27 Mart 2020 16:58
Ali Bilge*
Türkiye salgın sürecine nasıl bir haldeyken girdi ve salgın nasıl yönetiyor?
Birincisi; Türkiye ekonomisi fevkalade güçlükler içindeyken salgınla karşı karşıya kaldı, ekonomi vahim seyrediyordu. Ekonomi iç ve dış kaynak sıkıntısı yaşıyordu, ciddi bir darboğaz ve bunalım durumu söz konusuydu.
İkincisi; AKP döneminde uygulanan yanlış sağlık politikaları nedeniyle birikimli sorunlar yaşanmaktaydı. Sağlık politikası şehir hastaneleri eksenine kaydırılmış bulunuyordu. Pek çok sağlık kurumu şehir hastanelerine geçiş nedeniyle kaldırılmış durumdaydı. Yeni sistemin mali yükünü ve işlemezliğini tartışıyorduk. Gelecek 25 yıl boyunca 20 şehir hastanesine 140 milyar doların üzerinde kamu bütçesinden kaynak ayırmayı taahhüt etmiş olduğumuzu konuşuyorduk. Sağlık sistemimiz, AKP döneminde özel sektör ağırlıklı bir yapıya dönüşmüştü. Güçlü bir ekonomiye ve sağlık sistemine sahip değildik.
Türkiye; tarım, eğitim, savunma, dış politika gibi pek çok sektörde iyi yönetilemiyordu. En büyük problem yargı ve adalet sistemindeydi. Hak ve özgürlüklerin sınırlandığı, yargıda bağımsızlığın ortadan kalktığı, otokratik bir ülke hüviyetindeyken Covid-19 kapımızdan içeri girdi. Ekonomide, sağlıkta ve adalette devasa sorunlarla karşı karşıya kalmışken pandemi ortaya çıktı.
Türkiye, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi (CHS) denilen bir sistemle 23 aydır yönetiliyor. CHS, tek adam rejimi denilen, demokrasi denilemeyen bir rejimin adıdır. Bu sistemle birlikte pek çok kurum, örneğin başbakanlık müessesesi kaldırılmıştı, 23 aydır ülkede başbakanlık müessesesi yok, yani Türkiye'nin yönetim hafızası, kiti ortadan kalkmış durumda.
Geçen süre zarfında görüldü ki, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen sistem zafiyetlerle dolu ülke idare edilemiyor -bu sistemi getirenlerde idare edilemediğini ifade ediyor- sistem işlemiyor, lokomotif vagonları çekemiyor, raylar bozuk ve vagonlar tek tek devriliyor, sağlık vagonu da bunlardan biri. Ülkemiz hiç iyi durumda değil ve otokratik tek adam rejimi ile hiç iyi yönetilemiyor.
Baskıcı rejimle, salgın ile mücadele edecek politikaların kurgulanmasında kifayetsizlik söz konusu, umarsızlık, beceriksizlik, organizasyon yeteneksizliği ve çaresizlikle karşı karşıya kalındığını görüyoruz.
Türkiye yılda 450 bin umre ziyareti yaptırıyor, yaklaşık 80 bin de hac ziyaretçisi var, 2020 için 83 bin kişi belirlendi. Virüs nedeniyle, umre ziyaretini Suudi Arabistan yasakladı, dolayısıyla o en son gelen kafileden başka giden olmadı. Ancak hac kayıtları ve işlemleri Diyanet İşleri Başkanlığı'nda devam ediyor, hacda herhangi bir problem yok! Yola devam! Geçen hafta Antalya'da 800 Diyanet personeline hac eğitimi verildi. Ancak THY uçuş yapmıyor! Diyanet İşleri Başkanlığı'nın sitesine baktığınızda şu anonsu görüyoruz: "Hacca gitmek isteyenlerin kayıtları 15 Mayıs 2020 tarihine kadar uzatılmıştır." 22 Haziran'la 25 Temmuz'da gidişlerin, dönüşlerin de 6 Ağustos ve 2 Eylül'de olacağı belirtiliyor. Yani Hac da bir kısıtlama yok, umre yasak ama hac henüz yasak değil.
