19 Haziran 2023

Ahmet Altan Davası’nın kilit ismi Mehmet Altan…

Avukat Figen Çalıkuşu: Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi. Dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Gizli tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Adnan Ekinci ve Figen Çalıkuşu

Ahmet Altan’ın adı bir yerde geçiyorsa, orada mutlaka olağan dışı bir şeyler var demektir. Yazdığı romanları, köşe yazıları, yıllar önce yayınladığı internet sitesi, çıkardığı gazete benzer girişimleri hep sıra dışı oldu. Kotardığı işlerin hepsi, belki kendisinin bile kestiremediği ölçüde ilgi odağı oldu.

Yedi yıl önce yargılanmaya başladığı davası, belki de adının geçtiği en düşük irtifalı bir performans olarak başladı. Gerçekten de ona atfedilecek bir girişim olarak en son akla gelebilecek olan ‘FETÖ kaynaklı 15 Temmuz Darbesi’ni subliminal tetikleyicisi olarak gösterildi. Davada cürüm olarak gösterilen olayla, onu mücrim kılan nedenler arasında illiyet bağı kurmak zordu. Bu iddiayı onu yakından veya uzaktan taşıyan herkes tebessümle karşıladı...

Ama ne oldu, dava Ahmet Altan’ın namına yakışır şekilde büyüdü. İddia anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemine dönüşünce, “Hah, işte şimdi yakıştı!” diyenler oldu. Ancak dava, doğanın kaçınılmaz evrimi gibi zaman içinde “silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme “suçuna ve 10 yıl 6 ay hapis cezasına indirgenince, ister istemez bazı zihinlerde “acaba?” sorusu oluştu. Zaten daha başından beri, davanın aslında sadece onun adı geçtiği için havai fişek görüntüsü verdiğini, gecenin karanlığında düşey bir eğri çizdikten sonra mutlaka kaybolacağından emin olan ciddi bir kesim de vardı, tamamen yok değildi.

Aynı davada, aynı suçlamayla yargılanan Mehmet Altan geçen yıl beraat ettikten sonra, çoğu kimse filmin sonunu beklemeden salondan çıkmaya hazırlanan seyirci modundaydı. Sinemadan ayrılmak için perdede mutlaka ‘SON’ yazısını görmeye gerek yoktu, polis araçlarının siren çalarak son sahnede görünmesi yeterliydi.

Geçen hafta davayla ilgili haberleri okuduğumda, yedi yıllık bir sürecin karmaşa halinde yer aldığını gördüm.

Oturup yazmayı denedim, beceremedim. Olayı hukuksal kavram ve terimlerden ayıklayarak yazsam ortaya sıradan bir film öyküsü çıkıyordu. 

İki kardeş bir davada aynı suçtan yargılanıyor. Mahkeme küçük kardeşi serbest bırakıyor ama ağabeyini yargılamaya devam ediyor. Tüm öykü bu kadar. Seyirci tam burada kuşkuya düşer “E, nolmuş, yani, zamanı gelince ağabey de serbest kalır” diyerek filmi inandırıcı bulmaz.

Davayı mahkeme adları, kanun numaraları ile yazsam, iddianame ve savunmadan örnekler versem daha da anlaşılmaz hale geliyordu.

Bu nedenle, olayın ta başından beri görgü tanığı olan ve bire bir yaşayan Avukat Figen Çalıkuşu‘dan tüm yaşananları anlaşılır bir şekilde anlatmasını istedim.

Çalıkuşu anlatırken fazla detay girdiğinde ben uyardım, ben gereksiz bir soru sorduğumda ise “Siz beni dinlemiyorsunuz galiba” diye biraz sitem ettiği anlar da oldu.

Sonuçta ortaya aşağıdaki gibi bir söyleşi çıktı.        

Olayı ve gelişmeleri tüm yalınlığı ile ortaya koyamamışsak bilin ki kabahat bendedir, Figen Çalıkuşu’nda değil.

***

En baştan başlayalım. Ahmet Altan öz olarak neyle suçlanıyor?

Örgüt yapısına dahil olmamakla birlikte örgüte yardım etmek…

Hepsi bu kadar mı?

