İçişleri Bakanlığı tarafından 19 Ağustos’ta görevden alınarak yerine kayyım atanan üç büyükşehir belediye başkanından biri olan Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Bedia Özgökçe Ertan, Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi’nin 42’nci oturumuna video konferans ile katıldı. Ertan, yaptığı konuşmada, Türkiye’nin BM’nin özünü oluşturan evrensel değerlere aykırı hareket ettiğini ve 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne ilişkin sözleşmeyi ihlal ettiğini söyledi.
"BM, bir an önce kendi içerisinde ülke temsilcilerinin olduğu bir mekanizma kurmalı ve bizlere yöneltilen suçlamaların hiçbir gerçekliği olmadığını, bizlerin seçilme ve bize oy veren Kürt halkının, özellikle de kadınların seçme hakkını koruma altına alan bir soruşturma grubu kurmalıdır" diyen Ertan, "Bizlerin demokrasi adına, hukuk adına ve tüm evrensel değerler adına beklediği budur" ifadelerini kaydetti.
“BM kendiliğinden bir araya gelmiş bir örgüt değil, aksine milyonlarca insanın yaşamına mal olan, sayısız savaş suçunun işlendiği; yirminci yüzyılın en büyük suçlarından olan İkinci Dünya Savaşı’nın ardından devletlerin ve toplumların ‘bir daha asla’ şiarıyla bir araya gelerek kurduğu bir yapıdır” diyen Ertan, BM’nin kabul ettiği 10 Aralık 1948 tarihli Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ne Türkiye’nin de taraf olduğunu hatırlattı. Ertan, “Türkiye bu yapı ve bildiri ile güvence altına alınan temel, medeni ve siyasi haklar ile ekonomik, toplumsal, kültürel hakların kullanımını engellemekte ve sözleşmeyi ihlal etmektedir” dedi.
Ertan, yurt dışına çıkışı yasaklandığı için telekonferans yöntemiyle konuşmak zorunda olduğunu belirtti. Kent yönetimlerine ‘halk meclisleri’ adı altında halkın doğrudan katılımını sağlayan bir yaklaşımı esas aldıklarını ifade eden Ertan, 2014’ten beri yerel yönetimlerde uyguladıkları eş başkanlık sistemi ile kadın özgürlük ve eşitlik mücadelesini derinleştiren ve yayan bir sistem olarak benimsediklerini anlattı.
Ertan, bölgede Temmuz 2015’ten Aralık 2016’ya kadar yaşanan ihlallerin yer aldığı ve Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından ‘Güneydoğu Türkiye’de İnsan Hakları Durumu’ başlıklı rapora da atıfta bulunarak, Türkiye’nin demokratik bir ülke olma çabasının aksine giderek totaliter ve evrensel değerleri hiçe sayan bir rejimle yönetilmeye devam ettiğini ifade etti.
Ertan şunları kaydetti:
Değerli katılımcılar,
Ben Van Büyükşehir Belediyesi’nin 31 Mart yerel yönetim seçimlerinde halk tarafından seçilmiş Belediye Eşbaşkanı, Bedia Özgökçe Ertan.
Aranızda olmak, Kürt halkının seçme ve bizlerin de seçilme hakkının elimizden alınmasına neden olan Türkiye’deki hukuksuzluğu doğrudan ifade etmek isterdim. Ancak hakkımızda ne bir yargı kararı ne de bir tutuklama kararı olmasına rağmen, üstelik 2 dönem parlamenter olarak da görev almama rağmen hakkımda yurt dışı çıkış yasağı konuldu görevden uzaklaştırılmamızdan hemen sonra.
Katılımcılara sesleniyorum çünkü BM kendiliğinden bir araya gelmiş bir örgüt değil aksine milyonlarca insanın yaşamına mal olan, sayısız savaş suçunun işlendiği; 20. Yüzyılın en büyük suçlarından olan 2. Dünya savaşının ardından devletlerin ve toplumların “bir daha asla” şiarıyla bir araya gelerek kurduğu bir yapıdır.
Bu yapı yani BM yakın tarihin en önemli kazanımlarından olan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesini 10 Aralık 1948’te kabul etmiştir ve kendi ülkemiz Türkiye de buna taraf olduğunu beyan etmiştir. Ancak Türkiye bu yapı ve bildiri ile güvence altına alınan temel, medeni ve siyasi haklar ile ekonomik, toplumsal, kültürel hakların kullanımını engellemekte ve sözleşmeyi ihlal etmektedir.
Değerli Katılımcılar,
Bizler bir siyasi anlayışın, siyasi partinin tarafı olarak Kent yönetimlerine halkın doğrudan halk meclisleri adı altında katılımcılığını sağlayan, kent bütçesinin toplumsal cinsiyet eşitliğine ve özellikle de denetlenebilir, şeffaf ve katılımcılığa dayalı hazırlanmasını sağlayan bir yaklaşımı esas aldık. HDP olarak da Türkiye halklarına bunu vadettik.
Önceli yerel yönetim deneyimlerimizden devraldığımız demokratik yönetim modelini güçlendirerek devam ettirdik. Bizim yerel demokrasi anlayışımız daima demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü uygulamalara dayandı.
2014’ten bu yana yerel yönetimlerde uyguladığımız eş başkanlık sistemi de kadın özgürlük ve eşitlik mücadelesini derinleştiren ve yayan bir sistem olarak kadının politik dönüştürücü gücü ile katılımcı, çoğulcu, yatay, demokratik bir toplumsal yapıyı ve yaşamı inşa etmenin iddiasını taşıdı ve taşımaya da devam ediyor. Ancak Türkiye’de iktidarı elinde tutan ve bugün ırkçı parti MHP ile yan yana duran AKP partimize ve yerel yönetim modelimize yönelimini her zaman kadınlara ve kadın kazanımlarımıza saldırmakla başlatmıştır.
