Gündem

Suruç'tan Yüksekova'ya; 'kravatından bile bir parça kalmayan' Süleyman öğretmenin hikâyesi...

"Kellemizi de koparsalar, kimlik mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz"

20 Temmuz 2016 17:25

Terk edilmiş bir mahalle...

Ağır hasar görmüş bir evin bahçe duvarında bir yazı:

‘’Özel harekatçı olmanın gururunu yaşıyorum şu anda...
Yova Nisan 2016’’.

Mezarlıkta, tek tük insan dolaşıyor.

Bir genç, ‘’hoşgeldiniz’’ der gibi selam veriyor, hatır sorunca, ‘’yıkık’’ diye cevap veriyor, ‘’Yüksekova gibi’’...

Burası, Yüksekova’nın harabeye dönmüş Orman Mahallesi. Güvenlik güçleriyle YPS (Sivil Savunma Birlikleri) arasındaki çatışmalar 13 Mart’ta başlamış, operasyonlar 78 gün sonra sona ermişti.

Yıkılıp yakılan sadece binalar değil. Ziyarete gelenler, üzerinden panzerle geçilmiş, duvarı yıkılıp taşları etrafa saçılmış, mezartaşları kırılmış bir mezarlıkta dua ediyorlar. Sevdiklerinin mutlu gününü göremeden onları toprağa verenlerin, mezarlarına koydukları kına tepsileri yakılmış, yapay çiçekler etrafa savrulmuş. 

Kudret Aksu, geçen yaz, 22 Temmuz’da oğlunu gömdüğü günden beri her gün, hatta günde en az iki kez buraya, oğlunun mezarına bakmaya, dua etmeye geliyor. Yüksekova’da gerginliğin tırmandığı ve nüfusun büyük çoğunluğunun ilçeyi terk etmeye başladığı günlerde, Aksu ailesi evlerinde kalmak için çok direnmiş ancak yasağın ilk günü ilçeden çıkmak zorunda kalmış. 2.5 ay boyunca Kudret Aksu’nun aklında sadece oğlunun mezarını görmek varmış.

Geçtiğimiz yıl, 20 Temmuz günü, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu'nun (SGDF) çağrısıyla, Kobani’deki savaşın izlerini silmek, yerle bir olmuş kentin yeniden ayaklanma mücadelesine katkıda bulunabilmek için, Türkiye’nin farklı bölgelerinden yola çıkan, çoğu üniversite öğrencisi 300 kadar genç, Şanlıurfa Suruç’taki Amara Kültür Merkezi’nde biraraya gelmişti. Niyetleri, yıkıntıları temizlemek, inşaatlarda çalışmak, kreşe dönüştürülen binayı resimlerle süslemek, park inşa etmek, bir orman oluşturmak, Suphi Nejat Ağırnaslı adıyla bir kütüphane kurmak, yanlarında getirdikleri müzik aletleri ve oyuncaklarla çocukları sevindirmek, atölye, konser ve film gösterimleri yapmaktı. Sağlıkçılar da hastane ve çadırkentlerde çalışacaktı. O gün, Kobani’ye geçmeyi beklerken, IŞİD’li bir intihar bombacısının saldırısı sonucu, 33 kişi hayatını kaybetti 104 kişi yaralandı. Aralarında 26 yaşındaki, Yüksekovalı İngilizce öğretmeni Süleyman Aksu da vardı.

Kudret ve Ramazan Aksu, Yüksekova’daki operasyonların ardından yanıp kül olmuş, artık hiçbir eşyası kullanılacak durumda olmayan evlerine her gün uğruyor ve Süleyman’dan geriye kalmış bir şeyler arıyorlar. Süleyman, İngilizce öğretmeni olarak atanıp, göreve başlar başlamaz ilk iş olarak kredi çekip bu evi yaptırmıştı. Şimdi ev için yıkım kararı var. Süleyman’ın öldüğünden beri hiç dokunulmayan odasında ise ona ait hiçbir şey, annesinin deyişiyle ‘’kravatının bir parçası’’ bile kalmamış. Geriye kalan, Suruç’a gitmeden önce cep telefonuyla ailece çekilen bir veda fotoğrafı...

