Türkiye’deki darbe girişimi, ardından yaşanan olaylar ve Gülen cemaatine yönelik operasyonlar, Almanya’da da Türkiye kökenli yurttaşlar arasında kutuplaşmayı derinleştiriyor, zaman zaman gerginliklere yol açıyor.
Türkiye’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti, hakkında açılan davalar nedeniyle 1999 yılından bu yana ABD'de yaşayan Fethullah Gülen liderliğindeki hareketi hükümeti devirmek amacıyla faaliyetler yürütmek, 15-16 Temmuz tarihlerindeki darbe girişimini organize etmekle suçluyor. Türk Hükümeti, Alman Hükümeti nezdinde girişimde bulunarak cemaat mensubu oldukları iddiasıyla bazı kişilerin Türkiye’ye iadesini talep ederken, cemaatin siyasi ve ticari faaliyetleriyle ilgili hassasiyetlerini dile getiriyor. Ayrıca Türkiye’de halkı sokağa çağıran AKP, Almanya’da da kendisine yakın UETD ve diğer bazı dernekler aracılığıyla gösteriler organize ediyor.
Bazı protestolar, kendini Hizmet hareketi olarak nitelendiren Gülen cemaatinin Almanya'daki basın kuruluşları, eğitim kurumları, dernek, okul ve mensuplarını hedef alıyor. Protestolarda gerilimin tırmanması ve bazı kentlerde şiddet eylemine dönüşmesi, bazı camilere cemaate mensup kişilerin alınmamaları, sosyal medya üzerinden tehdit içeren kampanyalar yapılması ve bazı dükkânlarda ‘Gülen cemaati mensuplarına satış yapılmamaktadır” gibi yazılar asılması güvenlik güçlerini alarma geçirdi.
Türkiye'deki mücadele Almanya’ya yansıyor
Türkiye’de darbe girişimine varan, ölümlere sebebiyet veren bu güç mücadelesi Almanya’daki Türk toplumundaki kutuplaşmayı da derinleştiriyor. Friedrich-Alexander Üniversitesi öğretim üyesi, siyaset bilimci Dr. Meltem Kulaçatan, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Fethullah Gülen Türkiye için, devlet kurumları için siyasi güç kavgası yürütüyor” derken bu mücadelenin Almanya’ya yansımasının farklı sebepleri olduğunu kaydetti.
Artık yalnızca bir ülkede sınırlı bir yaşam sürülmediğini, transnasyonal alanlarda yaşandığını ifade eden Kulaçatan, “Türkiye kökenliler, farklı siyasi tercih ve çıkarlarını ifade ediyor. Köken ülkeye farklı bağlarla bağlı olanların çoğulcu bir göç ülkesi olan Almanya’da bunu ifade etmesi gerçeğiyle yüzleşiyoruz” diye konuştu. Almanya’da yaşayan Türklerin bir bölümünün Alman vatandaşlığına sahip olmadığını, yerel ve genel seçimlerde oy kullanma hakkının bulunmadığını hatırlatan Kulaçatan, buna karşılık AKP iktidarının buradaki göçmenlere Türkiye seçimlerinde oy kullanma hakkını sağladığını, burada düzenlediği mitinglerle de onları doğrudan muhatap aldığını vurguladı.
Öte yandan Fethullah Gülen cemaatinin, Alman eğitim sistemindeki sorunların oluşturduğu boşluktan yararlanarak başarılı olarak nitelendirilen eğitim kurumlarına ailelerin ilgisini çekmeye başardığına dikkat çeken Kulaçatan, “Oysa cemaatin yapısı, kimin kim olduğu şeffaf değil. İslam yorumu net değil. Almanya’da, Avrupa’nın ortasında güçlenmelerine göz yumuldu” diye konuştu.
Kulaçatan, ayrıca şunları kaydetti: “Türkiyeli gençler hem etnik kökenleri hem de dini aidiyetleri nedeniyle ayrımcılığa uğruyor. Geriye ne kalıyor. Annelerinin, ninelerinin vatanı. Aidiyet kurulamayınca devreye milliyetçilik, İslamcılık girebiliyor.”
Ayrımcılık duygusu aidiyeti etkiliyor
Geçen hafta Münih’te düzenlenen saldırıda, aşırı sağcı bir saldırganın, çoğu göçmen kökenli 9 kişiyi öldürdüğünü, ancak Alman toplumunun burada yeterli dayanışmayı gösteremediğini ifade eden Kulaçatan şu değerlendirmeyi aktardı: “Kurbanların çoğu Müslüman. Aileleri, çaresizce siyasetçilerden güçlü bir dayanışma görmek istedi. Yanlarına gidilip acılarının paylaşılmasını bekledi. Bunlar bugün gerçekleşmedi. Büyük acıların yaşandığı anlarda çoğunluk toplumu dayanışma ortaya koymayacaksa, duygusal aidiyet bağı oluşturulamayacaksa, ne zaman oluşturulacak? Bu yapılmayınca devreye köken ülkelerin aktörleri giriyor. Bu ilkesel olarak bir sorun değil ama bu aktörler çoğulculuğu, daha fazla demokrasi ve özgürlüğü reddeden bir eğilime sahipse işte o zaman sorun oluyor. Yaşadığımız da tam olarak bu.”
