Gülay Türkmen Dervişoğlu / Yale Üniversitesi
Politik ve sosyal gerginliğin had safhada yaşandığı 2014 yerel seçimleri nihayet sona erdi. Resmi sonuçlar hala açıklanmamış olsa da, birçok il ve ilçede hile iddiaları sebebiyle YSK’ya başvurular yapıldıysa da, AKP’nin bu secimden birinci parti olarak çıktığı su götürmez bir gerçek. Resmi olmayan sonuçlara göre AKP’nin Türkiye genelindeki oy oranı %45. Bu sonuç ortaya çıktığından beri en çok sorulan soru ise su: “AKP milletvekillerinin, bürokratlarının, AKP yanlısı iş adamlarının, basın mensuplarının ilişkilerini ortaya çıkaran ses kayıtlarına, Başbakan Erdoğan ve ailesinin bizzat yolsuzluğa karıştığı iddialarına rağmen AKP oyları nasıl oldu da %40’in üzerinde kaldı”? Gezi ayaklanması sırasında ve sonrasında polisin uyguladığı şiddete, Başbakan basta olmak üzere pek çok AKP’li politikacının kutuplaştırıcı söylemlerine, medya üzerindeki gözle görülür baskıya, sosyal medya yasaklarına atıfla “nasıl olur da halkın büyük bir kesimi hala AKP’ye oy verebilir” diye soranlar yaşadıkları hayal kırıklığını “bu ülkede yaşanmaz”, “herkes hak ettiği şekilde yönetilir, bu halka bu yönetim müstahak” gibi ifadelerle dile getiriyor. AKP’nin aldığı oy kimilerince bir kez daha seçmenin genelinin “cahil ve eğitimsiz” olmasına, yolsuzluk iddialarından da, ses kayıtlarından da bihaber olmasına bağlanıyor. Oysa ki, IPSOS araştırma şirketinin, yerel secim akşamı 81 ilde 1383 kişi ile görüşerek gerçekleştirdiği “sandık sonrası araştırması”na göre AKP seçmeninin ses kayıtlarından da, yolsuzluk iddialarından da haberi var. Ancak, AKP seçmeninin %75’i yolsuzluk iddialarının oy tercihleri üzerinde hiçbir etkisi olmadığını belirtiyor. Peki ama neden? Birçok kişiye, “bu kadar da olmaz ki” tepkisini verdiren ses kayıtları AKP seçmenini neden etkilemiyor?
Bu sorunun cevabi kuskusuz ki çok katmanlı, ve tek bir sebeple açıklanamayacak kadar karışık. Bu yazıda, olası tüm sebeplerden bahsetmek yerine, Dartmouth Üniversitesi’nden Brendan Nyhan ve Exeter Üniversitesi’nden Jason Reifler’in beraber yazdığı 2013 tarihli bir makaleyi kullanarak, psikolojik bir açıklama yapmaya çalışacağım. Makalenin ana fikrini özetlediğim aşağıdaki iki paragraf ilk bakışta biraz karışık gibi görünebilir. Ancak bu iki paragrafı sabırla okuyup yazıya devam ederseniz bu araştırmadan edinilen bilgilerin AKP seçmeninin yolsuzluk iddialarından neden etkilenmediğini anlama konusunda önemli ipuçları verdiğini göreceksiniz.
İkisi de siyaset bilimci olan Nyhan ve Reifler, “seçmenlerin politik olarak tartışmalı konular hakkında sahip oldukları yanlış algıların sebebi nedir” sorusuna cevap arıyorlar. Sosyal bilimcilerin bu soruya verdikleri en yaygın yanıt, yanlış algıların bilgi eksikliğinden kaynaklandığı ve insanların bir konuyla ilgili doğru ve eksiksiz bilgiye sahip oldukları takdirde konu hakkındaki fikirlerini değiştirecekleri. Bu minvalde, ses kayıtlarıyla ortaya çıkan yeni bilgiler ışığında AKP seçmeninin AKP’ye oy vermekten vazgeçeceği beklentisi çok da sıra dışı bir varsayım değil. Fakat, Nyhan ve Reifler bu beklentinin hatalı bir beklenti olduğunu, pek çok insanın, yanlış bildikleri bir şeyin doğrusu kendilerine belgelerle ve kanıtlarla anlatıldığında dahi o konudaki fikirlerini değiştirmeye isteksiz olduklarını gösteriyorlar. Yaklaşık 1000 kişinin katılımıyla gerçekleştirdikleri üç ayrı deneyde, Nyhan ve Reifler, 2010-2011 arasında Amerika’daki işsizlik oranı, son 30 yılda meydana gelen iklim değişikliği gibi ampirik olarak ölçülebilir konularda belli bir pozisyonu savunan seçmen gruplarına bu konularla ilgili doğru bilgiler sunulduğunda katılımcıların ne tepkiler verdiklerini inceliyorlar. Sonuçlar oldukça ilginç: Her ne kadar bazı katılımcılar doğru bilgiyle karşılaşınca kendi fikirlerini değiştirse de, birçok katılımcı, bu yeni bilgileri kabul etmek konusunda oldukça isteksiz. Bu noktada en önemli faktör bilgilerin hangi yöntemle sunulduğu. Doğru bilgileri görsel olarak anlatmak, yazılı olarak anlatmaktan çok daha etkili. Kendilerine yazılı olarak sunulan bir bilgiyi kabul etmek istemeyenler, ayni bilgi görsel olarak sunulduğunda daha kolay kabul ediyorlar. Katılımcıların doğru bilgiyi kabul etmeye istekli olup olmamalarını etkileyen ikinci önemli faktör ise bu bilgilerin katılımcılar üzerinde oluşturduğu psikolojik etki. Özellikle, bilgilerin görsel olarak sunulmadığı durumlarda, katılımcılar doğru bilgiyi hem kendi dünya görüşleriyle uyuşmadığı, hem de “psikolojik bir tehdit” olarak algıladıkları için kabul etmek istemiyor.
