21 Kasım 2024

Sonları beceremeyen ve bunu tartışamayanların ülkesi

İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir

Salı gecesi Karadağ milli takımı ile oynadığımız karşılaşma ile içinde yaşadığımız ülkenin diğer bütün alanlarında olduğu gibi futbol alanında da bol laf buna karşın icraat üretemediğimiz gerçeğini bir kez daha yaşamış olduk! Tabii mesele yaşananlardan ders alma noktasına geldiğinde ise tıpkı diğer bütün alanlarda olduğu gibi futbol alanında da ders almak yerine bolca laf salatası üreteceğimiz gerçeği üzerine bu yazı yazılıyor. Çünkü yıllar geçmesine karşın aynı hataları yapmayı ısrarla sürdüren ve hiçbir biçimde kendisi ile yüzleşmeyi göze alamayan bir ülkeden söz ediyoruz. Sorunları tartışmaya açmak ve çözüm önerileri üzerinde durmak yerine bahanelerin arkasına sığınmayı ve bunun üzerinden bir gerçeklik inşa etmeyi tercih ediyoruz. Aradan zaman geçiyor ve aynı sorunlar ile yine karşı karşıya kalıyoruz tabii ki sonuç yine değişmiyor. Bunun üzerine de yine bahanelerin arkasına kaçmayı ve sorumluların yaptıklarının bedelini ödemesi gerektiği gerçeğini es geçiveriyoruz.

Son yılların en kötü milli takımını seyrettiğimizi ve ortaya konulan berbat ötesi performans için konuşulması gereken çok fazla şey olduğunu söylemeye bile gerek yok! Buna karşın son iki maç için de geçerli olan berbat bir milli takım yönetimi ve adeta bu yönetimle yarışırcasına rezil bir yayıncılık anlayışına maruz kaldık. Maçları anlatan spikerin yanlışlarını yanındaki yorumcunun düzelttiği bir yayıncılık karşısında ne söylesek az geleceğini belirtmek istiyorum. Tabii bir de anlattığınız kanalın sahibinin sesi olmak zorunda olmadığınız gerçeğini de hatırlatmak durumundayım çünkü bu şekilde milli takımımızı ve orada oynayan kulüpler üstü futbolcularımızı ayrıştırmaya başlıyorsunuz.

Teknik, taktik ve oyuncu değişiklikleri meselesinden ziyade zihniyete odaklanmamız gerektiği gerçeğini bir türlü anlamak istemiyoruz. Milli takımımızın bir oyun formatı olması gerektiği gerçeğini ve burada oynamak için mutlaka ülkenin belli başlı takımlarında forma giymeniz gerekmemesi halini bir türlü hayata geçiremiyoruz. 2020 yılındaki Avrupa Şampiyonasında -pandemi nedeniyle 2021 yılında oynandı- final oynayabilecek kapasitede gördüğümüz takımımızın grupta sıfır çekerek üstüne üstlük son anda bir gol atarak turnuvaya veda etmesi sonrasında hiçbir değerlendirme yapılmadan aynı teknik ekiple yola devam etmeye başladık. Ve ardından Hollanda milli takımına karşı aldığımız farklı mağlubiyet sonrasında teknik direktörümüz Şenol Güneş ile yollar ayrıldı ve bir anda bu göreve Stefan Kuntz getirildi. Her şey yolunda gidiyor gibi gözükürken bu kez Faroe Adalarına karşı alınan mağlubiyet ile sorgulama başladı ve dünya kupası bileti kaçtıktan sonra Kuntz gönderildi, yerine Montella getirildi. Bu yazıyı yazarken bir kez daha 2000 yılından günümüze kadar kaç teknik direktörün milli takımın başına getirildiğini kontrol ettim. Tam on iki isim göreve getirilmiş olup bunlardan Şenol Güneş ve Fatih Terim ikişer kez görev almışlar ve sırasıyla altı yıl ile dokuz yıl olmak üzere on beş yılında derin izler bırakmışlar. Geri kalan on isim ise dokuz yıl görev almış olup Ünal Karaman, Ersun Yanal, Oğuz Çetin, Abdullah Avcı, Guus Hiddink, Mircea Lucescu, Stefan Kuntz ve Vincenzo Montella şeklinde.