Kudret Aksu, Süleyman’ın konuyu kendisine açtığı anı ince detayına kadar hatırlıyor; ‘’ ‘Burada çocuklar aç değil ama Kobanili çocuklar için kendi imkanlarımla bir şeyler yapmak istiyorum’ dedi. Gitme, evlenip bize bakacaktın, dedim, ikna edemedim. Yüksekova’dan Kobani’ye bir köprü kurmak istiyordu. ‘Anne, oraya gidecek olan 300 kişiden biriyim, eğer 300 kişinin başına bir şey gelecek olursa benim de onlardan bir farkım olmayacak’ dedi ve gitti’’.

20 Temmuz günü, annesi Süleyman’la Diyarbakır- Urfa yolundayken son kez konuşuyor. Oğlunun yolu açık olsun diye, rastladığı çocuklara şeker ve gofret dağıtıyor. Suruç’taki patlamanın haberini, taziyeye gittiği bir evde alıyor. Kendini kaybetmiş bir şekilde, yalınayak eve koşturuyor, Süleyman’ın öğretmen arkadaşlarıyla Suruç’a doğru yola çıkıyorlar. Süleyman’ı arıyor, ulaşamadığı an onu kaybettiğini anlıyor.

Aksu ailesinin sekiz kızı varmış, hiç erkek çocukları olmuyormuş. Kudret Aksu, Çukurca’daki Süleyman Peygamber’in türbesine gidip dua etmiş, bir yıl sonra da bir erkek çocuğu olmuş, adını Süleyman koymuş. 1990’lı yıllarda, Süleyman henüz bebekken, aile Çukurca’daki köylerini boşaltıp Yüksekova’ya göç etmek zorunda kalmış. Annesi, oğlunu beş yaşındayken, sırtlayarak okula götürürmüş. Süleyman, küçükken ayakkabı boyacılığı yapmış, bir dönem İstanbul’da garson olarak çalışmış. Adana Çukurova Üniversitesi’nde İngilizce Öğretmenliği okuduktan sonra Yüksekova’ya dönmüş. Baba Ramazan Aksu, oğlundan; ‘’Bizim için adeta bir rüyaydı, idealist, vefalı, güleryüzlü, akıllı, bilgiliydi... Allah bize verdi ve bir rüya gibi de bizden aldı’’ diye bahsediyor.

Bugün, zihinsel engelliler öğretmeni olan Besna, Süleyman’ın kendilerinden küçük olmasına rağmen, nasıl ev içindeki adaleti sağladığını, eşitlikçi ve yol gösterici olduğunu hatırlıyor. Ablalarını üniversiteye gitmeleri için ikna eden de Süleyman olmuş; ‘’Dersleri önemserdi ama asıl meselesi iyi ve duyarlı bireyler yetiştirmekti. Dünyaya bakış açımızı değiştirdi, göremediğimizi gösterdi. Şiir okurdu, dili iyi kullanır, sabaha kadar İngilizce, Kürtçe, çeviri yapardı. Umut diye bir şiiri vardı. Öğrencileriyle dergi çıkaracak, adı umut olacaktı. Kalabalık ve geçim sıkıntısı olan bir aile olmamıza rağmen, annesiz babasız, maddi sıkıntısı olan ya da içine kapanık çocuklarla özellikle ilgilenirdi. Kobani’deki çocukları da, bir kütüphane ve park yaparak mutlu etmek istedi, o kadar. Hem o gençlere yazık oldu hem de Kobanili çocuklara’’.