Gerilim şiddete dönüşür mü?
Türkiye'deki gerilime taraf siyasi gruplar Almanya'daki Türk toplumu içerisinde etkin. Mensupları aynı mahallelerde iç içe yaşıyor. Hem siyasilerin hem de güvenlik güçlerinin ortak kaygısı bu gerilimin Almanya’da da şiddete evrilmesi.
Bu endişeleri paylaştığını söyleyen Kulaçatan, sadece Türkiye’de değil Avrupa genelinde çetrefil sorunlara çok net yanıtlar verme iddiasındaki otoriter eğilimlere desteğin artığına dikkat çekerek, Türkiye toplumunda da benzer bir yönelim gözlemlediklerini aktardı. Siyaset bilimci, bunun gerçekçi çoğulcu ve demokratik bir tartışma ortamına çok az alan bıraktığını ve fiziki şiddete kapı araladığı uyarısında bulundu.
Türkiye ve Uyum Araştırmaları Merkezi (ZfTI) uzmanlarından Caner Aver ise darbe girişiminin hemen ardından, oluşan infial ve duygusal tepkilerin öfkeye yol açtığını ve bunun sonucunda sınırlı sayıda bazı şiddet olayının meydana geldiğini söylemekle birlikte sürecin şiddete evrilmesini beklemediğini söyledi.
Aver’e göre farklı siyasi gruplar arasında tansiyonun düşürülmesinde hem Almanya hem de Türkiye hükümetlerine görev düşüyor: “Alman siyasiler Türk toplumunun Almanya’nın bir parçası olduğunu çok daha güçlü bir şekilde vurgulamalı. Türkiye'den de Türk toplumuna sükûnet ve sağduyu çağrısının yapılması önemli. Ancak asıl kilit öneme sahip konu Türkiye’de yönetim, iktidar ve muhalefetin darbeye karışanların yargılanması ve cezalandırılması yönündeki çabalarıyla eşzamanlı olarak ivedilikle toplumsal barışın sağlanması için ağırlıklarını koymalarıdır.”
Aver, Pazar günü Köln’de yapılacak darbe karşıtı gösteriye 10 ila 15 bin arasında milliyetçi, muhafazakâr ve dini kesimlerden katılımcı beklendiğini, Kuzey Ren Vestfalya’da ise 1 milyon Türkiyelinin yaşadığına dikkat çekti. Aver, “Bu rakamlar AKP’nin Avrupa Teşkilatı olarak nitelendirilen UETD’nin çağrısıyla yapılacak gösteriye katılacak olanların Almanya’daki Türk toplumunun tamamını temsil etmediğini açıkça ortaya koyuyor. Almanya'daki Türk toplumunun ezici çoğunluğu tıpkı Türkiye toplumu gibi darbe karşıtı. Ancak yine önemli bir bölümü Erdoğan’ın darbe girişimi sonrası önlemlerine eleştirel bakıyor ve bunlardan ötürü endişe duyuyor. Dolaysıyla tüm Türk toplumunu aynı kefeye koymak doğru değil” dedi.
Steinbach: Yeni bir olgu değil
Türkiye ve Ortadoğu uzmanı Udo Steinbach ise Türkiye iç siyasetinin Almanya sokaklarına taşınması olgusunun yeni olmadığını vurguladı. Türk iç siyasetinin Almanya’ya yansımalarının 1990’lı yıllar itibariyle Kürt sorunu ile başladığını hatırlatan Steinbach, şimdi buna Türkiye için yine büyük öneme sahip, yol ayrımı niteliğinde yeni bir boyut eklendiğinin altını çizerek şunları kaydetti:
“Soru şu: Türkiye demokratik yolda devam mı edecek yoksa Erdoğan’ın diktatörlük yolundan mı ilerleyecek? Almanya’daki Türkler arasında Erdoğan’ı destekleyenler olduğu gibi demokrasi yolundan devam edilmesini isteyen çok sayıda birey var. Gayet tabi ki bu insanlar Almanya’da gösteri düzenleyecek. Başka nerede düzenlesinler zaten artık Türkiye’de protesto gösterisi düzenlenemiyor. Önemli olan barışçıl olunması sokakta şiddete yol açılmaması.”
1990’lı yıllarda Kürt sorununa ilişkin gösterilerdeki şiddet eylemlerinin PKK’nın 1993 yılında terör örgütü olarak tanınmasına yol açtığını hatırlatan Steinbach, “Türklerin çoğunluğu kendilerini Almanya’da ifade edebileceklerini biliyorlar. Bununla birlikte ancak barışçıl kaldıkları müddetçe kendilerini ifade edebileceklerini ve her türlü şiddet ile baskıdan zararlı çıkacaklarını da gayet iyi biliyorlar” diye konuştu.