Kalıcı bir sistem oturtabilmeniz için milli takım teknik direktörünü ve ekibini de her turnuva ve organizasyon sonrasında değiştirmemeniz gerekir. Bizde ise durum tam aksi şekilde cereyan ediyor ve bu dağınıklığın faturasını hiç kimse ödemiyor. Zaten asıl sorun da tam bu noktada başlıyor diyebiliriz. Çünkü siyasette olduğu gibi futbol sahalarında da hamasetin ötesine geçemeyen bir zihniyet ile bahanelerin ön plana çıkartıldığı bir hayatı yaşamak durumunda bırakılıyoruz. Siyasi alanda dış güçler söylemi, futbol alanında zeminin kötülüğü ve hakemin yanlı yönetimi söylemine karşılık geliyor. Bir başka ifadeyle alanlar değişirken hikayeler hiç ama hiç değişmiyor aynen olduğu gibi kalmak suretiyle hamaset edebiyatı şeklinde anlatılmaya devam ediliyor. Karadağ’da oynanan karşılaşmanın zemininin gerçekten son derece kötü olduğu gerçek bununla birlikte aynı sahada Karadağ milli takımının oyuncularının da oynamakta olduğu gerçeğini her nedense es geçiyoruz. Grubun son karşılaşmasına kadar hiç galibiyet alamamış ve sadece bir gol atmış olan bir milli takımın üç gol birden atmasına ve galip gelmek suretiyle maçlarını tamamlamasını, maçı anlatan spikerimiz bile anlamlandıramıyor! İddiası olmayan bir takımın kalesine açıp maçı bize vermesini bekliyoruz gibi bir konuşma dili maç boyunca ekranlardan evlerimize doluveriyor. Kendi oyuncularımızın yaptıklarını görmezden gelip rakibin yaptıkları üzerinden bir başka karşılaşma kurgusu dolaşıma sokuluyor ancak bütün istatistiklere karşın sonuç 3-1 Karadağ takımının lehine sonuçlanmış vaziyette. Üstelik milli takımımız bir üst lige çıkabilmek için play off oynamak zorunda kalmış durumda ve dünya kupası eleme grupları için de avantajımızı yitirmişiz.

Mücadele kültürünün yanı sıra tartışma ve sorgulama kültürünü de içselleştirmek durumundayız. Aksi bütün uygulamalar sonucunda oynadığımız bütün finallerde sıkıntı yaşıyoruz ve elimiz ayağımıza dolanmaya başlıyor. Bugüne kadar oynadığımız dört Avrupa Uluslar Ligi grubunda da son karşılaşmalarda mağlup olmamız dikkat çekici. Üstelik bu karşılaşmalar içerisinde Faroe Adaları ve Karadağ gibi daha önce hiç mağlup olmadığımız ayrıca son derece kısıtlı nüfus sayıları nedeniyle dar bir futbolcu havuzuna sahip olan ülkeler de yer almakta. Öyleyse köy takımları veya averaj takımları nitelemesinin ötesinde kendi zihniyet yapımızı sorgulamamız gerektiği gerçeğini anlamak zorundayız. Bunu yapmadığımız sürece aynı sonuçlarla karşı karşıya kalmaya devam edeceğimizi söylemek için kâhin olmak gerekmiyor ki zaten sonuçlar da böyle tecelli etmeyi sürdürüyor. 2000 yılında vizyona giren ve Türkiye’de kıymeti ne yazık ki çok bilinmeyen Serdar Akar’ın yönetmenliğini üstlendiği Dar Alanda Kısa Paslaşmalar filmindeki ‘hayat futbola fena halde benzer’ sözleri içinde yaşadığımız ülkede hem futbol sahasını hem de diğer bütün toplumsal alanlarda yaşadıklarımızı gayet net bir biçimde anlatıyor. Sorgulamadığımız, eleştirmediğimiz, çözüm önerisi getirmediğimiz ve hepsinden önemlisi bizi biz kılan değerlerimizi ön plana çıkartmadığımız hiçbir anlayışın başarıya ulaşabilmesi mümkün değildir. İster futbolda ister siyaset dünyasında olsun sorgulanmayan, tartışılmayan ve sistematik bir hale dönüştürülmeyen hiçbir yapının mutluluk getirebilmesi de söz konusu değildir.

Ahmet Talimciler kimdir?

