatıyor. Yoksa İstanbul’daki Ankara’daki bir arkadaşın oralarda taş bina yapıp orada konaklayarak avcılık yapmasına kimse izin vermez. Yani yerelde ilişki olmadığı sürece bu işi yapabilmenin bir karşılığı yoktur. Mutlaka yereldeki insanlar bunu yapıyordur."
İllegal avcılıkla ilgili Türkiye Avcılık ve Atıcılık Federasyonu olarak neler yaptıklarını sorduğumuz Prof. Yazgan, "Av ve Yaban Hayatı Konfederasyonu olarak bir sivil toplum örgütümüz var. Aslında devletin içerisinde olan federasyonun avcılık adına yapmış olduğu çok bir faaliyet yok. Sadece Türkiye’yi uluslararası alanda temsil ediyor, Avrupa Birliği’ndeki uyum çerçevesinde oradaki avcıların oluşturduğu bir örgüt var, orada alınan kararlara paralellik gösteriyor, orada alınan kararların Türkiye’ye anlatılmasını sağlıyor" dedi. Bütçelerinin olmadığını ifade eden Yazgan, "Bir bütçe verilse ben çok eminim ki İngiltere’de bahsettiğim gibi sırf avlanmak adına kafeste üretilen ama yaban formasyona uymuş olan üretimi yapabilir miyiz federasyon olarak, yapabiliriz. Ama elimizde beş kuruşun olmadığı bir ortamda yapmamızın imkânı yok. Devlet vergi veriyoruz, devletin avcıya geri dönüşü olması gerekiyor" diye konuştu.
© Tüm hakları saklıdır.