Evet, hepsi bu kadar. Her muhalif gibi, Ahmet Altan'ın da ağır siyasi eleştirisinden hoşlanmayan siyasi iktidarın, yargıyı siyasal araç olarak kullanması. Bu eğilim önce de vardı. Hukuk hiçbir zaman pürü pak olmadı… Ama bu davaya ‘15 Temmuz Yargısı Tarzı’ diye özel başlık altında bakmak gerekiyor. Yargı tamamen kuşatıldı. En kötüsü de ne oldu biliyor musunuz? Bu kuşatmaya yargı mensupları içinde “hayır!” diyen olmadı. Tabi ki hepsi için, ama hukuk genel anlamda yargı mensupları eliyle boğduruldu.

Örgütten de kastedilen tabi ki FETÖ…

-Evet

Suç kanıtı olarak neler gösteriliyor?

Daha önceki yıllarda yazılmış yazılar ve bir programında söylenmiş sözler … Diğer sanıklar için gösterilen deliller de hep eskiye dayanıyor.

Ahmet Altan bu davada yalnız değil, başka sanıklar da var.

Mehmet Altan var dı, beraat etti. Şu anda Nazlı Ilıcak ve Zaman Gazetesi’nden Fevzi Yazıcı ve Yakup Şimşek, polis akademisinden Şükrü Tuğrul Özşengül’ de var.

“Subnimal dünya literatürüne geçti”

Peki bu yapılanma içinde yer alan bu kişiler arasında nasıl bir ortak payda bulundu? Ahmet Altan’la Mehmet Altan kardeş diyelim, ama Nazlı Ilıcak çok farklı kulvarın insanı… Zaman Gazetesi’inde sadece teknik işlerle uğraşanlar da düşünülürse…

Aslında böyle yapılanma adı altında başlamadı süreç. Nazlı Ilıcak ayrı bir davada çok daha önce gözaltına alınmıştı, Mehmet Altan ve Ahmet Altan daha sonra subliminal mesaj vermek suçlamasıyla gözaltına alındı. Bu bir faciaydı. Dünya literatürüne bir komediydi. Diğer sanıklar da farklı değil. Bu nedenle davanın açılması çok uzun sürdü. Baktılar biz bunları tek tek suçlayamayacağız, o halde toparlayalım, medya yapılanması havası verelim, denildi.

Mehmet Altan ve Ahmet Altan hakkında ‘subliminal mesaj’ suçlamasının çok zorlama olduğu o dönemde de çok konuşulmuştu.

Kelimenin ne anlama geldiğini ben de sonradan öğrendim. Kime sorsam ilk defa duymuş. Oturdum, araştırdım. Meğerse, reklamcılık sektöründe kullanılan ‘gizli reklam yapma’ yöntemiymiş. Hani filmlerde görünür ya, otomobil markası, uluslararası bir içecek filan. Tüketimle ilgili bilinç altına imaj yüklemesi yapmak. Peki bizimkiler bunu nasıl yapmışlar, hem de darbeden bir gece önce? TV programında konuşarak ertesi günü darbenin yapılması için gizli mesaj vermişler. Zaten sonra onlar da anladılar, sublinimal iddiasından vazgeçtiler.

Bu dava bir avukat olarak size nasıl geldi?

Benim Ahmet Altan’la yıllar öncesine dayanan okur/yazar ilişkim var, çok eskiye dayanıyor. Mehmet Altan Antalya'da bir konuşmaya gelmişti, orada tanışmıştık.

“Kendim gönüllü avukat olmak istedim”

Yani ilk başta avukatları değildin, sonradan dahil oldun.

Tabii ben kendilerini ziyaret ettim. Başka avukatlar vardı zaten. Ben gönüllü olarak katılmak istedim.

Ama epey bir zamandır davanın avukat yüzü olarak sadece sen görünüyorsun

Evet, diğer avukatlar zaman içinde çekildiler, sadece ben kaldım.

Dava açılmadan önceki süreçte neler yaşandı?

Dosya üzerinde gizlilik kararı var, kimseye göstermiyorlar. Kalkar, Çağlayan Adliyesi'ne gidersin, yedinci kat. Orada güvenlik görevlileri vardır. Dosyaya bakayım dersin, göstermezler. Savcıya telefon açarsın, görüşmek istemez.