Yüksekova Şemsettin Onay Anadolu Lisesi mezunu Mizgin Han, bir yıl boyunca sınıf öğretmeni olan Süleyman Aksu’yla son mesajlaşmasını hala saklıyor; ‘’Tatil yapıp yapmayacağını sordum, Kobani’ye oradan da Munzur Festivali’ne gideceğini söyledi. ‘Gerçekleşmeyebilir, biraz sıkıntılı’ dediğini hatırlıyorum, nedenini sormadım. Ondan çekinirdim, utanırdım, o kadar seviyordum. Patlama günü, sınıfta ilk benim haberim oldu, ‘orada ne işi olabilir ki’ dedim, inanmak istemedim, bir taraftan da bu tip olaylara o kadar alışmıştık ki... Suruç, umuda yapılan bir saldırıdır. Silah değil sadece oyuncak ve kitap taşıyorlardı. Bir yıldır toparlanamıyorum. Onun ölümü hayatımda bir dönüm noktası oldu’’.

Suruç patlaması ve Süleyman’ın ölümü, Aksu ailesi ve öğrencileri için bir dönüm noktası olurken Kürt coğrafyası için de bir başka dönem başlıyor. Bir SMS’le Cizre ve Silopi’yi terk eden 3 bin öğretmen ve geride kalan öğrencilerin yalnızlık hissi hala akıllarda taze. Öğrenciler diken üzerinde, sık sık öğretmenlerine mesaj gelip gelmediğini soruyorlar. Derslere odaklanmaları zorlaşıyor, bomba sesleri gittikçe artıyor. Ve mesaj geliyor. Öğretmenler, 14 Mart gününden itibaren ‘’idari izinli’’ olduklarına dair o mesajı alırken bir taraftan da güvenlik güçleri boşalan okullara yerleşiyorlar. Yüksekova nüfusunun çoğu Van’a, Hakkari’ye ve köylerine doğru yola çıkıyor ancak gidecek yeri olmayan öğrenciler de var. Onlar öğretmenleriyle helalleşerek, ağlayarak ayrılıyorlar.

Bugün, Yüksekova’nın yıkıntıları arasında, yanmış yıkılmış birçok okul var. Bazıları için yıkım emri verildi, bazıları yıkıldı bile. Öğrencilerin çoğu, okulları tamir edilebilecek durumda olsa bile, karakol yapılmak için yine de yıkılacaklarına inanıyor. Cumhuriyet Mahallesi’ndeki, 1200 öğrenci kapasiteli Vali Erdoğan Gürbüz İlk ve Ortaokulu yıkıldı. 22 milyon lira yatırımla Milli Piyango İdaresi’nce, Orman Mahallesi'nde yaptırılan Muharrem Malazgirt Mesleki ve Teknik Lisesi, eğitim yılı başında açılmıştı. Öğrenciler ancak tek bir karne alabildiler ve okul yıkıldı. Arazisi için acil kamulaştırma kararı alındı. Süleyman Hoca’nın okulu ise, Yüksekova’nın dönüştüğü o hurda kentte az zararla ayakta kalabildi.

Yasağın ilk günü, Aksu ailesi, ilçe iyice boşalmış olmasına rağmen, Süleyman’ın sayesinde tamamlanmış bu evi önce terk etmek istemiyor. Ancak sonunda Hakkari’ye gitmek zorunda kalıyorlar. Ramazan Aksu için, yıkımın acısı hiç hafiflememiş; ‘’Şehrin her tarafı kuşatılmıştı, ilk günden bu hendekleri kuran 70-80 gence bir şekilde izin vermeyebilirlerdi. Beklediler ve seyrettiler, sonunda da şehrimizle birlikte bizi de yaktılar, yıktılar. 40 yıl yemedim, içmedim, doğru dürüst giyinmedim, bu evi yaptım. Allah kabul etmesin’’. Kudret Aksu ise eve baktığında aklına sadece oğlu geliyor, ‘’Süleyman öldüğünden beri, onun gibi nice gençler yitip gitti. Fark etmiyor, biz onların hepsine kahroluyoruz’’ diyor.