Vakalar görülmeye başlamışken sadece Suudi Arabistan topraklarından 21 bin umre ziyaretçisi memlekete döndü. 21 bin kişinin geleceği biliniyordu. Neden umreye gönderildiler, o da ayrı konu ama dönüşleri bir acayipti. Çünkü, Çin'de görülmeye başlayan Covid-19 virüsü 3 aydır devam eden bir gelişmeydi. Çin, gecikmeli de olsa tedbirlerini aldı, ancak Çin'in Mekke ve Medine'ye, umreye giden 21 bin kişisi yoktu, İtalya'nın umre ziyaretçisi yoktu.
Umreden dönen en son parti, 21 bin vatandaşın 9 bini yaka paça karantina alt yapısı olmayan öğrenci yurtlarına yerleştirildiler. Gelenlerin hava limanlarında da ciddi kontrollerinin yapılmadığına da tanık olduk. 12 bin vatandaş ise memleketin her bir tarafına dağıldılar. Türkiye'de hacca gidenlerin yüzde yüzde 81'i 50 yaş üstü, umreye gidenlerin yüzde 63'ü 50 yaş üstü olduğunu derkenar edelim.
Şunu da not etmekte fayda var, umreden son turdan önce gidip dönenler hakkında da bilgi sahibi değiliz. Çin'de virüsün görülmesinden sonra kaç kişi gitti geldi bilmiyoruz.
Son umre kafilesinin bir kısmı dönüşlerinde öğrenci yurtlarına yerleştirdi Kaldıkları yerleri ve tıbbi olanakları görünce içlerinden isyan edenler oldu, bunların bir kısmı ancak kamuoyuna yansıdı, torpilliler konvoydan, yurtlardan çıkarıldı. Gelen 21 bin umrecinin 12 bini memleketlerine evlerine gönderildi. Bunlara sadece nasihat edildi "14 gün boyunca evden çıkmayın!" dendi. Zaten ilk vakalar umre dönüşünden gelenler ve aile üyeleri içinden çıktı .
Karşımızda 21 bin umre ziyaretçisinin dönüşünü organize edememiş bir yönetim var. Umre ziyaretlerinden dönen insanların, 9 bini 'sözde karantinadalar' sözde diyorum çünkü öğrenci yurtlarına yerleştirildiler, yurtlar karantina alt yapısı olamayan yerlerdi, karantina altyapısı hazırlanmış değildi, bunların geleceği de belliydi. Gelenlerde zaten buraları görünce isyan ettiler.
Tüm yaşananlara baktığımızda şunu anlıyoruz. Türkiye hali hazırda karantina donanımına ve karantina yürütme becerisine, politikasına, kadrosuna sahip değil.
Diyanet İşleri Başkanlığımız Mekke ve Medine'de iki hastaneye, Arafat'ta da 400 metrekarelik sağlık çadırına sahip bulunuyor. Çok sayıda sağlık ocakları, ambulansları var, kutsal topraklarda! Mekke'deki hastane, 16 katlı bir binada, tam donanımlı, 150'ye yakın doktor görev yapıyor, oraya gidenlere uzun yıllardır sağlık hizmeti veriyor. Ayrıca 2018'de Sağlık Bakanlığı da, Suud yönetimiyle bir protokol imzalamış, onlar da hastane açma hazırlığı içindelermiş.
3 Ekim 2013 tarihinde, kutsal topraklarda faaliyet gösteren hastaneleri basına gezdirmişler. Anadolu Ajansı da bir haber yapmış, haberde hastanelerin 'ne muhteşem olduğundan, kapasitelerinden, hizmetlerinden, 400 metrekarelik klimalı sağlık çadırından' bahsediliyor. AA haberinin son cümlesi çok ilginç geldi, aktarıyorum: "Hac öncesi endişeye neden olan ağır akut solunum yetmezliği sendromu, SARS hastalığına benzer belirtilerine neden olan Koronavirüs konusunda da şimdiye kadar olumsuz bir durum yaşanmadı. S. Arabistan yetkilileri Koronavirüsv için de gerekli önlemlerin alındığını açıkladı."
