Almanya Dışişleri Bakanı Maas Çin’i Uygurlara yönelik şiddetli baskı politikası nedeniyle eleştirdi. DW’den Matthias von Hein’a göre bunun etkisini göstermesi için Avrupa’nın ortak bir yaklaşımda bulunması şart.Dil ne kadar yalancı bir ifade ortaya koyabiliyor. Çin'in kuzey batısındaki vilayetin adı tam olarak: Uygur Özerk Bölgesi- Sincan. Ancak burada hiçbir şey özerk değil. Han Çinlilerinin devlet tarafından organize biçimde hammadde açısından zengin olan bu bölgeye yerleşmesi Uygurları uzun süredir azınlık haline getirdi. Baskı gören bir azınlığa.
Çin yönetimi Sincan'da çok çirkin bir deney yürütüyor. Modern gözetleme teknolojisi ile klasik polis devleti yöntemlerini birleştirerek devasa büyüklükteki eğitim kamplarında halkın tamamını etnik kimlik ve dinlerinden uzaklaştırıyor, onlara güçlü Komünist Parti'ye acı biçimde itaat etmeyi aşılıyor.
Halkın tamamı zan altında altında
BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi Ağustos ayında birçok güvenilir rapora göre bir milyona yakın insanın haklarında dava açılmaksızın kamplarda tutulduğunu açıkladı. Bu da 10 milyon Uygur arasında her on kişiden birine tekabül ediyor. Çin böylesine gözaltı kamplarının bulunduğunu ilk kez Ekim ayında teslim etti. Ve bu kampları "terör ve radikallikle" mücadele ile gerekçelendirdi.
Gerçekten de Sincan'da sürekli olarak yeni saldırılar düzenleniyor. Ancak Pekin yönetiminin bizzat kendisi görüş alışverişi, anlayış ya da köprü inşa edilmesini sağlayacak her sesi susturdu. Ekonomi profesörü İlham Tohti gibi yıllardır barışçıl diyalog için çalışanlar gibi. Birçok insan hakları ödülü alan Tohti "ayrılıkçı" olduğu iddiasıyla tutuklanarak ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Bu nedenle Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas'ın Pekin'e yaptığı ziyarette eğitim kamplarını çok net sözcüklerle eleştirmesi doğru ve önemli. Ancak bu kampların kabul edilemez olduğu yönündeki sözlerinin sonucu ne olur, bu görülecek. Çin Almanya Dışişleri Bakanının itirazı sonrasında kendi politikasını değiştirecek mi? Kesinlikle hayır. Federal Meclis'te yapılan oturumda Çin'deki insan hakları ihlalleri eleştirildiğinde, Çin'in Berlin'deki Büyükelçiliği buna sert biçimde tepki göstermiş, bu eleştirilerin son bulmaması halinde bunun sonuçları olabileceği tehdidinde bulunmuştu.
Öteki Maas
Alman hükümetinin olay ekonomik açıdan zararlı bir hale geldiğinde, yaptığı sert açıklamalardan geri adım attığını Suudi Arabistan'la ilişkilerden biliyoruz. Heiko Maas'ın kendisi Eylül ayında BM Genel Kurulu sırasında Suudi Dışişleri Bakanı El Cubeyr'e selefi Sigmar Gabriel'in yönelttiği eleştiriler nedeniyle "içten üzüntü" duyduğunu belirtmişti. Maas'ın özrü Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'daki Suudi Konsolosluğu'nda acımasızca öldürülmesinden bir hafta önce geldi. İnandırıcı olmak bu değil.
Çin Almanya için sadece ekonomik açıdan değil siyasi açıdan da Suudi Arabistan'dan daha önemli bir ülke. Özellikle İran'la nükleer anlaşmanın kurtarılması için sergilenen ortak çabalar düşünüldüğünde. Avrupa'da diğer siyasi alanlarda olduğu gibi ortak hareket edilmesine ihtiyaç var. Siyaset terazisinde ancak bu sayede denge sağlanabilir. Bu zor olsa da. Pekin "parçala ve yönet" prensibi ile hareket etmede çok başarılı, farklı çıkarlara göre Avrupa başkentlerini birbirinden koparmakta da öyle. Maas Avrupa başkentlerinin desteği olmaksızın cesurca eleştirerek kaplan gibi başlayıp, paspasa dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya.
Matthias von Hein
© Deutsche Welle Türkçe