Siyasi davalar açılmadan önceki klasik uygulamalar… Sizinki farklı olarak soruşturmanın uzun sürmesi oldu. Neyse, 1 yıl sonra da olsa dava çıldı…

Dava açıldı ama, sizin de avukatlık yapmışlığınız var, dava açılınca soruşturma biter değil mi? Çünkü artık mahkeme süreci başlamıştır, savcı bir yandan soruşturmayı devam ettiremez. Savcının dosyayı kapatmadığını gördük. Soruşturma numarası açık, baktık hala delil araştırıyor. Çünkü o dosyadan suç çıkmayacağını biliyor. İki polise tutanak tutturulmuş, “Mehmet Altan bu örgütün içindedir, kanaatimiz böyledir” diye. Bu delil olur mu? Tabi ki olmaz. Olmadı da zaten. Bazı Bylock üzerinden yapılan konuşmalarda Mehmet Altan, Ahmet Altan'ın da ismi geçiyor, “ Onları da bir seminere çağıralım” diye aralarında konuşuyorlar. Bir diğeri de “Evet, aydın oldukları için çağırmamız lazım” diyor. Fakat mahkemeye sunulurken “aydın oldukları için gelsinler” cümlesinin üzerinin karalandığını gördüm. Yanlış bilgi veriliyor mahkemeye, gerçek saptırılmak istenmiş, delil üretilmiş.

Figen Çalıkuşu

Figen Çalıkuşu sorularıma cevap verirken, sanki o an karşımda değilmiş de o günleri tekrar yaşıyormuş coşkusu içinde konuşuyor. Her şeyi sahne sahne, detaylı olarak anlatıyor. Aslında anlatmıyor, o günleri tekrar yaşıyor.

“Gizli tanıklara soru sormamıza izin verilmedi”

Bu davanın adeta gizli özneleri olan bir de ‘gizli tanık’ları var.

O tanıkları biz hiç görmedik, duruşmalarda dinlenmediler. İstinaf Mahkemesi “Şu gizli tanığı bir dinleyelim” dedi, sevindik. Onlar da duruşma gününden bir gün önce bizden gizleyerek dinlediler.

Aslında nasıl olması gerekiyordu?

Normal prosedürde, gizli tanık duruşma sırasında orda olur, ama görmezsin. Arka odada bir yerdedir, sesi değiştirilir ama sanık avukatları da sorularını sorarlar. Bize bu izin verilmedi.

Dava devam ederken Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdunuz.

AYM’den Ahmet ve Mehmet Altan’ın tahliyelerini istedik.  AYM karar vermekte gecikince de AİHM’ye başvurduk.

“AYM mükemmel bir karar verdi”

İlk önce hangisinden karar geldi?

Önce bizim AYM karar verdi. Mükemmel bir karardı, aşağı yukarı şöyleydi: “Bütün delileri inceledim. İddianamede belirtildiği şekilde örgüte yardım edildiğini veya bağlantısını gösteren hiçbir delil yok. Yazılan yazılar ise tamamen bir yazarın siyasi görüşlerini, analizlerini, ağır eleştirisini içermektedir, bunları darbe olarak niteleyemezsin. Televizyondaki sözleri canlı yayında kamuya açık olarak sarf edilmiştir. Planlanmış bir stratejinin ürünü değildir. Darbenin olacağına veya darbeyi yapan unsurlarla birlikte hareket ettiğine dair bir tane bile somut delil bulunmuyor”.

Yani, tüm sanıkların tahliye edilmesi lazım mı dedi?

Hayır, tahliye kararı sadece Mehmet Altan için çıktı. Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak için yapılan başvuruyu ayırdılar. Olacak şey değil…

Ne oldu, mahkeme sadece Mehmet Altan’ın tahliye edilmesi için mi ara karar verdi?

Hayır, davaya bakan 26. Ağır Ceza Mahkemesi, AYM’nin bu “tahliye edilsin” kararına uymadı, “Karar bize gelmedi” diyor. Bir üst mahkemeye başvurduk, o da kabul etmedi. Ve Mehmet Altan yapılacak duruşmaya kadar cezaevinde tutuldu ve duruşmaya tutuklu olarak geldi.

Duruşmada ne oldu?

