30 Ekim 2024

İktisat

Matematiksel iktisat, neo-klasik iktisadın temel taşı olan marjinal, marjinal maliyet, bireysel refah, dışsal ekonomi kavramlarını çözebilmiş midir, ölçebilmiş midir?

Yazılarım iktisat ağırlıklı, nedeni aşikâr, 60 yıldır bu konuyla yatıp kalkıyorum. Üstelik Ankara’da SBF’de başlayıp, İngiltere’de Cambridge, ABD’de Yale Üniversitesi’nde farklı okullarda eğitilme fırsatı elde ettim. Bu hafta iktisat konusunda yazmamın özel nedeni ise hepimizi mutlu eden bir olay, bir yurttaşımızın, Daron Acemoğlu’nun 2024 İktisat alanında Nobel Ödülü’nü alması.

Daron Acemoğlu yıllardır adını duyduğumuz, yazılarını ve kitaplarını okuduğumuz, zaman zaman TV veya YouTube’da dinlediğimiz bir iktisatçı. Kendisiyle tanışmadım. Ne zamandır meslekte ulaşılabilecek en yüksek kademe olan Nobel Ödülü’nü alıp alamayacağı konuşuluyordu. Nihayet güzel haber geldi. Bu vesileyle başarısını kutluyorum. Bundan sonraki başarısı, bugüne kadar yaptığı gibi başarılı öğrenciler, araştırmacılar, iktisat hocaları yetiştirmek.

Mehmet Y. Yılmaz bu konudaki yazısında Daron Acemoğlu’nu “solda yer alan bir iktisatçı” olarak nitelemiş. Nedenini sordum, ana akım iktisat grubunda olmadığı için dedi. Bu çok ilginç bir tanımlama. Sol-sağ çeşitli şekillerde, farklı içeriklerle, referanslarla tanımlanıyor. Bir iktisatçıya “sol” demek için onun ciddi bir Karl Marx okuyucusu, olayları, konuları onun ve Hegel ile diğer izleyicilerinin öğretileri doğrultusunda yorumlaması, değerlendirmesi gerekir düşüncesindeyim.

ABD’de herhangi bir kişinin Karl Marx’ı bilmesi hemen Marksist olarak nitelendirilmesi için yeterli. Bu elbette doğru değil. Her şeyden önce Karl Marx böyle sınıflandırmalara sığmayacak bir sosyolog. Hegel aynı nitelikte ve böyle düşünmeyenler, sosyal bilimlere yabancı olanlar, her iki bilim adamı hakkında yeterli asgari bilgisi olmayanlar. Her ikisinde de önemli olan, materyalist tarih anlayışı-yorumu. İkisi de partizan değil. Karl Marx’tan yola çıkarak komünist pratiği geliştiren Engels, uygulayan Lenin.

Ele almak istediğim konu bunlar değil. Daron Acemoğlu’nun Nobel Ödülü’nü kazanmasının beni heyecanlandırmasının önemli nedeni, belki bu kez ülkemizi yönetenler ve onları sürekli olarak yanlış yöne sevk eden “danışmanlar”, bu başarı üzerine ülkemizde gerçek hasarın nerede olduğunu sormak, öğrenmek isteğini hissederler. Daron Acemoğlu’nun esas katkısı, 1930’lu yıllardan beri geliştirilen “kurumsal iktisat”ı, ülkelerin kalkınmasında en önemli yol gösterici olarak tanımlaması ve bu tanımlamayı çeşitli ülkelerden örneklerle desteklemesi.

Son günlerde “yeni anayasa” hazırlıkları konusunda yapılan bazı açıklamalar okuyoruz. Yeni bir anayasanın neden gerektiğini, bu çalışmaların arkasındaki gerçek niyetin ne olduğunu bilmiyoruz. Bu tartışmalar hukuk ve siyaset alanında ne kadar gerilemiş olduğumuzu gösteriyor. Bu gerçekten korkutucu. Hele bu açıklamaların sahibinin akademik unvan sahibi olması kaygıları daha da arttırıyor.

Eğer bir mucize olur, ülkeyi yönetenler, Daron Acemoğlu’nun Türkçeye çevrilmiş olan “Dar Koridor” ve “Ulusların Düşüşü” adlı -kitaplarına bakarlarsa, ülkemizin ne denli tehlikeli bir uçurumun kenarında oluğunu algılayabilirler. Devlet büyüklüklerinin böyle kitapları okumaya vakti olmayabilir. Bu durumda Daron Acemoğlu’nun tespitlerini ve önerilerini kendilerine açıklamaya zaman ayırabileceğini düşünüyorum. Ülkenin bu duruma gelmesine neden olanların bu fırsatı değerlendireceklerini, NASS kuralları yerine birçok ülkede uygulanmış bilimsel kuralları inceleyip benimseyeceklerini umuyorum.

Daron Acemoğlu’nun Nobel Ödülü’nü kazanması ülkemizin durumu bakımından şanslı bir zamana rastlamıştır. Daron Acemoğlu’nun esas katkısı, 1930’lu yıllardan beri geliştirilen “kurumsal iktisat”ı, ülkelerin kalkınmasında en önemli yol gösterici olarak kendisine konu etmesi olmuştur.[1]

Bunun beni heyecanlandırmasının önemli nedeni, belki bu kez ülkemizi yönetenler ve onları sürekli olarak yanlış yöne sevk eden “danışmanlar” gerçek hasarın nerede olduğunu sormak, öğrenmek isteğini hissedecekleri beklentisidir. Bu denli önemsediğim, ısrarla tekrarladığım hususları, kurumsal yönetimin ilkelerini, aylardır yazılarımda vurguluyorum.

