Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman, "Alevi genç ile Sünni bir kızın evlenemeyeceği" doğrultusundaki tepki çeken açıklamasının ardından konuya ilişkin olarak kaleme aldığı bugünkü yazısında, "Siyasi veya ideolojik bağnazlık, hırs ve kin yalnız gözlerini değil, vicdanlarını da kör etmiş olan fitne-fesat taifesi yıllarca önce yazılmış yazıları çarpıtarak piyasaya sürüyor, Sünnî-Alevî ihtilafını kaşıyarak birliğimizin bozulması pahasına menfur emellerine ulaşmak istiyorlar" dedi.
Karaman, kendisine ait internet sitesinde, kendini Sünni olarak ifade eden bir kadının, “Alevi ile evlenilir mi?” yönündeki sorusuna, “Eğer bilerek Aleviliğini koruyorsa, Alevilere ait olup İslam ile bağdaşması mümkün olmayan inançları ve uygulamaları muhafaza ediyorsa o genç ile Sünni bir kız evlenemez” yanıtını vermişti. Karaman'ın sözleri tartışma konusu olmuştu. |
Karaman'ın "Birliğimizin düşmanları" başlıklı bugünkü yazısında, "Son günlerde sosyal medya dedikodu ortamında bana izafe edilen böyle bir çarpıtmaya cevap olarak yine yıllarca önce yazdığım bugün de altına imza attığım bir yazımı sunuyorum" diyerek aktardığı bölüm şöyle:
Çocukluğumu ve ilk gençliğimi Çorum›da yaşadım. Arkadaşlarımın birçoğu, ortak kültürümüzün Alevî rengine mensup aile çocukları idi. Yaramazlıkları da beraber yapardık, teravihe de beraber gider, çocukluk idraki içinde eğlenceli bir ibadet olan bu namazı birlikte kılardık. Dinî bayramlar hepimizin bayramı idi, büyüklerimiz Sünnî’si, Alevî’si bayram namazını birlikte kılar, ayrım gözetmeden bayramlaşırlardı. Büyüklerimizin şuurlarının derinliklerinde bir ayrım belki vardı, daha çok kız alıp vermede bu ayrımın su üstüne çıktığı da olurdu, ama yine de dile getirilen başka bahaneler olurdu.
On sekiz yaşımda okumak için memleketimden ayrıldığımda halkımızın sosyokültürel havası bu idi.
12 Eylül darbesinden önce bazı yazarlar arasında, Sünnîlik-Alevîlik konusu etrafında tartışmalar olmuş, bunlar gazete ve dergilerde neşredilmişti, ancak bu tartışmaların halk tabanına bir ihtilaf, hele de bir tefrika kıvılcımı olarak düşmesi vaki olmamıştı. Darbeden sonra bazı üniversite hocaları ve gazeteciler, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda Alevîliğin de bir şekilde temsil edilmesi talebini dile getirdiler ve bu talep zaman zaman tekrarlandı. Ancak bunun da tabandan geldiğine dair bir alamet mevcut değildir.
Ülkemizde Sünnî-Alevî ihtilafı, sağ-sol çatışmasıyla birlikte ve onun içinde geliştirildi: Solcular, Alevî kardeşlerimizi kendi saflarına çekerek sağcılara karşı kullanmak istediler. Derken 1978 Maraş ve 1980 Çorum olaylarına kadar gelindi.
Şimdi yeni dünya düzeni diye bir oyunun içine girdik, Sovyet Rusya›nın dağılması, solculuğa önemli bir darbe vurdu. Dağılan solcuların bir kısmı radikal Kemalizm’in içinde yer aldılar; laiklik, demokrasi, insan hakları gibi yükselen değerleri kullanarak, bunlara karşı gibi gösterdikleri bir kısım Sünnî Müslümanları mücadele hedefi olarak seçtiler, Sünnîliği «İslam›ın Arap yorumu», Alevîliği ise “İslâm’ın Türk yorumu» olarak ayırmaya, insanımızı parçalayıp birbirine düşürmeye teşebbüs ettiler. Her iki zümre arasında eksik olmayan cahil, heyecanlı, mutaassıp tipleri tahrik ederek çatışmalara sebep oldular.
Biz Alevî’si, Sünnî’si, Türk’ü, Kürd’ü, Çerkez’i, Laz’ı... ile bu ülkenin Müslüman milletiyiz, asırlardır kardeşlik şuuru içinde yaşadık ve hem nimeti, hem külfeti paylaştık. Birlik ve beraberliğe, dayanışmaya ve paylaşmaya en muhtaç bulunduğumuz bu günlerde oyuna gelip parçalanacak mıyız, birbirimize düşüp düşmanı güldürecek miyiz?
Niçin azami müştereğimizi (yüzlerce ortak değerlerimizi) göz ardı ediyor da aslında dinin özü ile alakası bulunmayan farklı noktalarımızı kaşıyor, büyütüyor ve -tarihin küflü sayfalarında bırakacak yerde- yeniden tartışma gündemine çekiyoruz?
Türkiye’de yaşayan her vatandaş Sünnî veya Alevî olsa ülkemizin dertleri, meseleleri çareye ve çözüme kavuşacak mı?
Ben çocukluk ve ilk gençliğimi aynı dinin mensupları, bir bütünün ayrılmaz parçaları olarak birlikte yaşadığım Alevî kardeşlerimle paylaştığımız duyguların hasretini çekiyorum. Köprünün altından akan sular bu duyguları alıp götüremez. Yeter ki, liderler, âlimler, ârifler, aydınlar, eğitimciler akıllarını başlarına dersin, küçük hesaplar peşinde büyük değerleri heba etme gafletinden vazgeçsin ve oyuna gelmesinler!