Münih Güvenlik Konferansı'ndan uzlaşma ve umut sinyallerinin geldiği zamanlar olurdu. Konferansların 54'üncüsünde böyle olmadı. "Uçurumun kenarından dönüldü mü?" sloganı dünyanın içinde bulunduğu duruma pek uygundu. Üç günlük buluşma çatışma ve anlaşmazlıkların giderek daha ağır basmakta olduğunu gösterdi. Bu bakımdan sloganın sonundaki soru işaretinin yerinde kalması doğru olur. Güvenlik Konferansı yine küresel risklerin gündeme getirildiği, adının konduğu ve tahlil edildiği yer oldu. Ancak diplomasinin sonuna gelindiğini de gözler önüne serdi. Konferansın başarısı, zıt görüşlerin temsilcilerini bir araya getirip konuşmalarını sağlamak oldu. Ama konferans salonu bağdaştırılması mümkün olmayan görüşlerin dillendirildiği bir foruma dönüştü. Anlaşmazlık alanlarıyla ilgili gerçek uzlaşma ve yapıcı çözüm önerilerinin izine bile rastlanmadı.
Ustaca davranış yerine kaba sözler
Konferansın son gününde bu durum daha açık bir şekilde ortaya çıktı. İsrail Başbakanı ile İran ve Suudi Arabistan'ın dışişleri bakanlarının karşılıklı suçlamalarla dolu konuşmaları durumun ne kadar içinden çıkılmaz hâl aldığını gösteriyordu. Diplomat olduğu için kendisinden temkinli iyimserlik sergilemesi beklenen konferans başkanı Wolfgang Ischinger bile muhtelif risklerin nasıl ortadan kaldırılabileceğine dair somut önerilerin dile getirilmediğini teslim etmek zorunda kaldı.
Bir diğer örnek de konferansın ilk gününde koridorlardaki konuşmalara konu olan gazeteci Deniz Yücel'in serbest bırakılmasıydı. Ertesi gün Türk ve Alman siyasetçilerin nasıl uzlaşmaz görüşleri benimsediklerine şahit olundu. Alman Yeşiller partisinden Cem Özdemir Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım ile aynı otelde kalıyordu. Başbakanın korumaları Özdemir'i ‘terörist' olarak tanımladıkları için Alman politikacının polis tarafından koruma altına alınması gerekti. Türk korumaların nasıl kaba davranabildikleri Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasındaki buluşmada da görülmüştü. Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun daha sonra Özdemir'i yalancılıkla suçlaması sadece özrün kabahatten büyük olduğunu gösterir. Bu bakımdan Kürtlere yapılan askeri müdahalenin Yıldırım ve Çavuşoğlu tarafından ısrarla savunulmasına şaşmamak gerekir.
Suçlamalar ve saçmalıklar
Diplomasinin sonunun dili ustaca kullanma sanatı da olduğunu Polonya Devlet Başkanı Mateuş Moravyeki gösterdi. Moravyeki bir muhabirin Polonya'daki ‘Holokost yasası' ile ilgili sorusunu yanıtlarken önce Polonyalı suçluların da olduğunu söyledi. Arkasından da ekledi: "Nasıl sadece Alman değil, Yahudi, Rus ve Ukraynalı suçlular da vardıysa.”
Batı ülkeleri arasındaki ilişkilerin manzarasını da diplomasi değil, ortadan kaldırılması mümkün olmayan karşılıklı suçlamalar belirledi. Ukrayna Devlet Başkanı Poroşenko Rusya'yı Avrupa'daki bütün kötülüklerin başı olarak gösterdi. Poroşenko Moskova'ya daha ağır baskı yapılmasını, yaptırımların gevşetilmemesini ve ülkesinin biran önce NATO ve Avrupa Birliği'ne alınmasını istedi. Sinirli olduğu gözden kaçmayan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise Avrupa'yı Nazi dönemine geri dönmekle itham etti, Rusya'nın ABD'deki başkanlık seçim kampanyasına müdahale ettiği suçlamasını saçmalık olarak niteledi ve ABD'nin nükleer silahlanma planlarına karşılık vermek zorunda olduklarını söyledi. Eski Dışişleri Bakanı John Kerry dışındaki Amerikan heyeti ahlaki üstünlüğü tekeline almışlık edasındaydı. Amerikalılar karşılıklı görüşleri anlayışla karşılamak yerine Rusya ve İran'a yüklenip, baskı ve askeri üstünlükten başka şeye güvenmediklerini gösterdiler. Washington'ın, Avrupa'dan gelen, diplomasinin ciddiyle alınması çağrılarına önem vermediği anlaşılıyor. Dışişleri Bakanlığı bütçesinden yapılan kesintiler de bunu gösteriyor. Askeri üstünlüğe güvenerek yapılan görüşmeler görüşme değil kati emirdir.
Hiç olmazsa mutsuzluğa düşürücü 30 dolayındaki panelin yanı sıra otel odalarında bin dolayında da ikili görüşme yapıldı. Güvenlik Konferansının başkanı İschinger buluşmanın resmi bölümünü bu nedenle ‘buzdağının su üstünde kalan kısmı' olarak niteledi. Umalım, su üstünde kalan kısım buzdağının görünmeyen kısmının tipik yansıması olmasın.
Matthias von Hein
© Deutsche Welle Türkçe