Hürriyet yazarı Murat Yetkin, "IŞİD ve El Kaide'yi güçlendirdiği" iddiasıyla yedi Müslüman ülkenin Katar ile diplomatik ilişkilerini kesme yönünde aldığı karar sonrası başlayan "kriz" ile ilgili olarak "Türkiye’nin Katar krizine çıplak elleriyle dokunmaması, diplomasi maşasıyla yaklaşma tutumunu sürdürmesinde yarar var. Suriye sütüyle ağzımız yandıktan sonra Katar yoğurdunu üfleyerek yemekte de" dedi.
Murat Yetkin'in "Katar krizi: Dokunan yanabilir" başlığıyla yayımlanan (6 Haziran 2017) yazısı şöyle:
Ortadoğu’da yeterince sorun yokmuş gibi dün itibarıyla bir de Katar krizi çıktı ve diğerleri gibi o da Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor.
Aslında şu sıralar Suudi Arabistan’ın Katar’a bir hamle yapması bekleniyordu.
Ama bu kadar sert ve Suudi Arabistan’ın kendi gücünün ötesinde bir hamle beklenmiyordu.
Dün, 5 Haziran sabahı itibarıyla Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ile bütün ilişkiyi kestiğini açıkladı. Zaten bu yılın başlarında büyükelçilerini geri çekmişlerdi, dün Katarlı diplomatların 48 saat içinde ülkelerini terk etmesini istediler.
Ayrıca Katar ile kara, deniz, hava sınırlarını kapattılar. Suudi-Mısır ekseni denebilecek bu koalisyona ilerleyen saatlerde Yemen, Libya ve (uçak ve gemilerin Hint okyanusu çıkışını zorlaştıracak) Maldiv adaları da katıldı.
Suudi Arabistan ve Mısır, Katar’ın adeta nefesini kesmek istiyor. Nitekim uçuş rotası olarak elinde yalnızca İran, Irak, Türkiye ve Rusya hava sahası kalan Katar hava yolları uçuşlarının büyük kısmını durdurmak zorunda kaldı.
Hamlenin gerekçesi, Katar’ın “teröristlere” yardım ediyor olması. İlk aşamada İran yanlısı terör örgütlerinden bahis olsa da, ilerleyen saatlerde Batı basınına sızdırılan haberlerde Suriye’de El Kaide bağlantılı radikal örgütler ve Müslüman Kardeşlere destek öne çıkmaya başladı.
Aslında Katar’ın Müslüman Kardeşlere (İhvanı Müslimin) desteği, İhvan’ı “terör örgütü” ilan eden Suudi Arabistan ve Mısır’ın öteden beri şikayetçi olduğu bir konu.
Suudi Arabistan-Mısır ekseni dedik ama hali hazırda Kahire’deki yönetim büyük ölçüde Riyad’ın etkisinde.
Hatırlayacak olursak, bundan dört yıl önce Mısır’ın seçimle işbaşına gelmiş İhvancı başkanı Muhammed Mursi’nin devrilmesi Suudi Arabistan, Katar ve ABD’nin dahil olduğu bir dizi önemli gelişmenin hemen sonrasında olmuştu.
ABD’nin o günkü dışişleri bakanı John Kerry, bölge turu çerçevesinde 25 Haziran 2013’te Suudi Arabistan’da Kral Faysal ile Mısır’da Mursi yönetimindeki sorunlar ve bunun Filistin ve İsrail’e etkilerini görüşüyordu. Aynı gün, Mursi’nin –hem siyasi, hem mali mali açıdan- önemli destekçisi Katar Emiri Hammad el-Thani henüz 61 yaşında olduğu halde yerini 33 yaşındaki oğlu Samim el-Thani’ye bıraktığını açıkladı. Baba Thani koltuğu devretmeden önce, El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra’ya destek olmakla suçlanan Başbakan (ve dışişleri bakanı) Hammad bin Jassim’i de görevden almıştı. Bu gelişme o zaman bir tür kansız saray darbesi olarak yorumlanmıştı.
