Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül, AKP hükümetine ağır eleştirilerin de yöneltildiği Türkiye'nin içinde bulunduğu halihazırdaki durumu Osmanlı’nın son dönemi olan Birinci Dünya Savaşı yıllarına benzetti. "O dönemde istihbarat savaşlarının yaşandığına" dikkat çeken Karagül, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Gülen cemaati lideri Fethullah Gülen için yaptığı "Lawrance" benzetmesini hatırlatarak "Öyle ki, şeyhlik makamına kadar ulaşan mühtedi Müslümanların bazılarının zamanla İngiliz istihbaratının uzantıları olduğu ortaya çıkıyordu" ifadesini kullandı. "O günler yıkım günleri, bugünler ise yeniden inşa günleridir" diyen Karagül, "Türkiye’yi geleceğe taşımaya çalışan, bu yönde bir ülküsü olan, kendini bu yola adayan öncülere, kadrolara, çevrelere karşı yürütülen itibarsızlaştırma kampanyalarını boşa çıkaracağız" dedi. Bu yolda kendilerini "milletin neferleri" olarak niteleyen Karagül, sözlerini şu ifadelerle sürdürdü:
"Onların öfkelerine de, ortak olacağız. Bunları yaparken gazeteci değiliz, yazar değiliz, işçi değiliz, işadamı değiliz, memur değiliz, asker veya polis değiliz. Silahlarımız da olacak kalemlerimiz de."
Karagül'ün Yeni Şafak'ta "Saraylarımız, dergahlarımız, silahlarımız ve kalemlerimiz.." başlığıyla yayımlanan (26 Aralık 2014) yazısı şöyle:
Osmanlı’nın son dönemi, Birinci Dünya Savaşı yılları.. İmparatorluğun hüküm sürdüğü ya da etkisi altında bulunan ülkelere, coğrafyaya bir bakın...
İran’dan Yemen’e, İstanbul’dan Basra’ya, Filistin’den Suriye’ye kadar, bütün bölgede müthiş bir istihbarat savaşı yaşanıyor.
Etnik unsurlar, bazı cemaatler, bazı tarikatler, yabancı okullar, şirketler, gezginler, aklınıza gelebilecek her unsur bu istihbarat savaşları için seferber edilmiş. Öyle ki, şeyhlik makamına kadar ulaşan mühtedi Müslümanların bazılarının zamanla İngiliz istihbaratının uzantıları olduğu ortaya çıkıyor. Yeri ve zamanı gelmiştir ve o hücreler harekete geçirilmiştir.
Bir imparatorluk, korkunç bir talana maruz kalırken en ağırı da içeridekilerin ihanet tarihi yazıyor oluşlarıydı. Kendimizden bildiğimiz, bu toprakların ekmeğini yiyen, hamuruyla yoğrulmuş insanların bir işaretle yıkıma katılmalarıydı.
Yerli Lawrence’larımız..
Lawrence sadece bir örnekti ve yerli Lawrence’larımız çok daha büyük felaketlere imza atıyordu. Bir çoğunun bugün hala mezarlarını bile bulamadığımız Anadolu gençleri Yemen’de, Kanal’da, Kut-ul Amare’de yaprak gibi dökülürken, onlar İstanbul’da İngiliz istihbaratıyla kırıştırıyorlardı.
O yıllarda bu devasa coğrafyanın bilmem hangi köşesinde hayatını kaybeden insanların hatıra defterlerinden, günlüklerinden bile bir tarih yazıp bugün aynı rolleri üstlenenlerin suratlarına çarpmak ne asil bir davranış olurdu.
O zamanlar yıkım dönemleriydi. Coğrafyayı kaynaştıran, bir büyük millete dönüştürenleri yok etme, tarihin ve coğrafyanın dışına atma girişimiydi. İhanetin kimliği yoktu. Arap'ı, Türk'ü, Kürt'ü, Müslüman'ı, Gayrimüslim'i fark etmiyordu.
Vatana, millete, tarihe, kutsala ihanet edenlerin büyük çoğunluğu içerideki iktidar tutkularına, öfkelerine, kişisel hırslarına veya küskünlüklerine yenilip onların cephesine geçiyordu. O günlerde birçoğunun haklı gerekçesi vardı. Ama tarih, yarının tarihi onları hain olarak kaydetti.
O acı hikaye ve yeniden inşa
Bugünlere ne kadar da benziyor. O günler yıkım günleri, bugünler ise yeniden inşa günleridir. Oyunlar aynı, ihanetler aynı, istihbarat savaşları aynı, güçler ve yöntemler aynı.
Bugün ihanet edenlerin de kimliği yok. Etnik kimliği yok, ideolojik kimliği yok. Her kesimden her türden insan bu koroya katılıyor. Bugünün Lawrence’ları gerektiğinde İslamcı, gerektiğinde liberal, gerektiğinde etnik kavgaların adamları olabiliyor. O dönem İstanbul’da İngiliz istihbaratı ile kırıştıranlar gibi, bugünküler de yine İstanbul’da Batılı istihbarat teşkilatlarıyla kırıştırıyor.