Ahmet Talimciler, 1970 yılında İzmir Karşıyaka'da dünyaya geldi. Karşıyaka spor kulübünün minik ve yıldız takımlarında, Tarişspor kulübünün genç takımında oynadı. 1988 yılında Ege Üniversitesi Coğrafya bölümüne kaydoldu ve iki yıl burada okuduktan sonra tekrar sınava girerek aynı üniversitede sosyoloji bölümünü kazandı. 

1994 yılında "Futbolun Toplumsal İşlevi" başlıklı lisans teziyle bölümden mezun oldu. Ardından Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde 1998 yılında Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi başlıklı yüksek lisans tezini, 2005 yılında da Türkiye'de Futbol ve İdeoloji İlişkisi başlıklı doktora tezini tamamladı. 

2001 yılında Milliyet Gazetesi Sosyal Bilimler ödülünü kazandı. 

1996 yılında Araştırma Görevlisi olarak başladığı Ege Üniversitesi Sosyoloji bölümünden 2019 yılında ayrılarak İzmir Bakırçay Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Uygulamalı Sosyoloji ana bilim dalına profesör kadrosuyla geçiş yaptı. Halen aynı üniversitede görev yapmayı sürdürmektedir.

Son yirmi yılda yerel ve ulusal düzeyde gazetelerde, internet sitelerinde yazmıştır. Mart 2016'dan bu yana T24'te başta spor ve gündelik hayata ilişkin olmak üzere gündeme ilişkin yazılar yazmaktadır. Karşıyaka Belediyesinin çıkartmakta olduğu Gazete Karşıyaka'nın yazarlarındandır.

Bir diğer önemli tutkusu ise radyo yayıncılığıdır, üç yıl boyunca TRT İzmir Kent Radyosunda Sporun Arka Planı programını hazırlayıp sunmuştur. Halen TRT Türkiye'nin Sesi Radyosu Memleketim FM'de Spor Daima programına cuma günleri konuk olmayı sürdürmektedir. YouTube üzerinden yayınlanmakta olan Geek Futbol programının da yorumcularından birisidir. Evli ve spor tutkunu bir çocuğun babasıdır. 

Kitapları

- Türkiye'de Futbol Fanatizmi ve Medya İlişkisi (2003,2014, Bağlam Yayınları)

- Sporun Sosyolojisi Sosyolojinin Sporu (2010,2015, 2018, Bağlam Yayınları)

- Futbol Yazıları (2017, Bağlam Yayınları)

- Türkiye'de Futbol En Az Futboldur (2020, Spor Yayınevi ve Kitabevi)

- Saçmanın İktidarı (2021, Sakin Kitap)

- Beklentilerin Tersine Çıktığı Alan: Eğitim (2022, Sakin Kitap)

- İlkelerimizi Kim Yazacak? Cem Can Yazıları (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor)

- Fair Play Yemin İstemez (Yayına Hazırlayan- 2012, Moss Spor) 

- Şiddet, Şike ve Medya Kıskacında Futbol ve Taraftarlık (2015, Litera Türk Academia, Müge Demir ile)

- Football in Turkey (Editör- 2016, PL Academic Research)

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Herkesin haklı olduğu yer

İster futbolda isterse toplumsal hayatımızın diğer bütün alanlarında olup bitenler karşısında sağduyu denilen anlayışı hayata sokamadığımız müddetçe ortak bir zemini inşa edebilmemiz ve buradan sağlıklı bir toplumsal yaşamı başarabilmemiz mümkün olmayacaktır

Yine bir 10 Kasım

Resmi devlet ideolojisinin yarattığı ve katı kurallar içerisinde insani vasıflarından arındırdığı Mustafa Kemal Atatürk imgesinin yıkılmakta olduğunu buna karşın bu ülkenin insanlarının kalplerinde yaşattıkları Mustafa Kemal Atatürk imgesinin ise her geçen 10 Kasım ile biraz daha fazla büyüdüğünü bir kez daha yüksek sesle haykıralım

Yüz birinci yılında Cumhuriyet

Yüz birinci yılda cumhuriyetin en çok halkın çaba ve uğraşlarıyla kazanılacağını ve eğer bunlar gösterilmezse kaybedileceğini aklımızdan hiç ama hiç çıkartmamalıyız. Şikâyet etmekte olduğumuz bütün olumsuzluklar karşısında özellikle de hukuk, özgürlük, hoşgörü ve laiklik konusunda cumhuriyete sıkı sıkı sarılmak durumundayız

"
"