Dikkatiniz çekerim; Ekim 2013'te bugünkü Covid-19'un abisi, ablası kol geziyor oralarda ve habere konu oluyor. Belli ki konu, o zamandan bu yana biliniyor, oradaki Diyanet hastaneleri bilgi sahibi. Hac ve umre bölgeleri her daim Koronavirüs çeşitlerinin kovanları durumunda. Yıl boyunca, her türlü virüsü taşıma potansiyeline sahip milyonlarca insan buraları ziyaret ediyor.
Siz tüm bunlara rağmen önlem almıyorsunuz, haydi bıraktım önceki kafileleri, en son 21 bin kişiyi, üstelik virüs de ortaya çıkmışken neden umreye gönderiyorsunuz? Neden gelişlerini yayılımı önleyecek şekilde organize etmiyorsunuz? Umre ziyaretçilerine kutsal topraklardaki hastanelerde ön bir tarama yapılamaz mıydı? Vakalar ayıklanamaz mıydı? Bazı testler yapılamaz mıydı? Bazı önlemler alınamaz mıydı? Hepsini aynı uçaklara doldurup getirdik. Hastanelere ilişkin haberlere baktığınızda 5 TIR ilaç gittiği de söyleniyor. Çin'de ve dünyada vakalar başlamışken, bu gidiş ve dönüşler yaşandı. İnsanların virüsün içine girip çıkmasına neden müsaade ediyorsunuz? Ezcümle, sadece son umre ziyaretçilerini bile ele aldığımızda Koronavirüs salgınına ilişkin sürecin iyi yönetilemediğini görüyoruz,
Nasıl deprem sonrasında nasıl çaresiz kalmışsak, hatırlayın o günleri 20 yıl önce yaşadıklarımızı, sanki deprem bölgesi ülkesi değilmişiz gibi deprem konusundaki çaresizlikler yaşamıştık, vatandaşın ve devletin ne kadar bilgisiz , yetersiz ve duyarsız olduğunu görmüştük. Deprem toplanma yerleri bile tespit edilmemişti. Salgında bir afettir ve salgında karantinalar çok önemlidir.
Sağlık Bakanlığı bünyesinde Halk Sağlık Genel Müdürlüğü'ün altında Bulaşıcı Hastalıklarla Mücadele Daire Başkanlığı var. Karantina işlerinin bu birimde olması gerekiyor. Ayrıca Diyanet İşleri'nde ve Sağlık Bakanlığı'nda adının başında 'karantina' olan bir birim görünmüyor. Karantina müdürlüğü, başkanlığı gibi bir birim görünmüyor. Hac ve umre eğitimi yapılıyor, bunu biliyoruz, peki ülkemizde karantina eğitimi yapılıyor mu? Karantina eğitimli, donanımlı ne kadar ekibimiz, kadromuz var? Doğrusu pek bir şey bulamadım.
Çok gerilere gitmeyelim, 1878'den itibaren Osmanlı-Rus savaşından bu yana geldiğimizde Osmanlı -Türkiye yönetimlerini meşgul eden önemli konulardan biri karantinalardır. Karantina işi o kadar önemlidir ki, Türkiye'nin kurucu anlaşması olan Lozan müzakerelerinde görüşme başlıklardan biridir.
Osmanlı'da limanlarda ve hudutlarda karantina yönetimleri vardır. Zaman içinde karantina bölgelerinin yönetimi yabancılara kapitülasyon olarak verilmiş, "biz idare edemiyoruz, sen idare et, gelirleri de senin olsun" demişiz. Lozan'da başlık olması da bu nedenle. Lozan'da kapitülasyon sahibi devletler "siz buraları yönetemezsiniz", "yönetemediğinizde de tüm Avrupa'yı salgın sarar, ülkelerimiz etkilenir" diyorlar. Ciddi, çetin müzakereler oluyor, "beceremezler bu işi" demekle birlikte, elbette gelirden de olmak istemiyorlar.