Duruşmada Anayasa Mahkemesi kararı okunmadı. Ergin Cinmen inatla kararı okudu. Ben de mahkemeye dedim ki, bakın AYM tutuklanması için makul şüphe yok diyor, siz hangi delille ceza vereceksiniz?

Herkese ağırlaştırılmış müebbet hapsi cezası verdi.

Evet, herkese aynı ceza, ama Mehmet Altan’a hala tahliye yok

Bu arada AYM kararı havada kalmış oldu.

“Mahkemeye her gün dilekçe verdim, her gün…”

Evet, sonra dosya istinaf mahkemesine gitti ve ben her gün AYMY kararının uygulanması, Mehmet Altan’ın tahliye edilmesi için dilekçe verdim.

Her gün mü?

Evet, her gün! Ha bu arada istinaftan önce AİHM kararı da geldi. Çok ağır bir karardı. Dedi ki, Türkiye hakkında denetim süreci başlatırım. Mahkemeler AYM kararıyla bağlıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalayarak bunu taahhüt ettiniz.

Buna rağmen tahliye kararı verilmiyor…

Mehmet Altan’ın tahliyesinden bir gün önce, Kartal’a istinaf mahkemesine gittim. “Görüşemezsin, yasak!” dediler. Bir şekilde üyeyle görüştüm. “Ne oluyor, ben size her gün dilekçe gönderiyorum. Bu dosyada AİHM, Anayasa Mahkemesi kararı var. Hak gaspı var. Özgürlük gasp ediliyor” Ertesi gün dosya üzerinden tahliyesine karar verdiler. Ama o hâkimin başına ne geldi? Görev yeri değiştirildi başkanının ve üyesinin… Böyle acıdır yani. Çok üzüldüm. Vicdanıyla, hukuk vicdanıyla, yeminiyle tertemiz, kirlenmemiş hukuksal vicdanıyla, yargısal vicdanıyla karar veren insanlar için bu yapıldı.

İstinaf Mahkemesi, davanın esası için ne karar verdi?

Herkes için verilen tüm müebbet hapis cezalarını onadı.

Yani Mehmet Altan tahliye edildi ama ağırlaştırılmış müebbet cezasını da almış oldu.

Evet, AYM ve AİHM kararlarına rağmen şaşırtıcı şekilde onandı. Ve dosya Yargıtay’a gitti ve ben yine başladım her gün dilekçe yazmaya… O zaman tek işim oydu, her sabah kalktığımda adliyeye giderek veya UYAP üzerinden dilekçe göndermeye başladım.

İlk defa karşılaşmamıza rağmen, Figen Çalıkuşu tanıdık bir imajı çağrıştırıyor bende… Hatırladım, ‘davasıyla bütünleşmiş avukat’ profiliydi bu… Ağır işçidir onlar, günde 24 saat davalarını düşünürler.

Yargıtay ne karar verdi?

Yargıtay özet olarak “Bu delillerle darbe suçu çıkmaz, ancak ‘terör örgütüne yardım etme suçu oluşur. Bu nedenle, ağırlaştırılmış müebbet hapsi gerektirecek suçun unsurları oluşmamıştır” dedi. Mehmet Altan için ise muhteşem bir karar verdi “ Biz AYM ve AİHM kararları ile bağlıyız. Mehmet Altay'ın ifade ve düşünce hürriyetini, basın hürriyetinin ihlal edildiği, hakkında suçlamaları gerektirecek delil olmadığının altını çizerek beraatine karar verdi.

Ve bu dava sürecinin henüz yarısına gelebildik. Böyle giderse bu söyleşi çok daha uzayacak gibi görünüyor. Biz, okuyucunun sabrını daha fazla zorlamayalım, geçen hafta yapılan duruşmaya gelelim. Dava hangi aşamada şimdi? Kimler hangi suçlamalarla yargılanıyor.

Yargıtay davayı bozdu ama Mehmet Altan için gösterdiği hukuksal gerekçeleri diğer sanıklar için uygulamadı. Şimdi Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak ve iki Zaman Gazetesi çalışanı ‘örgüte yardım etmekten’ 10 yılın üzerinde hapis cezası ile yargılanmaları devam ediyor. Nasıl bir cezadır bu, örgüt üyesine dahi verilmeyen, en üst sınırdan verilmiş bir cezadır. Ahmet Altan kime, nasıl yardım etmiş? Düşüncelerini açıklayarak mı yardım etmiş? Yardım suçu için bir irtibata, talimata ihtiyaç vardır.

