Polonya hakkında henüz antlaşmaları ihlal işlemi başlatılmadı. Polonya'nın Avrupa Birliği (AB) Konseyi'ndeki oy hakkının elinden alınması da zaten söz konusu değil. Yine de Avrupalı politikacılar Varşova'ya sert tehditler yöneltirken dikkatli olmalıdırlar.
Ders alınacak bir dizi örneği var. 2000 yılında Avusturya'da muhafazakar Halk Partisi ile sağ popülist Özgürlükçü Parti koalisyon kurduklarında o zaman 14 ülkeden oluşan AB'deki ortakları Viyana'ya sırt çevirmişti. İkili ilişkiler askıya alınmıştı. Avusturya'nın izolasyonunda baş aktör AB Komisyonu değil ‘yaptırım' dememeye dikkat eden milli hükümetlerdi.
Avusturya'nın Halk Parti'li başbakanı Wolfgang Schüssel hükümetine uygulanan ‘önlemleri' bütün Avusturya'yı ve Avusturyalıları hedef aldığını söylüyordu. Bu yüzden de sağ popülistlere karşı olanlar bile koalisyon hükümetini destekler olmuştu. Avusturya'ya yapılan muamele ters tepti. Altı ay sonra ortakları hiçbir siyasi sonuç alamadan Avusturya ile ilişkilerini sessiz sedasız normale çevirdiler.
Orban mağdur edildikleri iddiasında
Macaristan örneği daha da çarpıcı. Milliyetçi muhafazakar Fidesz hükümeti 2010 yılından itibaren şimdiki Polonya hükümeti gibi yargı ve medyayı itaatkarlaştırmak için kolları sıvadı. AB Komisyonu antlaşmaları ihlal işlemlerini başlatınca Viktor Orban hükümeti geri adım atmak zorunda kaldı.
Ancak Budapeşte yönetiminin geri adımları kozmetik düzeltmelerden ibaret kaldı ve AB Komisyonu'nun ses çıkaramayacağı standartların alt sınırını aşmadı. Başbakan Orban ülkesinin dış müdahaleye maruz kaldığı temasını başarıyla işledi. Dolayısıyla Orban'ın Macarlardan aldığı destek daha da arttı.
Avusturya örneğinde 14 ülke tek bir ortağa cephe almıştı. Budapeşte yönetimi de 2010'da oldukça tecrit edilmiş durumdaydı. Ama şimdi izolasyondan eser kalmadı. Öncelikle mülteci krizinin patlak vermesinden bu yana Avrupa'nın doğusundaki AB ülkelerinde milliyetçilik ve otoriter yönetimlerin göze girmeye başladığı söylenebilir. Brüksel ya da üye ülkelerin başkentlerinde Polonya'yı yola getirmek için bağrışanlar ters tepki görür ve Avrupa'nın parçalanmışlığını daha da azdırmış olurlar.
Alman vesayeti mi?
AB üyesi Almanya'nın bilhassa dikkatli davranması gerekir. Birinci neden, Almanya ile Polonya arasındaki ilişkilerin Almanlarla Yahudiler arasındaki ilişkiler gibi tarihi nedenlerden ötürü normal ikili ilişkilere benzememesidir. İkinci neden, büyük doğu komşusu olduğu için Polonya'nın Almanya açısından özel önem taşımasıdır.
İkili ilişkiler aynı zamanda aşılması gereken AB'deki bölünmüşlüğü de sembolize etmektedir. Bu aynı zamanda AB Komisyonu'nun Alman üyesi Günther Oettinger için de geçerlidir. Gerçi Oettinger ülkesi değil AB Komisyonu adına konuşuyor ama Polonyalılara Almanya'yı çağrıştırıyor. Polonya'nın denetim altına alınmasını istemesi Polonyalılara, Almanya'nın ülkelerini vesayet altına almaya kalkışması gibi geliyor.
Böyle davranmakla arzulananın tam tersi elde edilmiş olur. Hele, Macaristan'ın aksine Polonya'da muhafazakar hükümete karşı yoğun bir muhalefetin olduğu düşünülürse. Çoğu Polonyalı PiS partisini belli bir ideolojiye zorladığı için değil, böyle davranmasına rağmen seçti. Kandırıldıklarını anladıkları için şimdi öfkeliler.
Evet, Komisyonun görevi, bütün üye devletlerin temel değerlere bağlı kalmasını sağlamaktır. Ancak Avrupa'nın içinde bulunduğu gergin ortamda bütün siyasi aktörlerin duyarlı olmaları gerekir.