Doğu Almanya'nın Leipzig ve Chemnitz şehirlerindeki son iki günün olayları Almanya'yı değiştirmedi ama halkı son derece huzursuz etti. Chemnnitz'deki evinde patlayıcı madde bulunduktan sonra kaçmayı başaran ve Suriyeli mültecilerin yardımıyla yakalanan 22 yaşındaki Suriyeli mülteci Jaber Albakr, Almanya'da tartışma konusu oldu. Politikacılar, güvenlik birimleri ve kamuoyu Albakr olayından çıkarılması gereken dersleri tartışıyor. Terör milisi IŞİD hesabına ölüm saçmak için Almanya'ya sığınan Suriyeli mülteci teröre karşı her zaman uyanık olmak gerektiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Panikçilik güveni arttıramaz
Her defasında olduğu gibi bu kez de karşılıklı suçlamalar ve güvenlik tedbirlerinin en üst düzeye çıkarılması şeklindeki talepler gündeme geldi. Kimi polisi acemilik ve beceriksizlikle suçluyor, kimi ise bütün mültecilere potansiyel terörist damgası vuruyor. Polisin ve gizli servislerin yetkilerinin arttırılması, bütün mültecilerin geçmişinin en küçük ayrıntısına kadar incelenmesi talep ediliyor. Bazı talepler yerinde olsa da, kullanılan ifadeler kulak tırmalıyor.
Almanya'nın terör saldırısından kıl payı fakla kurtulmasının ardından taleplerinde haklı olduğunu iddia edenlerin sayısı artmaya başladı. Oldukça hararetli ama gereksiz bir tartışma başlatıldı. Başbakan Angela Merkel'i eleştirenler mültecilerle birlikte teröristlerin de Almanya'ya sızacağını biliyorlardı. Onlara göre, son olay buz dağının sadece su üzerinde kalan kısmıydı. Karşılarında da Albakr olayını kahramanlık öyküsüne dönüştürenleri görüyoruz. Onlara göre terörist bir grup cesur Suriyelinin kararlı müdahalesiyle ele geçirilebilmişti. Bir yanda ırkçılığa varan kemikleşmiş İslam aleyhtarlığı, diğer yanda kahramanlık öyküleri.. Bu zıt görüşler Alman toplumundaki bölünmüşlüğü yansıtmıyor mu?
Terör zehri etkisini gösteriyor
Bu tartışmayı objektif gözle izleyen, mülteciler konusunun toplumu sürekli heyecan ortamına sürüklediğini teşhis edecektir. Ortalığı paniğe vermek, siyasette sıkça rastlanan bir olgudur. Ama olumlu olduğu söylenemez. Muhtemel ya da son anda başarısızlığa uğratılan saldırıların ardından radikal çözüm talep etmeyen yurtsever olmamakla suçlanıyor. Mülteci politikasında köklü değişiklik yapılmasına karşı olan durumun ciddiyetini kavrayamamış sayılıyor. Olsa bunların hiçbiri doğru değil.
Sürekli radikal taleplerle heyecanı arttıranlar, açık ve dayanıklı demokrasinin en önemli bağlayıcısının güven olduğunu unutturmaya çalışanlardır. Güven olmadan ne polis, ne de toplum terör tehlikesiyle başa çıkabilir. Bu hep böyle olmuştur, böyle de kalacaktır. ‘Leipzig kahramanları' kendi canlarından emin olmasalardı, terörist hemşerilerini kıskıvrak yakalayamazlardı. Geleceğe güvenmezsek, demokrasiyi, hukuk devletini ve Anayasayı koruyan reşit vatandaşlar olamayız. Güvenin olmadığı yerde terör korkusu saçanların akıttığı zehir toplumu esir alır. Bu önce kafalarda başlar, sonra fiiliyata dökülür. ‘Uyanıklığın' ve ‘güvenin' yerini ‘felaket senaryolarıyla' ‘kaderciliğin' alması nasıl önlenebilir?
Dikkatlilik ve güven
Bunu teröre teslim olmamakla başarabiliriz. Ne düşüncelerimizde, ne de davranışlarımızda terör korkusunu baş tacı etmenin sayısız avantajı olduğu unutulmamalı. Terör ve bireysel İslamcı teröristlerle mücadele yasaları soğukkanlılıkla hazırlanmalıdır. Kızışan duygular ve içinde bulunduğumuz travmayı andıran ortam ise ülkenin güvenliğini arttırmayıp, sadece hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına götürür. Bunu ne kadar çabuk kavrarsak, normal yaşantımıza da o kadar çabuk döneriz. Aynı zamanda iç güvenliğimiz de artmış olur.
© Deutsche Welle Türkçe
Richard Fuchs