Uykusuz dergisinde Otisabi karakterinin yaratıcısı karikatürist Yılmaz Aslantürk, Türkiye'de mizah dergilerinin kapanmasına neden olarak "Bence bu dergilerin kapanmaya ve küçülmeye gitmesindeki başlıca neden, mizah dergilerinin muhalefet yapmayı bırakmış olmaları.Muhalefetten uzaklaştılar" dedi.
Okurun, dergiye küstüğünü ifade eden Aslantürk, "Türkiye okuru mizah dergilerine ve karikatüristlere çok güveniyor ve arkasında duruyordu. Ancak bu dergilerde son dönemde muhalefet bulamayınca, her hafta aldıkları dergilere küstüler. Yaşadıkları sorunları, kendilerini bulamadılar" ifadesini kullandı
Birgün'den Meltem Yılmaz'ın Aslantürk ile yaptığı söyleşi şöyle:
Bugünlerde pek çok mizah dergisi olumsuz sinyaller veriyor. Gırgır kapandı, Penguen kapanacağını ilan etti, Uykusuz küçülmeye gitti. Neden?
Mizah dergileri, “insanlar okumuyor, o nedenle kapanıyoruz” üstünden bir arguman geliştirdi. Elbette o da var ama temel neden bu değil. Zira Türkiye’de 10 sene önce de okur sayısı yüksek değildi. Bence bu dergilerin kapanmaya ve küçülmeye gitmesindeki başlıca neden, mizah dergilerinin muhalefet yapmayı bırakmış olmaları... Muhaliflikten uzaklaştılar. Türkiye okuru mizah dergilerine ve karikatüristlere çok güveniyor ve arkasında duruyordu. Ancak bu dergilerde son dönemde muhalefet bulamayınca, her hafta aldıkları dergilere küstüler. Yaşadıkları sorunları, kendilerini bulamadılar.
Bu söylediğinizi haklı çıkaracak, iddianızı somutlaştıracağınız son döneme ilişkin ne var?
Gezi olayı var. Gezi’de mizah dergilerinin tirajı 100 bini buldu. Sonra tekrar düştü. Türkiye’deki mizah dergisi geleneği, muhalefetle çıkmıştı. Şimdi ise koyunlarla, tavuklarla, delilerle, lümpen esprilerle bir yere kadar gidebiliyorsunuz. Mizah dergilerinin kapanma sürecine girmesinin birinci nedeni bu bence. İkinci neden de çizginin ikinci plana atılmış olması. Tespit mizahı ile “derdini anlatacak kadar” çizmek yeterli görüldü. Sosyal medyadaki fenomenler de bu yoldan yürüdüler hatta kendilerini mizah dergisi alternatifi olarak sunanlar bile oldu. Çünkü tespit, çizgi gerektirmiyor. Mesela ben Uykusuz’da amatörlere baktım bir süre, gelen karikatürlerin yüzde 90’ı duvar dibinde konuşan iki adamdı, çizgide emek yok, tiplerde orijinallik yok çünkü abiler de böyle çiziyor ne yapsın çocuk?… Üçüncüsü de, bu dergileri çıkaranlar çok genç yaşta çizerler bir anda çok okunur oldular, çok para kazandılar ve egoları fena halde kabardı. Ama bunun karşılığında okur da aptal değil hele mizah dergisi okuru hiç değil, kendisine emek harcanmadığını hemen hissediyor. Ve kendisine emek harcamayan yazarı, çizeri okumayı bırakıyor.
Peki siz Uykusuz’a çizmeyi neden bıraktınız?
Dergi patronlarından biri geçen haftaki sayfasında aldığım telifi beğenmediğimi yazmıştı, para olsa vereceklermiş. Hatta beni soranlara bile sinirlendiğini gizlememiş. Hikaye çizeceği sayfayı bu konuya ayırması da okura ayıp. Bana telifimden büyük bir kesinti yapacaklarını pek da şık olmayan bir yöntemle bildirdiler. Orta bir yolda anlaşabilirdik ancak onlarda derginin düşen tirajını yükseltmek için bir heves, azim, hırs yoktu. Bunu görmedim. Hatta bırakın yeni bir şey çizmeyi hala eski köşelerini tekrar basıyorlar. “Gittiği yere kadar” düşüncesinde olanlarla devam etmek istemedim. Ayrılma nedenim budur.