Evet değerli katılımcılar,
Uluslararası kamuoyunun hatırlayacağı üzere Türkiye’de AKP’nin başını çektiği iktidar daha önce halkın seçimle kazandığı ve bugün aralarında benim de Belediye Eşbaşkanı olduğum Van, Diyarbakır ve Mardin dahil 96 belediyeye taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri ve Türkiye’nin halen yürürlükte olan antidemokratik Anayasa’sını dahi yok sayan biçimde kararnamelerle el koydu. Ve 96 belediyeye kayyım atandı. Belediyelerde çalışan binlerce işçi ve memur ihraç edildi. Yine 93 belediye eş başkanı, yüzlerce belediye meclis üyesi ve il genel meclis üyesi tutuklandı.
Kayyımların ilk işi bin bir emek ve mücadeleyle elde edilen kadın kazanımlarını ve kadın iradesini gasp etmek oldu.
İrade gaspının ve erkek egemenliğinin tezahürü olan kayyumlar, eşbaşkanlık sistemini hedef alarak eşbaşkanlarımızı tutukladı; kadın merkezlerini, kadın sığınma evlerini, kadın yaşam alanlarını, kadın emeği pazarlarını, kadın politikaları daire başkanlıklarını ve müdürlüklerini kapattı. Bunlarla yetinmeyerek bu merkezlerde çalışan kadınlar işlerinden çıkarıldı, kadın merkezi çalışanlarına davalar açıldı.
Yerel demokrasi anlayışına örtüşmeyen, merkezden ve AKP’nin talimatlarıyla hareket eden kayyumlar, kadınlar için hayati önem taşıyan kadına yönelik şiddet merkezlerini ya kapattı ya da bu merkezlerin adlarındaki “kadın” ifadesini çıkarıp bu merkezlere “aile merkezi” adını verdi.
Bu merkezler şiddete uğrayan kadınların şiddet gördükleri hanelerden uzaklaşmak için sığındıkları ve kadın dayanışmasıyla güçlendikleri yerler olmaktan çıkarılarak sözde 'aile birliğini korumak' adına, kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran kurumlara dönüştürüldü. Yani yaşam alanlarını kadınsızlaştırmaya çalışan iktidar, kadın mücadelesi yürüten yerel mekanizmaları doğrudan hedef aldı.
Uluslararası kamuoyunun hatırlayacağı üzere 2018 yılının Mart ayında Türkiye’de Kürt kentlerinde Temmuz 2015’ten Aralık 2016’ya kadar yaşam hakkı ihlalleri başta olmak üzere birçok ihlalin yaşandığına dair Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından ‘Güneydoğu Türkiye’de İnsan Hakları Durumu’ başlıklı bir rapor yayınlanmış ve söz konusu raporda yaşam hakkı ihlalinden, özgürlüklerin kısıtlanmasına, hukuki ilkelere dayanmayan yargılama süreçlerinden, seçilmiş parti eş genel başkanlarının, milletvekillerinin tutuklanması ve yine seçilmiş belediye eşbaşkanlarının görevden alınarak tutuklanması ve yerlerine kayyum atanması gibi birçok ihlale yer verildi.
Üye ülkelerin yükümlülüklerinin özellikle hatırlatıldığı ve uyarıldığı bu rapora rağmen Türkiye demokratik bir ülke olma çabasının aksine giderek totaliter ve evrensel değerleri hiçe sayan bir rejimle yönetilmeye devam etti. Özellikle BM ve üye ülkelerin temsilcilerinin bilmesi gerekir diye düşünüyorum. Türkiye’de Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve buna bağlı olarak yaşanan hak ihlallerine sessiz kalındığı sürece BM’nin özünü oluşturan evrensel değerlerin yok oluşu, adalet, özgürlük, insan hakları gibi temel haklara saldırı giderek tüm dünyada olağan bir hal alacak.
Aynı zamanda bu tür antidemokratik uygulamalarla Kürtlerin demokratik yollarla haklı mücadelesi de engellenmekte ve siyasetin dışına itilmesi ile Kürt halkının seçme ve seçilme hakkı yok sayılmaktadır.
Türkiye’nin de taraf olduğu Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, “Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.”diyerek üye ülkelere yükümlülüklerini açıkça göstermiştir.
Demokratik yollarla seçilmiş olan biz her üç Kürt kentinin Belediye Eşbaşkanları, herhangi bir Mahkeme kararı olmadan görevden uzaklaştırıldık ve kayyum atanması için hükümetin öne sürdüğü gerekçeler, kanıtlanamayan gerçekdışı beyanlar gerekçe gösterildi, medyaya bu gerçek dışı beyanlar servis edildi. Gerek kayyımın atanması ve gerekse sonrasında biz seçilmişlere ilişkin yargılama süreçlerinin hukuk ilkelerine ve devletin bağlı olduğu uluslararası insan hakları yükümlülüklerine uygun olarak yürütülmesinin sağlanması, bu sürecin uluslararası kamuoyunca da takip edilmesi bizler açısından oldukça önemlidir. Bu bağlamda BM, bir an önce kendi içerisinde ülke temsilcilerinin olduğu bir mekanizma kurmalı ve bizlere yöneltilen suçlamaların hiçbir gerçekliği olmadığını, bizlerin seçilme ve bize oy veren Kürt halkının, özellikle de kadınların seçme hakkını koruma altına alan bir soruşturma grubu kurmalıdır. Bizlerin demokrasi adına, hukuk adına ve tüm evrensel değerler adına beklediği budur.