19 Ekim 2024

Güven duygusunu yitiren toplum

Güven duygusunun kaybolduğu ülkelerde, yasal düzenlemelerin yaşananlar karşısındaki etkinliği ve gücü de zayıflamaya başlar ve belli bir süre sonra yasalar tamamen rafa kaldırılır, yerlerine gücün/paranın yarattığı yeni yapılar egemen olur

Türk Dil Kurumu'nun 2009 yılında yayınladığı Türkçe Sözlükte güven şu şekilde açıklanmaktadır: 1. Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat.2. Yüreklilik, cesaret. Güven beslemek güven duymak, itimat etmek. Güven duymak güvenmek, inanmak. Güven kazanmak kendisine inandırmak. Güven vermek güven duygusu uyandırmak, itimat telkin etmek (bir şeye veya birine) Güveni olmak güvenmek, inanmak. Güveni sarsılmak güveni kalmamak. (s.816) Anthony Giddens Modernliğin Sosyolojisi isimli çalışmasında (2012) güven kavramını şu şekilde tanımlamaktadır: “Güven, belirli bir sonuçlar ya da olaylar kümesi göz önüne alındığında, bir kişi ya da sistemin güvenilirliğine olan itimat olarak tanımlanabilir; buradaki itimat, başkasının dürüstlüğüne ya da sevgisine ya da soyut ilkelerin (teknik bilginin) doğruluğuna karşı beslenen bir inancı anlatır.” (s.36)

Güven içerisinde yaşama düşüncesi ve hali, insanlığın en eski kaygılarından bir tanesi olarak dikkat çekicidir. Tarihsel süreç içerisinde geçirilen aşamalar göz önüne alındığında insanlık tarihi içerisinde toplum sözleşmesi olarak nitelendirdiğimiz kavramsal aşamanın ortaya çıkışında ve sonrasındaki gelişmelerin içerisinde de yine güven kavramı yer almaktadır. Sosyolojinin son dönemdeki önemli kavramlarından bir tanesi olarak dikkat çeken risk toplumu üzerinde yazıp çizenlere yakından baktığımız zamanda da yine güven meselesinin bu kez farklı unsurlar içerisinde bizlerin önüne çıkartılmakta olduğunu görmekteyiz. İşte tam bu noktada içinde yaşamakta olduğumuz ülkede güven duygusuna dönük yaşanan büyük sarsıntının üzerinde çok daha dikkatle durmamız gerektiği kanaatindeyim çünkü güvenin olmadığı yerde ortak bir zemin üzerinde buluşabilme hali de ortadan kalkmaktadır. Bir başka şekilde ifade etmek gerekirse güvenin olmaması sonrasında önce bireysel anlamda daha sonra da kurumsal anlamda içinde yaşanılan topluma ve toplumsal hayata dair itimat duygusu sarsılmaktadır. Bu ise birlikte yaşamaya duyulan itimadın sekteye uğraması ve ortak hareket etme kültürünün yara almasına yol açacaktır.

Son yıllarda ülkemizde giderek artan toplumsal kutuplaşmanın etkilerini önce söylem boyutunda yani dilde ardından da eylem boyutunda görmeye başladık. Sokakta sık sık uzatılan mikrofon karşısında birbirlerine bağırıp çağırmaya başlayan insanların röportajları, sosyal medyada ses getirir oldu. Siyasetin dili bozuldukça bunun sokağa yansıması da ne yazık ki çok daha fazla seviyenin yerlere inmesi şeklinde cereyan etti. Türkiye’de siyaset denilen kuruma dönük güven duygusu oldum olası yüksek bir seviyede tecelli etmiş değildi. Buna karşın kurumlara ilişkin algı ve kurumsal güven düzeyi ise hiçbir dönem bu kadar aşağılarda konumlanmamıştı! Yıllar içerisinde siyasetin dili ve siyasetçilerin toplumsal ilişkileri şekil değiştirirken bu durum toplumsal hayatın içerisinde kutuplaşma sürecinin hızlanması ile sonuçlandı. Ardından gelen aşamada ise adeta karpuz gibi ortadan ikiye bölünen toplumun içerisinde bir tarafın doğru dediğine diğer taraf kesinlikle yanlış demeye başladı ve bu durum her olayla birlikte daha da büyüyen bir biçimde hepimizin hayatlarını etkileyecek bir hale dönüştü.