“Ahmet Altan da beraat etmelidir, edecektir de…”

Sizce bu dava nasıl sonlanmalı?

Mehmet Altan’ı tahliye ve beraati için gösterilen tüm gerekçeler Ahmet Altan için de uygulanmalı. AİHM’nin daha önce Mehmet Altan için verdiği hak ihlali kararı geç de olsa Ahmet Altan için de verildi. Bu nedenle Ahmet Altan da beraat etmelidir, edecektir de…

O kadar eminsiniz…

Kişisel bir kanaat veya temenni değil benimkisi… Hukuk böyle söylüyor, olması gereken bu… Başka türlüsü mümkün değil. Aynı gerekçelerle Mehmet Altan için nasıl beraat aldıysak, Ahmet Altan için de alacağımızdan emimim, göreceksiniz. Ben hukuka güveniyorum.

AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının alt mahkemeler tarafından uygulanmadığından söz ettiniz. Düşünüyorum da, bu temel hukuksuzluklar toplumda büyük bir etki yaratmıyor. Bu gözlemime siz de katılıyor musunuz?

Katılıyorum tabi ki, çünkü böyle olması özellikle isteniyor. Özellikle AİHM, hem kurumsal olarak hem de Türkiye hakkında verdiği kararları değersizleştirme eğilimi var. Toplumdaki bu algıya ihtiyaçları var. Toplumda hukuk bilincinin uyanmasını istemiyorlar.  Eğer toplumda böyle bir bilinç oluşursa hep birlikte soru sormaya başlayacaklarını biliyorlar.

“Duruşmadan çıktıktan sonra ağladığım oldu”

Başka bir şey soracağım. Mahkeme salonları, cezaevleri gibi yerler çok eril ortamlar. Bir kadın olarak kendinizi yalnız hissettiğiniz oldu mu?

Bir şey söyleyeyim mi, bu tür eşitsizlik oralarda çok hissedilmiyor. Her şey senin kararlılığına, kullandığın dile, üslubuna bağlı. Yani ben cezaevi görüşmeleri sırasında hiç öyle bir rahatsızlık hissetmedim. Hatta çoğu çok saygılı, çok insancıl görevlilerdi.

Figen Çalıkuşu bunları söylerken yüz hatları yumuşuyor, hatta gülümsüyor. Oysa söyleşinin bu anına gelene kadar süreci anlattığı yerlerde gözlerinden çakmak kıvılcımlarını görebiliyordum, galiba ağlayacak diye düşündüğüm de oldu.

Duruşma sırasında sesinizi duyuramadığınız, taleplerinizin mahkeme tarafın işleme konulmadığını, hatta bu nedenle duruşmadan atıldığınızı söylediniz. Bu anlarda kendinizi tutamayıp ağladığınız filan oldu mu?

Duruşma sırasında, asla… Ama duruşmadan çıktıktan sonra arabada, evde kendimi tutamadığım anlar olabilir. Fakat bizim meslek, kadın ve erkek ayrımının hissedildiği bir meslek değil. Neyse ki öyle bir sıkıntımız yok

Yazarın Diğer Yazıları

Tencere/kapak hukuku

Yeni Adalet Bakanı’nın “Yeni Anayasa” tahayyülü olduğu söylentileri doğruysa, hukuk belki bu minvalde bir nebze gündeme gelebilir, bu konudaki tartışmalar epey gündemi işgal eder, gerisi Allah Kerim...

Osman Kavala: Denizler Altında 20 Bin Fersah

T24’te dün Gökçer Tahincioğlu’nun Osman Kavala’nın yargılama sürecini anlattığı yazısını okuduktan sonra, hayal meyal hatırladığım Jules Verne’nin “Deniziler Altında 20 bin Fersah” romanı aklıma düştü

İnsanlık tarihinin en komik tahliye davasının trajik hikâyesi

Hayatı boyunca hiç kiracı olmamış insanlar bile, mahkemenin kararını çok adaletsiz bulmuşlardır. Ev sahipleri ise, bu karar nedeniyle kendilerini bir miktar mahcup hissetmiş olabilirler

"
"