Almanya hükümetinin görevlendirdiği 19 üyeli özel komisyon nükleer enerji döneminin kapanmasından sonra tesislerin ve yüksek radyasyon saçan nükleer yakıt atıklarının tasfiyesiyle ilgili planlama çalışmalarını tamamladı. Sonuç, radyoaktif atıkların zarar vermeyecek şekilde depolanmasının doğuracağı maliyetin vergi mükellefi tarafından karşılanacağını gösteriyor. Nükleer riskin ortadan kaldırılmasına, bu riski yaratan özel enerji şirketleri gibi kamuoyunun da ortak edilmesi, tehlikeyi yaratanın sorumluluğu prensibinin yok farz edilmesi anlamına gelir.
Tasfiye planı dört büyük elektrik şirketiyle devletin maliyeti paylaşmalarını öngörüyor. Kısa vadeli mali riskleri elektrik şirketleri, uzun vadeli riskleri ise devlet üstlenecek. Enerji holdingleri nükleer elektrik santrallerini söküp radyoaktif atıkları ‘paketleyecek', atıkları orta ve uzun vadeli depolama külfeti ise devlete devredilecek. Eon, RWE, Vattenfall ve EnBW şirketleri depolama bedeli olarak devlete 23,3 milyar Euro ödeyecek. Nükleer atıkların tasfiye maliyeti bu fondan karşılanacak.
Hesap kabarık çıkacak
Asıl problem bu noktada ortaya çıkıyor. Şirketlerin ödeyeceği miktar yetersiz kalacaktır. 23,3 milyar siyasi kıstaslara göre belirlenmiş olup, bilimsel ve işletmecilik hesaplarıyla örtüşeceği şüphelidir. Nükleer atıkların nihai depolanmasının bu kadar ucuza geleceği sanılmıyor. Bilim adamları ve işletmeciler bu hesabın tutacağına ihtimal vermiyorlar. Depolama maliyetinin bu rakamın iki katına çıkacağını, hatta 60 milyar Euro'yu bile bulacağının iddia edildiği güvenilir araştırmalar var.
Tutarlı tahminde bulunmak ne kadar zor olursa olsun, uzlaşma yasalaştığı takdirde özel enerji şirketleri maliyet patlamasının sorumluluğundan kurtulmuş olacak. Kirliliğe yol açanın sorumluluğu prensibi tersine işletilecek. Bunun ‘adil bir uzlaşı' olduğu söylense de, mali durumu bozulan elektrik şirketlerini sorumluluktan kurtarmadan onlara planlama güvenliği sağlayacak alternatif formüller gündeme getirilebilirdi.
Kredi anlaşması örnek alınabilirdi
Örneğin ticari kredi anlaşması yapılabilir, on ya da on beş yıl sonra da kredi şartları yeniden müzakere edilebilirdi. Almanya'nın nükleer enerjiden arınma finansmanı için böyle bir formülün öngörülmemesi büyük bir hatadır. Devlet gereksiz yere enerji holdinglerine krizdeki enerji piyasasında ayakta kalabilmeleri için planlama güvenliği kazandırıyor. Eşitlik ilkesine aykırı olan bu uzlaşmanın vergi mükellefine ne kadara mal olacağını kestirmek mümkün değil. Enerji şirketlerinin önümüzdeki 15 yılda nükleer atık tasfiyesine ne kadar harcama yapılacağını bilmesi, finans piyasasını yatıştırmaya yeterdi. Holdinglerin bu sürenin sonunda ayakta kalıp kalmayacağı da yeni görüşmelerle açığa kavuşturulabilirdi.
Özel komisyonun eş başkanı Jürgen Trittin'e göre, nükleer atıkların nihai depolanmasındaki muhtemel maliyet artışına özel şirketleri ortak etmek mümkün olamazdı. Trittin maliyet patlamasının sadece ‘teorik bir ihtimal' olduğunu savunuyor. Bu tutum akla, Euro krizi sırasında kullanılan ve haklı olarak halkın tepkisini çeken ‘alternatifsizlik' kavramını getiriyor.
Almanya'nın nükleer atık hesabını kapatması prensipte isabetli bir adım olacaktır. Ama bu hesabın gerektiğinden çok daha kabarık çıkması kabul edilemez. Bu yüksek faturaya yenilerinin ekleneceğinden de emin olabiliriz.