Katar bağlantısının kesilmesinden kısa süre sonra, 3 Temmuz’da Mursi, Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el-Sisi tarafından Suudi Arabistan destekli (ve ABD’nin itiraz etmediği) bir darbeyle devrildi.
Yeni Katar Emiri 2014 yılında tepkileri göz önüne alarak, hepsi olmasa da adı çıkmış bası İhvan üyelerini sınır dışı etti. Biraz da bu tutumu sayesinde 2015 yılında ABD tarafından kurulan IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun harekât merkezi Katar’da kuruldu. Halen 10 bin kadar Amerikan personelinin yanı sıra başka koalisyon üyelerine ait uçaklar da oradan Irak ve Suriye’deki IŞİD ve El Kaide hedeflerine akınlar düzenliyor. BU tür dev askeri üsler öyle bir günde kurulmadığı gibi bir günde de kaldırılamıyor.
Halen işbaşında olan Sisi’yi en son Suud Kralı Selman ve ABD Başkanı Donald Trump ile birlikte 20 Mayıs’ta Riyad’da “Küresel Aşırılıkla Mücadele Merkezinin” sembolik açılışı için ışıklı bir küreye ellerini basarken gördük.
Zaten 21 Mayıs’ta Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) toplantılarında ABD’nin herkesin ortasında Katar yetkililerine İran’la ve terör örgütlerine verdikleri destekle ilgili iddiaları içeren bir dosya, neredeyse ültimatom niteliğinde bir dosya verdiği biliniyor.
O yüzden Suudi Arabistan’ın zaten bir şey yapacağı belliydi diyoruz.
Bunun iki nedeni var:
- Trump iş başına geldikten sonra yaptığı bir açıklamada IŞİD’i yok ettikten sonra sıranın El Kaide ve Müslüman Kardeşlere geleceğini söyledi. Müslüman Kardeşler gibi ABD tarafından da terör örgütü sayılmayan bir hareketin ABD başkanı tarafından terör örgütleriyle birlikte anılması çelişkili yankılara yol açtı. Örneğin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İhvan’ı bir terör örgütü olarak değil, ideolojik bir örgüt olarak gördüğünü, terör örgütü ilan etmenin yanlış olacağını söyledi. Suudi Arabistan ve Mısır ise bu açıklamadan cesaret bularak aslında buzdolabına kaldırılmış bir konuyu yeniden ısıtıp gündeme getirdiler.
- Katar’a o dosyanın verilmesinden bir gün önce, o ikinci sınıf bilim kurgu filmlerindeki sahneleri andıran törenin öncesinde, Suudi Arabistan, ABD’den 110 milyar dolarlık silah alımını öngören, tarihin en büyük silah anlaşmasına imza attı. Bu da Suudi Arabistan’ın ABD desteğini daha çok arkasında hissetmesine, cesaretinin artmasına neden olan bir gelişmeydi.
Ancak zamanlama açısından önemli bir nokta daha var.
O da ABD Merkezi Komutanlığın (CENTCOM) Katar’daki karargâhından IŞİD’e karşı yürüttüğü Rakka harekâtının, Suudi Arabistan’ı n bu hamlesinden iki gün önce, 3 Haziran’da başlamış olması. Yani Katar’ı IŞİD’e karşı koalisyondan çıkarmak, Suudi Arabistan’ın kendi öncülüğündeki Yemen koalisyonundan çıkardığını açıklaması kadar kolay değil. (Rakka harekâtı konusunda şimdiye dek yapılmış tek resmi açıklamanın, Başbakan Binali Yıldırım’ın “Amerikalılar bize haber verdi” açıklaması olması da dikkat çekici bir durum. Dün gece itibarıyla ne ABD, ne Rusya, ne Arap, ne Kürt kaynaklardan bu harekâta dair yapılmış bir açıklama yoktu.)