Salgın hastalıklar tarihimiz acılarla doludur, Osmanlı-Rus savaşından bu yana savaşlarda ölenlerin misli misli salgın hastalıklardan ölen askerlerimiz, sivil insanımız vardır. Balkan harbinin trajedisi inanılmazdır. Balkan bozgununun büyük bir bölümünü bulaşıcı hastalıklardan yaşamışızdır. Ordunun önemli bir bölümü ve halk bulaşıcı hastalıklara teslim olmuştur. Dönemin Sadrazamı - Başbakanı Mahmut Şevket Paşa, Balkan savaşı sırasında yaşanan bu trajedi ile ilgili olarak , "gerek askeri gerekse sivil alanda en geri olduğumuz konu sağlık hizmetlerini organize edemeyişimizdir. Geçen yıl bütçeden aldığım 460 bin altın bile kullanılamadı" der.
AKP –Erdoğan iktidarının bugünkü karantina anlayışına baktığımızda da durumun vahametini görüyoruz. Çin'den, İtalya'dan da ders alınamadan işlerin yürütüldüğü ortada. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın her şeye donanımı var ama salgınlar hakkında donanımı ve ajandası yok. Salgın ülkelere yayılmışken umre dönüşlerini bile organize etmekten yoksun durumdalar.
Türkiye'de umre ve hac ziyaretlerinin salgınla bağlantısını kurmadan meseleye yaklaşmak ciddi bir eksiklik oluyor. Salgınlar, afet yönetimi gibi mücadeleyi ve organizasyonları gerektir. Karantina yönetimleri ciddi bilgi birikimi ve iyi kadrolar gerektirir. Hatırlayın Birleşmiş Milletler'in, Dünya Sağlık Örgütü'nün ebola ve benzeri salgınlarında salgının yaşandığı ülkelerde oluşturdukları organizasyonları. Karantina politikası, karantina tedbirleri, karantina bölgelerinin yönetimi hususu ciddiye alınmadan bu işlerle mücadele edilmesi pek mümkün gözükmemektedir.
Yakın tarihimiz boyunca hem Anadolu'da hem de Rumeli'de sıtmadan, trahomdan, veremden, koleradan, tifüsten insanlar kırılmıştır. Birinci dünya savaşında doğu cephesinde soğuktan çok tifüsten, tifodan ölenlerle kırılmıştır. Dolayısıyla salgın ve karantina deneyimiz bilgimiz var ama yakın zamanda bu alanda hafızası olan kurumları ortadan kaldırdık, 2011 'de karantina bilgi birikimimizi, aşı bilgi birikimimiz olan Hıfzıssıhha Enstitüsü'nü kapattık. Aşı işi özel sektöre ihale edildi.
Beceriden, bilgiden yoksun yaklaşımlara ancak bu kadar. Ayrıca ağırlıklı bir kamu faaliyeti olan sağlık sektörünüz özel sektöre de kaydırılmış durumda. Sağlık Bakanı'nız bile özel hastane sahibi. Gayri ciddi otokraside işler böyle yürüyor. Salgına karşı açıkladığınız tedbirlerden de bu anlaşılıyor. İlan edilen 'neşen yerinde tedbirleri' de bu işi ciddiyetinin farkına varılamadığını gösteriyor. Dünya çapında bir salgında tedbirler böyle mi açıklanır? Böyle mi söylenir? "Neşen yerinde!" 'Neşen yerinde tedbirleri' tarihteki yerini aldı. "Ekmek bulamazlarsa pasta yesinler" gibi...
* Ali Bilge: İktisatçı Gazeteci Açık Radyo – Ekonomi Politik Programcısı
Bu yazı 23 Mart 2020 tarihinde Açık Radyo'da gerçekleştirilen Ali Bilge ile Ekonomi Politik programı esas alınmak suretiyle düzenlenmiştir.
© Tüm hakları saklıdır.