Öyleyse çok satan yayınlara baktığımızda, büyük bir çoğunluğunda erken bir teslimiyet, gönüllü bir otosansür durumu var gibi...
“Aman ağzımızın tadı bozulmasın” diye erkenden otosansüre gidildi. Şimdi bu röportajı okuyanlar, “hacı sen ne çiziyorsun ki?” diyecekler. Ama ben ilişkileri çiziyor olmama rağmen, onun içinde bir yerlere muhalif unsurlar sokuşturuyorum, arka planda mutlaka oluyor. Zaten dergi dediğimiz yapı derlenmiş, farklı dünyaların olduğu bir alan; politik espriler de olacak, kara mizah da olacak, magazin de olacak. Herkes politik çizsin demiyorum ama sırf geçiştirmek için kapakta ve ikinci sayfada 5 tane muhalif karikatürle yürümüyor. Peki bu doğru bir tutum mu? Çizerin elinde kalem var, o kalemle çizgiye 40 takla attırabilirsin. Osmanlı’da dergilerde burun kelimesi yasakken, yazarlar kafayı kullanarak bir şekilde mesajı iletmiş okuruna.
Charlie Hebdo olayı Türkiye’deki mizah dergilerinde nasıl karşılık buldu?
Açıkçası korku yarattı. Gözü dönmüş katillerin silahla içeri girip herkesi öldürmesi bizim de başımıza gelebilirdi. Çünkü biliyoruz ki, bu örgüt burada sempatiyle karşılanıyor. Ama baskı hiçbir şeyin sonunu getiremez, baskı ne kadar olursa dergiler de o kadar yeraltına iner, fanzinlerle ya da bugün olduğu gibi internet üzerinden yayın yaparsın. Çizen adam çizmeden duramaz çünkü. Muhalefet etmek isteyen bir yolunu bulur. Yeter ki niyeti olsun.
Şu anki dönemi benzetebileceğiniz bir dönem var mı?
Ben böyle bir dönem yaşamadım. 12 Eylül ve sonrasını düşünüyorum, üniversiteyi 80’li yıllarda okudum. O dönem tiyatro yapmaya niyetlendik ama oynayacağımız oyuna izin verilmeyebilirdi. İzin alma aşamasına dahi gelemeden okulda cirit atan siviller tarafından yaka paça götürülebilirdik. O zaman pandomim yapalım dedik. Hiç konuşmadan, sadece hareket ve mimikle anlattık derdimizi. Yani pandomimle söylenmesi yasaklanan şeylerin arkasından dolaştık. Bu zorlu süreci böyle aştık, mesajımızı öyle verdik. Her türlü baskıya başkaldırımızı yaptık yüzlerce izleyici önünde. Dahası, dolu dolu salonlarda, festivallerde oynadık. Oyun sonrası yanımıza gelen seyirciler fısıldayarak aslında şunu anlattınız değil mi dediler. İşte karikatürün de pandomim gibi o esnekliği var.
Bu sizi daha yaratıcı mı kıldı?
Evet, yaratıcılık anlamında katkısı vardı ama sürdürülebilir mi, sorun orada. Şu an mizah dergilerinin acil ihtiyacı bana kalırsa, bunu yapmaya gönüllü buna cesaret edecek bir önder, rol model. Yani cesaret verecek bir girişim olması lazım. Zira lümpen esprilerin karşılığının olmadığı dergi tirajlarıyla ortada. Sonuçta ben mizah dergilerinin bittiğine inanmıyorum. Bu kuşağın anlayışıyla çıkan dergilerin sonu geliyor sadece.
Okur kitleniz size dönüşen Türkiye’ye ilişkin ne gibi ipuçları veriyor?
Otisabi okur yelpazesi çok geniş, 9 yaşından yetmiş yaşına dek okurlarla tanıştım. Tabi ki imza günlerinde. Oraya örtülü kızlar da, şalvarlı fesli erkekler de geliyor, kitaplarımı imzalatıyorlar. Bir keresinde türbanlı bir kız kitabımı imzalatmasına şaşırdığımı fark etti. “Neden şaşırıyorsun ki ben de okuyorum” dedi. “Sizin fikir dünyanıza bir katkım olmasına sevindim” dedim, “merak etme oluyor” dedi. Yani karşımızda tek tip mütedeyyin bir grup yok. Öyleymiş gibi gösterdiler hep ama Kabe’de bile kavga ediyorlar. Hepsi Erdoğan’ın yanında görünmek durumunda çünkü ulaşmak istedikleri amaç için seslerini çıkarmıyorlar şimdilik. Ama asıl tehlikelisi o yola girmiş olmamız. Çünkü şu anda özledikleri rejime giden yolda ses çıkarmayanlar daha radikalini kurmak amacındalar. Zira dini yönetim öyle hep daha sertine doğru gider. İleride türban bile çıplaklıkla eşdeğerdir deyip kara çarşafa geçirilmek istenecek. Adım adım tüm özgürlüklerini yitiren bir ülke haline dönüşme ihtimalini uzak görmüyorum. Bunun için de birilerinin ses çıkarması gerekiyor, biz de varız diyenlerin kalabalıklaşması gerekiyor. Kalem ya da klavye fark etmez.
