Avrupa Birliği pazar günkü seçimden önce Türkiye'nin istikrarlı bir yönetime kavuşmasını arzuladığını duyurmuştu. Ancak AKP'nin böylesine açık farkla oylamayı kazanacağını doğrusu Brüksel de tahmin edememişti. Anketçiler yine mi yayıldı, yoksa oylamaya hile mi karıştırıldı? Kürtlerle yeniden savaş başlatılması, aydınlatılmamış bombalı saldırılar, muhalefete yapılan baskı ve hükümet karşıtı medyanın yasaklatılması, bu seçimin demokratik kalitesinden kuşku duyulmasına yetmez mi?
AB ‘Boğazların Sultanına' muhtaç
AB'nin ‘Boğazların Sultanı'yla tartışmayı uzun yıllar ihmal etmiş olması tarihin bir cilvesi sayılmalıdır. Onunla atışmaya lüzum yoktu. Çünkü üyelik görüşmeleri zaten askıya alınmıştı. Böyle olunca Avrupa'nın eşiğinde giderek otokratlaşan bir hükümdar peyda oldu. Brüksel bu durumu fark edemedi, daha önemli problemlerle boğuşuyordu. Şimdi Avrupalıların ona daha fazla ihtiyacı varken Erdoğan'ın Avrupa'ya o kadar ihtiyaç duymaması Avrupa'yı kötü duruma düşürdü. Birliği dağılmanın eşiğine getiren mülteci krizi onsuz çözülemez. Böylece cumhurbaşkanı siyasi baskıdan kurtulmuş oluyor. İktidarı emniyette, ülkedeki iki milyon Suriyeli'yi problemden saymıyor. Anlaşılan Türkler mültecilere büyük anlayış gösteriyorlar.
Erdoğan en küçük tavizin siyasi bedelini bile kendi belirleyebilecek kadar güçlü bir konumda. Brüksel'deki gözlemciler şimdi pazar diplomasisinin uzunca bir aşamasına girileceğini söylüyorlar. Çoğu da cumhurbaşkanının çok daha geniş pazarlık imkanına sahip olduğunu ifade ediyor. Avrupalı liderler, Merkel örneğinde olduğu gibi Erdoğan'ı ziyaret edip önünde boyun eğecekler. Bunu düşünmek bile oldukça tatsız. Kıdemli bir politikacı AB'nin Erdoğan'ın insafına kaldığını söylüyor. Maalesef bu doğrudur. Cumhurbaşkanı da bu durumun tadını çıkaracaktır.
Reel politikanın sınırları
Avrupalılar açısından Türklerle işbirliğine kendi değerlerini feda etmeleri değil de ne kadarını feda edecekleri söz konusu. Doğu Avrupa ülkelerinin bir nebze dış politika aklı olsaydı, AB bünyesinde uzlaşmaya varılmasının, istikbalini Ankara'daki otokratın ellerine teslim etmekten evla olduğunu kavrardı.
Lakin akıl gökten yağmadığı için Avrupa çetin ve incitici pazarlıkların arifesinde bulunuyor. Avrupa, demokratik değerlerine ne kadar kıymet verdiğini kendine sormak zorundadır. Pazarlık taksitle taviz vermek şeklinde geçecektir. Avrupalılar Macaristan'daki küçük diktatöre zamanında müdahale etmeyi becerememişlerdi. Şimdi de Türkiye'nin büyük diktatörü olma yolunda ilerleyen Erdoğan'dan demokrasi talep edecek tez ve baskı araçlarından mahrum kalacaklar.
Pazarlık tatsız geçecek
Türkiye cumhurbaşkanının mültecilerin Avrupa yolunu kapatma ve AB adına sınır bekçiliği yapma karşılığında talep edeceği tavizlerin pazarlığı tatsız geçecektir. AB'nin elindeki tek koz, cumhurbaşkanının ekonomik bakımdan önem verdiği vize kolaylığıdır. Mülteci krizinde ondan taviz koparmanın tek başlığı zaten ekonomik ilişkiler olabilir.
Bu pazarlıkta Avrupa'nın kırmızıçizgisi Kürtlere yapılan muamele olmalıdır. Erdoğan Kürtlere yumuşamazsa Avrupalılar masadan kalkıp mülteci krizini kendi aralarında çözmelidirler. Enteresan zamanlarda yaşayanın başı dertten kurtulmaz mealindeki Çin atasözü Avrupa'da bir kez daha doğrulanmış oluyor.