Türkiye’de siyasetin toplumsal hayatın bütün veçhelerine egemen olma halinin bugünün problemi olmadığını sık sık dile getirmeye çalışıyorum. Bununla birlikte son dönemde siyasetteki toplumsal kutuplaşma ve inatlaşma sonrasında kurumlar üzerinde büyük ve kalıcı sarsıntılar ne yazık ki içinde yaşanılan toplumsal hayatın can damarı olan güven duygusunun ortadan kalkmasına neden oldu. Sosyolojide kurumlar konusu olduğunda aktarılan ilk unsurlardan bir tanesi kurumlarda hiçbir içsel değerin bulunmadığı noktasıdır. Onlar kendi başlarını ne iyidir ne de kötüdürler. Kurumların içinde yaşadıkları topluma güvensizlik duygusu aşılaması hali ise birlikte yaşayabilme ihtimaline vurulan bir darbe olarak görülmeli ve bu doğrultuda harekete geçilmelidir. Türkiye’de kurumların son dönemdeki açıklamaları ve bu açıklamalara ilişkin olarak ülke insanlarının kendi kurumlarına duydukları itimat duygusunun kaybolma halini ciddiye almak durumundayız. Çünkü güven kaybolduğunda sadece bir kurumla olan bağınız zedelenmiş olmamaktadır ayrıca bütün kurumların birbirleriyle bağlantı içerisinde olma halini sosyolojik anlamda göz önünde bulundurduğunuzda, işin içinde yaşanılan toplumsal hayatın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi noktasında da sıkıntılar yarattığı gerçeği ile karşı karşıya kalırsınız.

Sizlere güven duygusu ve bu duygunun ortadan kalkmasına ilişkin o kadar çok örnek gösterebilirim ki sayfalar yetmez. Bununla birlikte sadece çok ses getiren üç örnek üzerinden meramımı anlatmak istiyorum. Bunlardan ilki pandemi süreci içerisinde yaşandı ve hepimiz önce son derece güvenilir bulduğumuz sağlık bakanlığı ve sağlık bakanı hakkında belli bir süre sonra benzer duygular beslememeye başladık. Çünkü bizlere her gece aktarılan Corona virüs rakamlarının sayısına ilişkin tereddütler arttıkça kamuoyu söylenen rakamlara çekinceli yaklaşımlar gösterir oldu. Yine bu dönemde ölen vatandaşlarımızın sayısının TÜİK tarafından iki yıl süre ile açıklanmadığı gerçeğini de eklemek durumundayız.

İkinci ve belki de en önemli örneğimiz her ay açıklanan enflasyon rakamları ile ilgili. Son üç yıl içerisinde ülkemizin ekonomik alanda yaşadığı müthiş yalpalama sonrasında açıklanan rakamlar ile çarşıda, pazarda hissedilen gerçek rakamlar arasındaki farklılık her geçen ay biraz daha büyüdü. İşin asıl üzerinde durulması gereken kısmı ise ne yazık ki olan bitenler ile açıklanan rakamlara inanmayan ülke insanının fiyatlara dair algıları tamamıyla kayboldu. Bir taraftan kendi geleceğini düşündüğünü iddia eden esnaf ve aracılar, ellerindeki malların fiyatlarını sürekli olarak güncellemeye başladılar. Diğer taraftan açıklanan enflasyon oranında maaşlarına zam yapılan işçi, memur ve emekli ise giderek çok daha zorlu hayat koşulları ile baş edebilmek durumunda bırakıldılar. Artık iktidar seçmenlerinin dahi inanmadığı enflasyon rakamlarımız var ve bunun sonucunda hiç kimse açıklanan aylık ve yıllık enflasyon rakamlarına inanmıyor. Olayın uluslararası boyuttaki yansımalarını veyahut var olan bu tuhaflığı her ay konu geldiğinde sanki öyle değilmiş gibi yapmaya çalışan birtakım trolleri ve kraldan fazla kralcıları söylemeye bile gerek yok! Çünkü onlar algı manipülatörlüğü üzerinden durumu normalleştirmeye çalışıyorlar. Olan ise her zaman olduğu gibi bu ülkenin dar gelirli ve şükür sahibi insanlarına oluyor.