Referandum sonuçlarını nasıl okuyorsunuz? Sonuçlar size de umut veriyor mu, yüzde 48.5 başarı mıdır?
Referandum sonuçlarını başarı olarak yorumlamaktan ziyade ne kadar olduğumuzu gördük şeklinde okuyorum. Gerçekten de azımsanmayacak bir miktarda olduğumuz ortada. O kadar devlet imkânı, kaymakamdan valiye herkesin seferberliği, milyonlarca dolarlık sadece afiş ve hilelere rağmen. Bu sonuç bana umut verse de tedirginlik hissini engelleyemiyoruz. Çünkü karşımızdaki dürüst değil, her türlü sahtekarlığı yapabiliyorlar çekinmeden. Bu nedenle, halihazırda yüzde 51’i, yüzde 60- 70’e çıkarmak için her şeyi yapabileceklerini biliyoruz. Büyük yalanlarını yaymak için her mecrayı kullanıyorlar, gazetelerde, televizyonlarda muhalif kanal bırakılmadı. Hatta dizilere de sindiler, orada da yalanlarla dolu tarihi diziler çekiliyor. Kültür endüstrisinde lümpenliği coşturan bir kurnazlar çetesi var, para var, sonsuz bir kaynak var ve yalan da olsa yazılıyor, çekiliyor, izlettiriliyor. İnsanlar da buna inandırılıyor.
Sizin köşeniz bugün sıradan bir İslamcı tarafından “yozlaşmış” olarak okunuyordur mutlaka. Ancak gerçeklere baktığımızda, son 15 yılda 3 kat artan çocuk istismarı, yüzde 1500 artan kadın cinayetleri rakamları ortada… Bir ülkede ahlaka ilişkin kavramların karşılığını, kadın erkek ilişlerindeki özgürlük alanlarının ötesinde, gerçek yerinde aramamız için daha ne olması gerekiyor?
Seks benim köşemde sonuç olarak işleniyor, onlarda ise süreç. Mesela hocalardan birisi sırf erkek ereksiyonunu “muhteşem” yapan duaların olduğu kitap yazdı ve sattı, başka bir hoca cennette inmeyen penisten bahsetti. Oral seksin ne kadar olacağına karar veremediler hala. Bir de kutsal topraklardaki otel odasında “dik duruşla” giden de var. Cinselliğin sadece erkeğin hakkı olduğunu düşünüyorlar. Ama sadece o birkaç dakika ile sınırlı sürece odaklanmışlar. Bir kadını tanımak, ona ulaşmak için bir takım meziyetlerin olması gerektiği akıllarına gelmiyor. Çünkü rekabet olsun istemiyorlar. Parası neyse bastırıp alır ya da daha çocuk yaşta hiçbir şeyin farkında değilken kapatırsın yatak odasına, oh şahane. Oysa doğada seçen taraf dişidir hep. Ve bu da medeniyetin gelişmesini tetikler.
Sorunuzun cevabına gelince, kadını sosyal hayattan çekip dört duvar arasına koyduğunda ne resim yapılır ne edebiyat ne de sinema. Marketten poşetleri doldurup TOKİ binalarından birindeki dairenizde akşam oturup televizyon izlersiniz o kadar. İnternet yasaklanmamışsa tuvalet kağıdını masaya koyup porno sitelere dalarsınız. Çünkü kadını tanımayan, dışarıda görmeyen erkek onun sadece içine girilen canlı olarak hayal eder. Eh fokur fokur kaynayan testosteronu yatıştırmak için kendisinden daha az kıllı olanı hedef seçecektir. İnanmayan sinekkaydı tıraş olup Afganistan’a gitsin, uçak bileti benden.