Dolayısıyla ABD’nin Suudi Arabistan’la ilişkilerdeki çıkarları ile Katar ile ilişkilerdeki çıkarları birbiriyle çelişiyor. Amerikan Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un ilk tepkisinde “itidal” telkin etmesi boşuna değil. Keza Rusya da ortadan bir açıklama yaptı, ek olarak Suudi Arabistan ve Mısır’ın Katar ile ilgili iddialarının araştırılması gerektiğini söyledi.
Türkiye’nin ilk tavrının Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ağzından “üzüntü” ve “diyalog” olması da benzeri bir nedenden kaynaklanıyor: Ankara ne Suudi Arabistan ile ne de şu sıralar Türkiye’ye gelen yatırımlarda önemli payı olan Katar ile kötü olmak istiyor.
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un açıkladığı üzere, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün İslam İşbirliği Örgütü dönem başkanı sıfatıyla bölge liderleriyle ikili telefon diplomasisine başlaması bu bakımdan olumlu bir adım.
Aslında Katar krizi Türkiye’ni bir yönden gererken, diğer yönden kısmi bir diplomatik rahatlama da sağladı. Çünkü Suudi Arabistan, ABD desteğini alarak bütün Körfez İşbirliği ülkelerini İran’a karşı tavır almaya, Türkiye’yi de buna zorlamaya çalışıyordu. Katar krizi, böyle bir zorlamayı erteledi, belki ortadan kaldırdı, ama bölgedeki her kriz, Türkiye için riskin büyümesi demek.
Türkiye Katar krizinin yatışmasını istiyor. Ancak mevcut koşullarda Katar yönetimi taviz vermedikçe, geri adım atmadıkça krizin yatışması zor görünüyor. Yani koltuğunu bir saray darbesine borçlu olan Emir, Suudi Arabistan’ın taleplerinin tamamını olmasa dahi bir kısmını yerine getirmezse o koltuğunu kaybedebileceğini düşünüyor olabilir.
Terörizme destek konusunda Katar Emiri dört konuda Suudi suçlaması altında: Suudi Arabistan’ın Irak ve Kuveyt’e komşu Şii nüfuslu bölgelerindeki İran yanlısı hareketleri desteklemek, Yemen’de İran’ın desteklediği Husi’leri desteklemek, Suriye’de El Kaide bağlantılı silahlı grupları desteklemek ve Müslüman Kardeşleri desteklemek.
Emir, ya da yerine yeni emir gelirse yenisi, olur da ülkedeki Müslüman Kardeşler yöneticilerini ülkeden çıkarmak zorunda kalırsa, nereye gidecekleri konusunda Türkiye devreye girmek zorunda kalmak istemeyecektir. Neticede Erdoğan ve AK Parti hükümeti Katar’dan gelen yatırımın değerini gayet iyi biliyor, yönetimde kim olursa olsun. Dolayısıyla krizin bir an önce yatışmasında Türkiye’nin çıkarı var.
Müslüman Kardeşlerin terörist ilan edilmesi konusuna gelince… Bunu Trump ortaya attı ama bu konuda Washington’da da görüş birliği olmadığı anlaşılıyor. Washington Institute, Brookings Institution gibi ağırlığı olan düşünce kuruluşları, böyle bir kararın götüreceklerinin getireceklerinden fazla olacağı, yanlış olacağını söylüyorlar: Gerekçeleri arasında, bazı İhvan liderlerinin terör grupları tarafından yapılan bazı eylemleri övmesine, İhvan içindeki bazı grupların söylemde El Kaide’yi andırmasına karşın, doğrudan İhvan’a atfedilen terör eylemlerinin bulunmaması gerekiyor. Ayrıca sistem içinde mücadeleyi savunan İhvan’ın IŞİD ya da El Kaide ile bir tutulup terörist ilan edilmesinin daha merkezde duran belli bir Müslüman kitleyi de yeraltına itmesi ihtimali tartışılıyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin Katar krizine çıplak elleriyle dokunmaması, diplomasi maşasıyla yaklaşma tutumunu sürdürmesinde yarar var. Suriye sütüyle ağzımız yandıktan sonra Katar yoğurdunu üfleyerek yemekte de…