Üçüncü ve son örneğim ise geçtiğimiz günlerde Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yayınlanan taklit ve tağşiş yapan firmalar listesi üzerine yaşanan tartışmaya dair. Hatırlayacaksınız listede çok sayıda ürün ve bunları satanlar hakkında bilgi yer alırken bütün tartışma domuz eti ilave edilen köfte üzerinden yürütülmüş ve Köfteci Yusuf hakkında tartışma kamuoyunu adeta kilitlemişti. İşte asıl üzerinde durmamız gereken hususlardan bir tanesi tam da bu tartışma ve sonrasında yaşanan gelişmelerde gizli. Ülke insanlarının kendi kurumlarına güvenmeme halini net bir biçimde dışarı yansıttığı örneği hep birlikte bu vesile ile bir kez daha yaşamış olduk. Bakanlığın açıklamalarına inanmayanlar, Köfteci Yusuf’un yanındayız diyerek paylaşımlar yapmak suretiyle tepkilerini ortaya koydular. Burada üzerinde durulması gereken hususun bakanlık yetkilileri tarafından yapılan açıklamanın doğruluğu veya yanlışlığından ziyade ülke insanlarının bu açıklamalara güvenmeme halinin baş göstermiş olmasıdır.

Sosyoloji ilminin kurucu babalarından olan Durkheim ‘bir sözleşmede her şey sözleşmeye geçirilemez’ diye belirtir ki bu deyiş güven konusunun özlü ifadelerinden birisi olarak kabul edilir. Ülkemizde güven algısının yerlerde sürünmesi sonrasında bunun toplumsal hayatın sağlıklı bir biçimde sürmesi noktasında yansımaları bulunacağı gerçeğini bir kez daha bizleri yönetenlere hatırlatmak durumundayız. Güven duygusunun kaybolduğu ülkelerde, yasal düzenlemelerin yaşananlar karşısındaki etkinliği ve gücü de zayıflamaya başlar ve belli bir süre sonra yasalar tamamen rafa kaldırılır, yerlerine gücün/paranın yarattığı yeni yapılar egemen olur. Kurumların güvenirliliği ve inandırıcılığının kaybolduğu yerlerde ise hiç kimsenin can ve mal güvenliği kalmaz. Geçmiş ile gelecek arasındaki bağın zedelenmesi sonrasında kurumlar işlevsiz hale dönüşürler ve artık yarardan çok zarar getiren örgütler olarak çürümeye başlarlar. Güven duygusunun yitirilmesi sonrasında siyaset denilen mekanizmanın anlamı ve içeriği de bozulmaya başlar. İtimadın kalmadığı ve kimsenin bir başkasına güvenmediği yerde siyaset kurumunun tek geçer akçesi yalan ve ahlaksızlık olarak kendisini ayakta tutmaya çalışır. Ülke olarak başka türlü bir şeyin mümkün olduğunu ortaya koymak için güveni yeniden tesis etmek durumundayız. Bunun için ise ahlak kavramını yeniden tanımlamalı ve siyasetin dar bir çıkar grubu adına değil tüm toplum adına, ilkeler düzeyinde inşa edileceği yeni yapıları hayata geçirmeliyiz. Aksi halde birbirine güvenmeyen insanlar topluluğunun birlik ve beraberlik masalları üzerinden güçlü bir devlet ve millet ifadesi sadece ve sadece lafta kalmaya mahkûm olacaktır.

Bilgisi, tarzı ve üslubu ile fark yaratan Prof. Dr. Fuat Keyman hocamıza Allahtan rahmet, sevenleri ve yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Nurlar içinde yatsın.

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede Sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

- Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

- Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

- Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

- Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

- Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

- Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

- İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

- Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor) 

- Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

- Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

Yüz birinci yılında Cumhuriyet

Yüz birinci yılda cumhuriyetin en çok halkın çaba ve uğraşlarıyla kazanılacağını ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedileceğini aklımızdan hiç ama hiç çıkartmamalıyız. Şikâyet etmekte olduğumuz bütün olumsuzluklar karşısında özellikle de hukuk, özgürlük, hoşgörü ve laiklik konusunda cumhuriyete sıkı sıkı sarılmak durumundayız

"
"