Alman hükümeti harekete geçti ve Türkiye'yi karşısına aldı. Nihayet. Bunda geç bile kalındı. En azından biraz. Başka adımlar atılması da düşünülebilirdi. Ama önemli olan şu: Alman tarafı artık uyarı niteliğindeki sözlere bel bağlamayacağını ilk defa açıkça ortaya koyuyor. Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Hristiyan Demokrat-Sosyal Demokrat koalisyonunun seçim kampanyası zamanlarında da birlikteliklerini koruduğunun altını çiziyor.
Türkiye, aylardır tutuklu bulunan Alman vatandaşlarıyla ilgili olarak hiçbir AB ülkesinde düşünülemeyecek ve her bir AB ülkesi karşısında diplomatik krize yol açacak nitelikteki davranışını sürdürüyor. Türkiye'de şimdiye kadar 22 Alman vatandaşı hala gözaltına alındı. Birkaç gün önce tutuklanan Af Örgütü çalışanı Peter Steudtner, 157 gündür tutuklu bulunan ve "terör" propagandasıyla suçlanan gazeteci Deniz Yücel ve çevirmen Meşale Tolu en bilinen vakalardan bazıları. Bakan, bu kişiler için "Herkesin başına gelebilecek bir hukuksuzluğu temsil ediyorlar" uyarısında bulundu.
Sürekli provokasyon
Alman vatandaşlarının dünyanın herhangi bir yerinde şiddet içeren suç, trafik suçu, cinsel istismar gibi çeşitli nedenlerle hapse girmeleri, küreselleşmiş dünyada gündelik yaşamın ve diplomatik ilişkilerin de bir parçası.
Gabriel bu nedenle de "Devletler hukuktan doğan diplomatik erişim hakkı için mutlaka mücadele etmek zorundayız" dedi. Ancak bu, diplomatlar için bir aşağılama, sürekli bir provokasyon anlamına geliyor. Bir dışişleri bakanı ve hepsinden önce de bir başbakan için de. Ama olay bundan çok daha büyük. Olay, temel Avrupa değerlerinden vazgeçiş, güvenilirliği, hukuk devleti ve demokrasiyi terk ediş.
Peki bu çerçevede seyahat uyarısı, ihracat garantisi ve yatırım kredileri bağlamında atılmakta olan adımlar yeterli mi? Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye'yle ilgili seyahat uyarılarının sertleşmesi yalnızca bir detay gibi görünüyor. Türkiye hakkındaki seyahat uyarısının daha da sertleştirilerek şu anda 25 ülke için mevcut olan aşamaya getirilmesi noktasında da çekince duyulduğu açık. Belki de tur operatörlerinin tazminat talebinde bulunmalarının eli kulağında olmasından ötürü.
Ancak uyarı, "Özel ya da ticari nedenlerle Türkiye'ye seyahat edecek kişilere kısa süreli kalma durumunda isimlerini konsolosluk ve büyükelçiliklerdeki listelere yazdırmaları tavsiye edilir" cümlesi doğrudan doğruya güneşli kumsallarda tatil yapma konusunda bir uyarıyı haykırıyor. Her seyahat bünyesinde bir risk barındırır. Bu riskten de kaçınılması gerekir.
Türkiye'de yatırım yapan Alman şirketleri için Gabriel'in teminatla ilgili politika değişikliğinin de Alman ekonomisinden ziyade şu sıralar Boğaz ülkesi için bazı sonuçları olacak. Bu, Berlin'in Türkiye'ye artık güvenmediğine dair iş dünyasına verilmiş bir sinyal. Alman dış ticareti açısından da Gabriel'in açıklamaları, dış ticarette "ciddi kırılmalar" yaşanabileceği, ancak bir "devrilmenin" beklenmediği anlamına geliyor.
Değerlerin de bir bedeli var
Evet, Avrupa değerlerini kabul etmenin de bir bedeli olabilir. Bu çarşamba günü televizyon kanallarının Gabriel'in geciken konuşmasını bekledikleri esnada, bu kanallardan biri barışlı, sevinçli ve gözlemeli bir Türkiye reklam spotu yayınladı. Bu rahatsız ediciydi. Springer Yayınevi de muhabiri Deniz Yücel için mücadele edip Berlin üzerine "Deniz'i Serbest Bırakın" cümlesini sürekli yansıtırken, Springer gazeteleri öte yandan da (diğer bazı Alman gazeteleri gibi) büyük boyutlu 'ah güzel Türkiye' reklamlarına yer verdi. Bu da aynı şekilde rahatsız edici. Değerleri muhafaza etmek isteyen, bunun bedelini ödemeye de hazır olmak zorunda.
Parlamento seçimlerine iki ay kala, yani seçim kampanyalarının tam ortasındayken, Gabriel, Başbakan Angela Merkel ve Merkel'in rakibi Martin Schulz'la vardığı anlaşmayı vurguluyor. Federal hükümet ve hükümeti taşıyan partiler, Türkiye'ye karşı daha sert bir politika izlenmesi noktasında hemfikir gözüküyor. Gabriel, Schulz'la birlikte Ankara'ya karşı daha sert bir politika izlenebileceğini sinyalini ancak sona yaklaşıldığında verdi. Schulz ise Avrupa düzeyindeki Gümrük Birliği müzakerelerinin de dondurulmasını istiyordu.
Peki bu Sosyal Demokratlar arka kapıyı açık mı tuttuğu anlamına mı geliyor? Yoksa Almanların şu anki tutumunun Ankara'yı etkilemeyeceğini mi düşünüyorlar? Bay Erdoğan'ın yolu Türkiye'yi uzun süredir Avrupa'dan uzaklaştırıyor, yalnızca Almanya'dan değil.
Christoph Strack
© Deutsche Welle Türkçe