Katılımcıların bu bilgileri kendilerine yönelik bir tehdit olarak görmemelerini sağlamanın en önemli yolu ise onların fikirlerinin de önemli ve değerli olduğunu onlara hissettirebilmek. Nyhan ve Reifler, katılımcıların değerlerine ters düşen (fakat doğruluğu kanıtlanmış) bir bilgiyi onlara sunmadan önce, katılımcıların özgüvenlerini tazelemelerini sağlıyorlar, inandıklarıyla çelişen bir bilgiyle karşı karşıya kalsalar dahi bu yeni bilgiyi reddetmiyor ve dinlemeye daha istekli hale geliyorlar.
Bu bilgiler ışığında tekrar AKP seçmenine dönersek: Yukarıda söylediğim gibi, AKP seçmeni yolsuzluk iddialarından haberdar, ancak bu iddiaları aynen Nyhan ve Reifler’in çalışmasındaki katılımcılar gibi, kendi dünya görüşüne yönelik bir tehdit olarak algılıyor ve reddediyor. Erdoğan da bunu biliyor. Bu yüzden üslubunu sertleştirip bu kavgayı bir kimlik kavgasına dönüştürmeye, tüm tartışmayı “biz-onlar” eksenine oturtmaya çalışıyor. Böyle yaptıkça, muhalefet partilerinin destekçilerinin sertleştiğinin, kendi taraftarlarının da sertleşen muhalefete, büyüyen “psikolojik tehdit”e karşı safları sıklaştırdığının farkında. IPSOS’un yukarıda bahsettiğim araştırmasında AKP seçmeninin %84’u oy tercihinde “parti lideri”nin ve “partinin hizmetleri”nin etkili olduğunu söylüyor. Yani AKP seçmeninin oy tercihini, belediye başkanı adaylarından ziyade, Erdoğan’ın liderliği ve AKP’nin icraatları belirlemiş. Bu da seçmenin AKP’yi bir politik parti olarak desteklemenin ötesinde, “AKP’liliği” bir kimlik olarak görmeye başladığını gösteriyor. Böyle bir ortamda muhalefet tarafından sürekli aşağılandığını, düşüncelerine değer verilmediğini düşünen AKP seçmeni yolsuzlukla ilgili bunca ses kaydına, bunca bilgiye rağmen daha önce durduğu yeri değiştirmiyor. Bu ses kayıtlarının sosyal medyada “bakin, gördünüz mü, biz haklıymışız, size söyledik, bir turlu anlamadınız” tonuyla sunulması da maalesef AKP seçmeninin psikolojik tehdit algısını körüklüyor. (Yanlış anlaşılmasın, amacım AKP seçmenini bu sürecin tek mağduru olarak resmetmek değil. Zira, AKP seçmeninin de üslup sorunu olduğunu düşünüyorum. Ancak, bu yazının konusu AKP seçmeninin psikolojisi olduğu için, AKP seçmeninin üslubundan ziyade AKP yanlısı olmayan seçmenlerin üslubuna dikkat çektim)
Nyhan ve Reifler’in çalışması tabii ki AKP seçmeninin kararını anlamak için tek başına yeterli değil. Türkiye’deki seçmenin çoğunda hakim olan “çalıyorlar ama çalışıyorlar”, “bir tek bunlar mi çalıyor, hepsi çalıyor” gibi yaklaşımların, “kazanan tarafta olma” isteğinin, “AKP’ye oy vermeyelim de kime verelim” gibi güçlü bir muhalefet partisi eksikliğine vurgu yapan ifadelerin, Erdoğan’ın çok akıllıca bir manevrayla ses kayıtlarını kendisine ve AKP’ye yönelik değil “Türkiye’ye yönelik bir komplo” olarak sunmasının da AKP seçmeninin kararı üzerinde oldukça önemli etkisi olduğunu düşünüyorum. Fakat, Nyhan ve Reifler’in çalışmasını, özellikle, artan politik kutuplaşma sebebiyle birbirine avazı çıktığı kadar bağıran, ancak karşısındakine duyduğu nefret yüzünden birbirini duyması gittikçe zorlaşan tüm seçmenlerin (ve politikacıların) dikkate alması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa, kendimiz söyleyip kendimiz işitmeye, “sesimi duyan var mi” diye düşünmeye devam edeceğiz.