Kudret Aksu, yasağın ikinci haftasında dayanamayıp oğlunun mezarını görmek için yola çıkıyor, Yeniköprü’deki kontrol noktasında saatlerce bekleyip, ilçe girişindeki polis noktasına kadar geliyor. Kızları için evden kıyafet almak istediğini söylüyor ancak izin alamıyor. Sadece Süleyman’ın mezarına yakın olabilmek için, Yüksekova’nın girişindeki bir köyde, tanımadığı birinin evinde, iki ay boyunca misafir kalıyor. Mezara gitmeyi, bir kez daha, bu kez Esentepe Mahallesi muhtarının yardımıyla deniyor. Polis eskortluğunda ilk kez yanmış kül olmuş evine geliyor. Önce Süleyman’ın odasına giriyor. Oğlu öldüğünden beri kimseye elletmediği o odada, küle dönmüş kitaplarından başka Süleyman’a ait hiçbir şey kalmadığını görünce orada bayılıyor.

Yüksekova’nın tek yeşil alanı Musa Anter Aile Parkı’nın bulunduğu tepede artık Özel Harekât polislerinin görev yaptığı, yıkıntılara hakim geçici güvenlik karakolu var. Başka mahallelerde de zırhlı araçlar dolaşıyor, geçici güvenlik noktaları yapılıyor, ağaçlar kesiliyor, beton duvarlar örülüyor. Sokağa çıkma yasağı geceyarısından 06:00’ya kadar devam ediyor. Ramazan Aksu için savaş çözüm değil; ‘’Savaşmakla bir yere varılamayacak. Kürt doğduk, Kürt olarak yaşamaya devam etmek istiyoruz. Kellemizi de koparsalar, evlerimizi de yaksalar, kimlik mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Atalarımızın topraklarında kendi atını sürmek isteyenlere boyun eğmeyeceğiz. Kardeşçe yaşamaya varız ama köle olmayacağız’’.

Mizgin, Suruç saldırısının yıldönümünde, aynı acıyı yeniden yaşamaya hazırlanırken, Süleyman Hoca’yla olan ortak anıları bir bir aklına geliyor; ‘’Mamoste’nin (öğretmen) sesi hala kulaklarımda. Sınıfa gülerek, ‘gençler’ diye girerdi. Bir gün, ‘size bir hediyem var’ dedi. Elindeki kağıtta, ‘No pain, no gain’ yazıyordu. ‘Ne biçim hediye bu, hocam!’ dedik. ‘Emek olmadan kazanç olmaz’ diye tercüme etti. Yılmadan, her zorluğa karşı çabalayıp, başarmayı öğretti. ‘Direnmek yaşamaktır. Vahşilere insanlığı öğretmek için her şeye rağmen var olacağız’ derdi. Sınıf tahtası onarılıyordu, o gün de bahçede, şakalaşarak ders yaptık. Şimdi, bu yıkıntılar arasında, ne çok ihtiyacımız var onun gibi bir öğretmene, bir abiye. Biz hala Süleyman Hoca’nın öğrencisi olmanın gururunu yaşıyoruz’’.

Öğrencileri, üç yıllık çiçeği burnunda Süleyman öğretmeni, okulun duvarına kara kalemle çizdiler. Güleryüzlü ve kravatlı... Üzerinde de bir tarih: 20.07.2015... Yine aynı duvara, ‘’ne de çok öldük, bir kez yaşamak için’’ yazdılar.

Okul, operasyonlar sırasında, güvenlik güçleri tarafından yatakhane olarak kullanıldı. Süleyman Aksu’nun resminin ve yazıların üzeri karalandı. O duvarda, öğrencilerin hocalarına adeta bir selamı da vardı;‘’Son dersini anladık hocam’’...