Ülkenin bu korkutucu uçurumdan bu sayede kurtulması, Daron Acemoğlu için eminim Nobel Ödülünden daha büyük ve değerli olacaktır.

Daron Acemoğlu

Daron Acemoğlu ve arkadaşları yıllardır bu konuyu birçok ülkenin verilerinden ve durumundan yola çıkarak inceliyorlar. Dipnot olarak verdiğim yayınlar, kurumların ekonomideki öneminin kuramsal açıdan inceliyor ve o yazarların her biri bu ve başka çalışmaları için Nobel Ödülü kazanmışlardır.

Bunları kaydettikten sonra yazımın başında değindiğim, iktisat ve sol-sağ kavramlarına ve bunların iktisatta ne ifade ettiğini kısaca ele alacağım. Kısaca sağ olarak nitelendirilen iktisat neoklasik olarak tanımlanan yaklaşımdır. Bazı iktisatçıların sosyal bir bilim olan iktisadı, fizik-matematik-kimya-biyoloji gibi “müsbet” bilim (sanki ötekiler menfi!) durumuna getirme isteği, bu bilimlerin ölçülebilme özelliğine ulaşmak için matematik kullanılmasını gerektirmiştir. Ölçülmesi gereken kavramlar soyutlaştıkça, kullanılan matematik, varsayımların ağır bastığı “yüksek matematik” sınıfına yükselmiştir.

Pekâlâ bu matematiksel iktisat, neo-klasik iktisadın temel taşı olan marjinal, marjinal maliyet, bireysel refah, dışsal ekonomi kavramlarını çözebilmiş midir, ölçebilmiş midir? Ben bunca yıllık (1965-2024) eğitim yaşamımda bu sorunun yanıtıyla karşılaşmadım.

Soldan söz ediyoruz. Neo-klasik analiz kapitalist ekonomilerde geliştirilen bir disiplin. Buna karşılık böyle analizlere ihtiyaç duyan, merkezi planlama ile yurttaşların ulaşacakları faydayı, bunun gerektirdiği üretimi ve marjinal verimlilik ilkesine göre belirlenecek ücretlerle istihdam yaratan sistem, yani komünist ülkeler. Burada bir tuhaflık yok mu?

Nihayet, kapitalizm uygulayan “serbest piyasa ekonomilerinde” belirleyici olan ister tüketici ister yatırımcı olsun “bireylerin” tercihidir. Kurama göre birey rasyoneldir, önündeki “tam ve mükemmel” bilgiye bakarak yatırım veya tüketim kararını verir. Yıllardır araştırmalar bilginin hiçbir zaman tam ve mükemmel olmadığını, rasyonalitenin bu şekilde sağlanamayacağını, bireylerin davranışlarının belirleyici olduğunu göstermiştir. Davranışlar bireylerin algılamaları, daha önceki algılamalarının zihinlerinde yarattığı, oluşturduğu tercih kümeleri tarafından ve karşılıklı etkileşme yoluyla ortaya çıkmaktadır.

Bu aşamada beynin algılaması, algıladıklarını değerlendirmesi ve anlık koşullara, dürtülere bağlı olarak bireyi karar vermesi ve/veya eyleme geçmesi durumu oluşmaktadır. İşte kurumlar burada ortaya çıkmaktadır. Algılama, alışveriş, üretim, yatırım ortamlarında oluşmaktadır. Bu ortamlar sözünü ettiğimiz kurumlardır, yani şirketlerdir. Sistemin can alıcı noktası, esas motoru şirketler ve onların muhatap olduğu bireylerle, bu ilişkinin doğru yürümesini yönetecek olan “denetim” kurumlarıdır.

Bunların işleyişi ise hep tekrarladığımız saydamlık, hesap verebilirlik, sorumluluk, eşitlik ilkeleri ile sağlanmaktadır.


[1] Coase, R.Nature of the Firm, Economica, 1937

 Williamson, The Mechanism of Governance, Oxford University Press, 1996

Nelson,Richard.R.-Sidney Winter, The Evolutionary Theory of Economic Change, Harvard University Press, 1982

Schumpeter, J.A., The Theory of Economic Development, Harvard University Press, 1934

Schumpeter, J.A. Capitalism, Socialism and Democracy, 3rd Edition, NewYork, Harper, 1950

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.

Yazarın Diğer Yazıları

Ne alırsan 200 TL, Arjantin

Karma ekonomi, kamu ile özel sermayenin, iki farklı mülkiyet sisteminin birlikte faaliyette bulunduğu yönetim modelleridir. Burada temel kural ahbap-çavuş ilişkilerinin önlenmesidir. Bunun yegâne yolu, doğru yönetim ilkesinin titizlikle uygulanmasıdır

Kim kimin peşinde, kimin arkasında kim var?

Strateji oluşumunu bilardo oyununa benzetirler ama jeostrateji dediğimiz zaman satranç devreye girer. Bunların bazıları ağırlıkla ülke içinde belirlenirken, diğerleri küresel gelişmelerden etkileniyor. Yeni Dışişleri Bakanı ve otoritenin tepesinden gelen MİT Başkanı daha saygıdeğer strateji oluşturabilirler mi?

Siz bıkmadınız mı?

Savaş çığlıklarıyla da olsa 2024 bitiyor. Tanrı beterinden korusun diyelim mi? Yoksa O da "bıktım artık aynı yanlışta ısrar etmenizden" mi der? Aralık ayının son haftasına “girerken enseyi fazla karartmamalı”

"
"