Kamuoyu araştırmalarının birbirini izlediği günümüzde sürpriz ve sansasyonlara yer kalmıyor. 2013 yılında kurulan Almanya için Alternatif (AfD) adlı protesto partisinin, aşırı sağcı Nasyonal Demokrat Parti’nin (NPD) 2006’dan beri parlamentoda temsil edildiği Mecklenburg-Vorpommern eyaletinde de oyları götüreceği aylar öncesinden belliydi. NPD artık eyalet meclisinde olmayacak. Bu iyi bir haber, çünkü Naziler artık Almanya’nın hiçbir parlamentosunda temsil edilmeyecekler.
Onların yerine çok sayıda sağ popülistin muhalefet sıralarında yer alacak olması herkesin hoşuna gitmeyebilir. Halkı korkutarak yükselen AfD aleyhinde söylenebilecek çok şey var ama bu partiyi NPD ile aynı kefeye koymak adil olmaz, ancak yaygın çaresizliğin bir ifadesi olabilir. Popülizm radikallikten farklıdır.
Sözde tartışmalar ve sembolcülük sadece AfD’ye yarar
Yeni sağın retorik açıdan ırkçılık sınırını teğet geçtiği, bazen de bu sınırı aştığı doğrudur. Bu yüzden hadleri bildirilecektir ve bildirilmelidir de. Irkçı söylemler parti içinde de bozuşmalara neden olabiliyor. Baden-Württemberg eyaletindeki bir milletvekilinin Yahudi aleyhtarı sözleri partinin bölünmesine yol açmıştı.
AfD’nin iç hesaplaşmalar ve iktidar mücadelelerine rağmen başarılarını arttırması en çok Almanya’nın yerleşik siyasi partilerini endişelendiriyor. Ancak büyük partiler AfD’nin tuzağına düşüp iltica ve İslam gibi önemli konularda o partinin çizgisine yaklaşmamalıdır. Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ise çifte vatandaşlığın kaldırılması ve burkanın yasaklanması gibi talepleriyle işte tam da bunu yapıyor. Seçim öncesinde sergilenen bu gibi şeffaf manevralar sadece siyasi rakibin işine yarıyor. AfD haklı olarak, ötekilerin kendi pozisyonlarını devraldığını söylüyor.
Berlin’deki kaos sonuçsuz kalmadı
Hristiyan Demokratlar, Sosyal Demokratlar, Yeşiller, Sol Parti ve Hür Demokrat Parti’nin Mecklenburg-Vorpommern eyaletinde boşuna çabaladıkları zaten belli idi. Aynı zamanda fırsat da yaratan mülteci akınının patlak vermesinin üzerinden geçen bir yıl zarfında tansiyon ölçülü bir tartışma ortamı yaratılamayacak kadar yükseldi. Berlin’deki büyük koalisyon hükümetinin ortakları arasındaki tarihte benzeri görülmemiş bu gelişmede izlenecek doğru yolun hangisi olduğu tartışması seçmen tarafından haklı olarak liderlik zafiyeti olarak algılanıyor.
Bunun seçmenin siyasetten bezmesine ya da oyunu protesto amacıyla kullanmasına yol açacağı da belliydi. 2011 yılında Mecklenburg-Vorpommern eyaletinde seçime katılım oranı yüzde 50 iken 4 Eylül seçiminde yüzde 60’a çıktı. AfD’nin memnun olmayan kitleyi harekete geçirdiği besbelli. AfD’nin yükselişini durdurmak istiyorlarsa, yerleşik partilerin stratejilerini mutlaka değiştirmeleri gerekir. AfD’nin zaaflarını ve yerine getirilmesi mümkün olmayan taleplerini açıkça dile getirmeli ama aynı zamanda kendinden emin bir şekilde nerede güçlü olduklarını da anlatmalıdırlar.
Bir yılda çok şey değişebilir
2017 genel seçimlerine daha bir yıl var. Bu süre zarfında nelerin olabileceğini AfD çok güzel şekilde gözler önüne serdi. 16 eyaletten 9’unda temsil edilen bu partinin geldiği gibi gitmeyeceğini kabul etmek gerekir. Diğer partiler kendilerini inatçı, rahatsızlık verici ve tatsız bir muhalefete göre ayarlamalıdırlar. AfD’yi mutlak şekilde dışlamak yanlış olur. Sağ popülistlerin salt karşı çıkma taktiğine kıyasla inandırıcı politikaların uzun vadede daha başarılı olacağı ve yeniden güven kazandıracağı unutulmamalı.
Protestan Piskopos Markus Dröge, Berlin eyalet parlamentosuna iki hafta kala Tagesspiegel gazetesine verdiği mülakatta, "halkın hissiyatını manipüle etmeye çalışan politikacılarla tartışmak zor da olsa konuyu dağıtmayıp nesnel düzeyde tezlerin savunulmasını" tavsiye etti. AfD’ye karşı alınacak tavır sadece inanmayı ve ummayı değil, aynı zamanda sabırlı olmayı da gerektirir.