Bugün ihanet edenler de öfkeleriyle, hınçlarıyla, küskünlükleriyle, kişisel kaygılarıyla, dar çevresel iktidar arzularıyla pozisyon alıyor. Bugünküler aldıkları pozisyonu mantıklı gerekçelere oturtuyor.
Aydınından askerine, işadamından cemaatine, en Amerikan karşıtından en Batı yanlısına kadar her kesimden insanlar, bu pozisyon alış üzerinden tarihin yanlış sayfasına isimlerini not ettiriyorlar.
1917’lerde coğrafya genelinde tanık olduğumuz, bugün acı bir hikaye olarak nesilden nesile aktardığımız o kötü hikayelerin bir benzeri bugünlerde yazılıyor. Yarının kuşakları da bizim gibi, direnenlerle Türkiye’nin önünü kesenleri apayrı sayfalara yazacaklar.
O zaman milleti küçümseyenler imparatorluğu ve ülkeyi yok etti. Bugün millete tepeden bakanlar yeniden dirilme, ayağa kalkma mücadelesi verenlerin belini kırmaya çalışıyor.
Patronlarından aldıkları talimatları harfiyen yerine getiriyor, vatan ve kutsal olan ne varsa değersizleştiriyor, 20. yüzyılın vesayet düzenini yeniden tesis etmeye çalışıyor. Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgeyi bir kaos coğrafyasına dönüştürmeye gayret ediyor, bizleri bir yüz yıl daha ayağa kalkamayacak hale getirmek istiyor.
Öncülerle omuz omuza olacağız
Medyaya bakın, STK’lara bakın, siyasete bakın, üniversitelere bakın, ekonomi çevrelerine bakın, cemaatlere bakın.. Kimlerin kimlerle iş tuttuğuna iyi bakın. Kimlerin hangi ülkenin hassasiyetlerine göre pozisyon aldıklarına dikkat edin.
O zaman onları yüzlerinden, gözlerinden farkedeceksiniz. Çok güçlü ve mantıklı argümanlarla konuşup, demokrasi ve özgürlükleri dilinden düşürmeyenlerin hangi ülkenin STK’sı üzerinden beslendiğini, o STK’ların o ülkelerin örtülü ödeneklerini nasıl kullandığını göreceksiniz.
Belki iyi anlatamıyoruz, düzgün cümleler kuramıyoruz, yeterince mücadele edemiyoruz. Ama emimiz ki bizler, o çöküş yıllarını yeniden yaşamak istemiyoruz. Vesayet defterini tamamen kapatmak istiyoruz. Türkiye’nin ve bütün bölgenin ayağa kalkması için gayret ediyoruz.
Bizler büyük, onurlu, özgür ve müreffeh Türkiye’den yana tercihimizi kullandık. Bütün sözlerimiz, gönlümüz ve gözümüz bu yöndedir. Hep bu yönde olacaktır. Süslü cümlelerin esiri olmayacağız. Zihinlerimizi diri tutacak, kirletmeyecek, saplantılardan uzak duracağız. Dalga dalga ülkemizin üstüne gönderilen kara bulutların kalıcı olmaması için, bu büyük hayali yok etmemesi için var gücümüzle direneceğiz.
Türkiye’yi geleceğe taşımaya çalışan, bu yönde bir ülküsü olan, kendini bu yola adayan öncülere, kadrolara, çevrelere karşı yürütülen itibarsızlaştırma kampanyalarını boşa çıkaracağız.
Onların öfkelerine de, gözyaşlarına da, hüzünlerine de ortak olacağız. Omuz omuza verip sıkıntılarını paylaşacağız.
İsimsiz kahramanların vasiyeti
Bunları yaparken gazeteci değiliz, yazar değiliz, işçi değiliz, işadamı değiliz, memur değiliz, asker veya polis değiliz. Hepimiz bu vatana, bu ülkeye, bu millete, milletimize borçlu neferler olacağız.
Saraylarımız da olacak dergahlarımız da.
Silahlarımız da olacak kalemlerimiz de.
Ağıtlarımız da olacak türkülerimiz de.
Ve kesinlikle öfkelerimiz de...
Bugünün Türkiye’si, bugünün coğrafyası 1. Dünya Savaşı’nın hemen öncesi döneme ne kadar da benziyor. O dönemin isimsiz kahramanları kaybetti. Bugün işte onların düşürdüğü bayrağı kaldırma günüdür. İlahi takdir bize o bayrağı kaldırma görevi verdi. O kahramanların vasiyetini yerine getirme görevi verdi.
Bu yüzden bakmayın kimlerin hangi ülkelerin cephesine savrulduğuna. Kimlerin öfke ve zayıflıklarına yenilip tarihin yanlış sayfalarında yerini aldığına. Biliyoruz ki, tarih değişti. Suyun akışı değişti. Dünya değişti.
O değişimin en büyük mucizesini bu ülke yaşayacaktır. Bayrak düştüğü yerden kalkacaktır. İki büyük şoku mucizeye çeviren bu topraklar üçüncüsünü de çevirecektir.
Siz siz olun, tarih yapanların yanında yürüyün. İhanetleriyle yok olup gideceklere imrenmeyin...