Milliyet yazarı Belma Akçura, Başaran Yatırım Holding'e ait özel jetin İran'da düşmesi sonucu hayatını kaybeden 11 kadına yönelik sosyal medyada yer alan söylemlere ilişkin olarak, "Bir uçak kazasında 11 genç kadının hayatını kaybetmesine yönelik cinsiyetçi nefret söylemleri sadece ayrışmanın değil, toplumsal çürümüşlüğümüzün de bir göstergesi sayılmalı" dedi.
"Türkiye son yıllarda acılarını yarıştırıyor; herkes kendi kaldırdığı cenazesine duyarlı, başkalarının başarısına, sevincine, kayıplarına ise kin ve nefret kusuyor" diyen Akçura, "İkisi de çok tehlikeli. Her türlü aşırılık; kendisine saygısını yitirmiş ezik bir toplumun, başkalarının hayatına imrenme ya da haset etmenin bir tezahürü, toplumsal kutuplaşmanın da bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor" diye yazdı.
Belma Akçura'nın Milliyet'teki yazısı şöyle:
Bir uçak kazasında 11 genç kadının hayatını kaybetmesine yönelik cinsiyetçi nefret söylemleri sadece ayrışmanın değil, toplumsal çürümüşlüğümüzün de bir göstergesi sayılmalı.
Türkiye son yıllarda acılarını yarıştırıyor; herkes kendi kaldırdığı cenazesine duyarlı, başkalarının başarısına, sevincine, kayıplarına ise kin ve nefret kusuyor. İkisi de çok tehlikeli. Her türlü aşırılık; kendisine saygısını yitirmiş ezik bir toplumun, başkalarının hayatına imrenme ya da haset etmenin bir tezahürü, toplumsal kutuplaşmanın da bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor.
Bir uçak kazasında 11 genç kadının hayatını kaybetmesine yönelik cinsiyetçi nefret söylemleri sadece ayrışmanın değil, toplumsal çürümüşlüğümüzün de bir göstergesi sayılmalı. Buna karşın Milliyet muhteşem bir başlık atmış. Hepsi başarı hikâyesi… Hepsi iyi eğitimli, çoğu kendi markalarının kurucusu… Geride bıraktıkları başarı hikâyeleriyle anılacaklar…
Ve Türkiye medyası ilk defa hayatının baharında yaşamını yitiren bu kadınlarla ilgili sosyal medyanın cehaletle beslenen saldırgan, acımasız, ağır hakaretlerine karşı sesini yükseltti. “Ölenin etnik kimliğine, dini inancına, yaşam biçimine, ideolojisine, ekonomik gücüne bakarak mı neye üzülüp üzülmeyeceğimize karar vereceğiz” diyerek. Başkalarının başına gelen bir felaket, acı ve üzüntüyü hissetmeyebilirsiniz ama insanların acısıyla alay etmek, sevinç duymak, el çırpmak ya da aşırı bir öfkeye kapılıp linç etmek! İşte bu çok tehlikeli...
Vicdan ve akıl tutulması
Prof. Dr. Engin Geçtan “yaşam sevinci” ve “başarı”yı cezalandırmak isteyen toplumsal bir kültüre sahip olduğumuzu söylüyor. Yani “Benim yaşam sevincim yeşerememişse, senin yaşam sevincin de körelmeli tavrı…” Vicdan ve akıl tutulması yaşayan, başkalarının yaşam sevincine ve başarılarına ya da acılarına yabancı bir toplum yengeç sepeti gibidir: Sepetten biri çıkacaksa, başaracaksa, farklıysa tutup bacağından aşağıya çekmemiz bundan…
Peki, ne yapmalıyız? Medyada su-i misal emsal olmaz. Linç kültürüyle beslenmiş, yağmacı bir zümrenin; kendisi gibi olmayanların mahvolmasından, onların acısından, kederinden zevk alması, başkalarının başarılarına ya da yaşamına hasetle kinlenmesi, ölüm karşısında bile benliğini kirletmesi toplumsal bir sorundur. Böyle bir sorunu bu zihniyetteki insanlarla çözmek mümkün olmayabilir ama böyle bir sorunun ilerde her birimizin “geleceği” üzerindeki rolünü anlamak ve araştırmak zorundayız.
Biz niye böyleyiz?
Sosyal medyada kin ve nefret dolu yorumları yapanları sadece empati yoksunu diye adlandırıp geçiştiremeyiz. Toplumun en düşük ahlak profilinde dahi niye durmadan ahlaktan bahsedildiğini, vicdandan ne anlandığını, bu akıl ve vicdan tutulmasında siyasetten medyaya kimlerin nasıl bir rol oynadığını da araştırmalıyız.
Ayrıca düşen bir uçakta 11 kişinin hayatının sorumluluğunu kendi kızını da kaybetmiş acılı bir babanın üzerine spekülatif haberlerle yüklemek de hiç insani değil… Uçağın bakımı gibi son derece hassas bir konuyu bir iddia üzerinden yazmak gibi… Ağır travmatik kayıpları olan bir olayda bir gazetecinin görevi suçluyu bulmak olmamalıdır. Yıllarca akademisyenler ve medya “Biz kimiz?” sorusuna yanıt aradı. Kimlikler üzerinden. Şimdi daha farklı sorular sormalıyız belki de kimliklerimiz olmadan. Biz iyi miyiz? Kötü müyüz? Biz niye böyleyiz?
BİR OKUR
Zeynep Bağcı: “…İran’da düşen uçakta her biri birbirinden başarılı, eğitimli gencecik 11 insanımızı kaybettik. Hepsinin hikâyesini acıyla, üzüntüyle ağlayarak okuduk. Aileleri için sabır diledik. Bir gün sonra bu kez bir otobüsün içerisinde 11 kişi yanarak öldü. Onların adları, kimlikleri, yaşları yoktu. Hayatları bir otobüsün içerisinde kül olup gitti. Medyanın bu olayın da üzerinde durması, bizim de bu canlara aynı duyarlılığı göstermemiz gerekmez miydi?”
BİR YERGİ
Bir baba, 13 yaşındaki kızına tecavüz edip hamile bıraktığı iddiasıyla 17 yaşındaki genci öldürdü. Medya öldürülen genç delikanlı için “tecavüz eden” diye yazdı. Sosyal medya öldürülen delikanlıya ağır hakaretler içeren paylaşımlarda bulundu, kızına tecavüz edildiği için bir genci öldüren babanın serbest bırakılması için kampanyalar başlattı, medya bu yargısız infaza sessiz aldı. Şimdi aylar sonra mahkeme bebeğin öldürülen bu delikanlıdan olmadığına karar verdi. Oğlu öldürülen bir babanın sözlerini şimdi de yok sayabilir miyiz? Ne demişti: “Çocuğumun cenazesini, beddualar içinde defnettim. Üzerindeki bu kara lekenin kaldırılmasını istiyorum” diyor. Kaldırabilecek miyiz?
HAFTANIN FOTOĞRAFI
Tiyatro ve edebiyat dünyasının büyük ustası Haldun Taner ismiyle Müze Evi açılması bu evde tiyatro dünyasına yeni eserler katılmasını sağlayacak kurs ve seminerler gerçekleştirilecek olması, tüketerek, yok ederek, unutarak yaşadığımız dünyada nefes almak gibidir…