Yeni Şafak yazarı Faruk Aksoy, 15 Temmuz darbe girişiminin Atatürkçülük ile muhafazakârlığı "mecburen" müttefik yaptığını yazdı. Aksoy, "İmam Hatip Lisesi’nde okumuş, İmam Hatip fikriyatını benimsemiş birinden “gönüllü Atatürkçü” olmaz" dedi.
Aksoy'un "Gönüllü Atatürkçülük" başlığıyla (18 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
İmam Hatip Lisesi’nde okumuş, İmam Hatip fikriyatını benimsemiş birinden “gönüllü Atatürkçü” olmaz.
Siyasileri, yetkilileri, sorumluları bu tarifin dışında bırakıyorum, bunun altını özellikle çiziyorum.
Çünkü “temsil” başka bir şeydir, adam koskoca ülkeyi yönetiyordur, her düşünceden, her iklimden, her renkten insanı kabul etmek, hakkını gözetmek, davasını sahiplenmek zorundadır, bu başka bir şeydir.
Ben “gönüllülük esasına” göre değerlendirme yapıyorum, kimseye karşı sorumluluğu olmayan, kendi hesabını kendi gören, sıradan bir adamın düşüncesini özetliyorum.
…
Sadece Atatürk değil, sağ taraftan çıkan, liberal esintili bazı liderler bile, İmam Hatiplilere göre sorunlu liderlerdir.
Şevki Yılmaz’ın, bir konuşmasında, kepli/cübbeli Özal fotoğrafınıelinde sallayıp, “Özal mı, papaz mı, papaz mı, Özal mı, Müslüman bir ülkenin başbakanı, bu kepi takar mı, bu cübbeyi giyer mi?” dediğini şimdi bile duyar gibiyim.
Aynı Şevki Yılmaz, Arabistan sıcağında, başına tutulan şemsiyenin altında “laikliğin ve bütün şeytani düzenlerin” yıkılması için çalışacağına dair yemin ederken, liberal/sağ partileri de aynı sertlikle dövüyordu.
Oysa Özal, birçok şeyi, başlatan adamdı, iyisiyle kötüsüyle “pratik hikaye”, Özal’la başladı, buna rağmen Milli Görüş çizgisinde boy veren hareket, o dönemlerde Özal üzerinden ağır muhalefet yürüttü.
1994 yerel seçimleri için düzenlenen Milli Görüş mitinglerinde, Mendereslerin Amerikancılığını, Batıcılığını anlatan Erbakan Hoca, 1995 genel seçimlerinde de Aydın Menderes’i milletvekilliğine aday gösterdi.
Sırtında yumurta küfesi olanları, bu tür “sabit tartışmalardan” uzak tutuyorum, her türlü insanın yaşadığı bir memleketi ancak şefkatle, ittifakla, diyalogla, konsensüsle yönetebilirsiniz, dün kavga ettiğinizle bugün uzlaşırsınız, kural budur.
…
Şimdi bakın, enteresan bir hikaye anlatayım size…
2000’li yıllar, üniversiteyi yeni bitirmişim, medya sektöründe iş arıyorum, Kanal 7’ye gittim, Kanal D’ ye gittim, TRT’ye gittim, bir de Samanyolu’na gittim, herkesle görüştüm.
Torpil morpil yok, yarım ağızla referans olacak biri bile yok, gidiyorum, selam veriyorum, yapıp ettiklerimden bahsediyorum, birkaç da CD bırakıyorum, sonra dönüyorum, haber bekliyorum.
Adını vermeyeceğim, Samanyolu’nda, yetkili birisi beni odasına kabul etti, tanıştık, hal hatırdan sonra yemek teklifinde bulundu, beraber yemekhaneye indik, ordan burdan konuşurken birden bire “Ordu hakkında, Atatürk hakkında ne düşünüyorsun?” dedi.
“Ben, İmam Hatip mezunuyum, ordu benim hakkımda ne düşünüyorsa, ben de onlar hakkında onu düşünüyorum” dedim.
“Seni arayacağız” dedi, 17 yıl geçti, aramadı.
Bu olayı şunun için anlattım, benim gördüğüm kadarıyla, Cumhuriyet tarihi boyunca “Atatürk düşüncesini” gerçekten ama gerçekten ortadan kaldırmak için çalışan tek yapı, Fethullahçılardı.
Fethullahçıların, Atatürk karşıtlığı o kadar keskindi ki, bu uğurda vatan haini bile oldular, Amerikan mandacılığını kabul ettiler, darbeye kalkıştılar, İmam Hatipfikriyle, FETÖ’yü birbirinden ayıran nokta bu oldu işte…
İmam Hatip Liselerinden, Atatürk sevdalısı adam yetişmedi ama vatan haini de çıkmadı, İmam Hatipliler, vatanı, milleti, bayrağı sevmek ve korumak için Atatürkçü olmanın mecburiyetine inanmadı.
…
15 Temmuz, Türkiye’nin iki kutbu gibi görünen Atatürkçülük, yani “Batılılaşarak millileşme” fikriyle, muhafazakarlık, yani “İslamlaşarak millileşme” fikrini mecburen müttefik yaptı.
Bu yönüyle 15 Temmuz, sistem içinde kalmak şartıyla, hem Atatürkçülüğe, hem de anti Atatürkçülüğe meşruiyet kazandırdı.
Son dönemde AK Parti’den CHP’ye karşı yükseltilen, “Atatürk’ü size bırakmayız” çıkışını, “Muhalifimiz olarak sizi görüyoruz, bu ülkenin tartışması, sizin ve bizim aramızda geçecek, kuruluşumuzu tehlikeye atacak üçüncü bir fikre yer yok” şeklinde okumak en doğrusu, yoksa Atatürk tabi ki CHP’nindir, bunu bilmeyen mi var?
AK Parti’nin zorlandığı konu, FETÖ tecrübesinden sonra üzerine kurulan baskı ve bu baskıyı kırmak için “Atatürkçülük mevzusuna”yaptığı dikkat çekici vurgudur.
Erbakan da bir zamanlar “Atatürk yaşasaydı, Refah Partisi’ne oy verirdi” demişti.
Tabi ki vermezdi, niye versin ki, zaten Atatürk yaşarken kimse kimseye oy veremezdi, Erbakan’ın anlattığı sadece bir fıkraydı ve herkes de güldü.
Bırakın oy vermeyi, İsmet İnönü ile Fevzi Çakmak dışında, İstiklal Harbi’ni yapan bütün paşalar öyle ya da böyle yargılandı, o işin şakası yoktu, Atatürk bir devrim yapmıştı ve hiçbir itirazı da kabul etmedi.
Peki, bu paşalar yargılandı da, bunlar Atatürk devrimlerine karşı oldukları için mi yargılandı?
Hayır, tabi ki hayır, onlar da sonradan liderlik derdine düştü, onlar da Atatürk gibi olmak istedi, Kazım Karabekir’in dünyaya bakışı, Atatürk’ten çok da farklı değildi, devlet kurulduktan sonra mesele, biraz da paranın üstünde kimin resminin olacağı meselesiydi, İnönü, daha akıllı çıktı, Atatürk yaşarken bu niyetini belli etmedi, işi sonraya bıraktı.
…
Neyse, olan oldu, bunlar uzun mevzular, daha uzun tartışmak için ne yer var, ne de zaman…
Fakat ben şunu bilir, şunu söylerim,
“Bu ülkede herkes 10 Kasım’da, saygı duruşunda bulunmak için ayağa kalkar ve susar, fakat bu suskunluk anında kimse kimsenin ne düşündüğünü bilemez…”
Türkiye, böyle bir yerdir işte…