30 Eylül 2024

‘Barış’ artık bir küfür

Kutuplaşmanın tehlikeli bir şekilde derinleştiği Avrupa’da “barış” artık bir küfür sözcüğü olarak algılanır hale geldi. Kıta genelinden gelen son sinyaller kamplaşmanın görünenden derin olduğuna işaret ediyor

Çizim: Tan Oral 

Avrupa’daki kutuplaşma tehlikeli bir şekilde derinleşiyor. AB bürokrasisi ile Rusya arasındaki kutuplaşmada yaşanan bu “derinleşme,” medya manşetlerinde çoğu kez konjonktürel bir çıkışa işaret eden “gerilim tırmanıyor” ifadesinde olduğu türden bir yüklem olarak anlaşılmasın. Bugün bunun son sinyalleri üzerinden konuşunca da görülecek ki, tehlikeli ve derin bir kamplaşmaya sürükleniliyor. İşte son haftalarda benim görebildiğim ciddi sinyaller: 

‘Barış’ küfür ifadesi haline geldi

Avrupa’nın en büyük ülkesinin “nükleer doktrinini” güncellemesi, bu kamplaşma bağlamında belki çok önemli ama ondan önemli sinyal, galiba Avrupa’da “barış” sözcüğünün artık bir küfür olarak algılanır hale gelmesi. Avrupa’da barıştan söz ettiğinizde sanki küfür etmiş gibi algılanarak eleştirilip sövülüyorsunuz. Macaristan’ın Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto da geçenlerde tam da bu durumdan söz ederek, uluslararası liberal ana-akım medyada ve uluslararası siyaset sahnesinde “barışın” küfür haline gelmesinin yanlış olduğunu vurguladı. New York'taki BM merkezinde düzenlenen Gelecek Zirvesi'nde yaptığı konuşmada Szijjarto, “Avrupalı ​​siyasetçiler, Avrupa'dan uzakta olduklarında genellikle bazı savaşlar karşısında barışçıl çözümlerden ve diplomasiden yana tavır takınırlar, ancak bugün Avrupa'da bir savaş yaşanıyor ve maalesef barıştan yana tavır takınanlar hemen damgalanıyor, saldırıya uğruyor ve eleştiriliyor,” dedi.

Bu saldırıların bazen fiziksel olduğunun da altını çizen Macar Dışişleri Bakanı, gerginliklerin tırmanmaya devam etmesi halinde insanlığın ikisi de “üzücü” senaryoyla karşı karşıya kalacağını söyledi: “Üçüncü Dünya Savaşı’nın patlak vermesi veya dünyanın yeniden bloklara/kamplara bölünmesi.”

Szijjarto, barışın küfür sözcüğü olarak kabul görür hale gelmesinde hiç haksız sayılmaz. Hatırlanacağı gibi, Temmuz ayında Avrupa Konseyi'nin altı aylık dönüşümlü başkanlığını üstlenen Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın ilk işlerinden biri, Moskova ile Kiev arasındaki anlaşmazlığı çözmek amacıyla bir “barış misyonu” başlatması olmuştu. Orban bu amaçla, Ukrayna, Rusya ve Çin'i ziyaret etmiş, ardından da ABD'de Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump ile görüşmüştü. Ancak, Orban'ın barış girişimi Brüksel'den çok sert eleştiriler aldı. Hatta, AB Dış Politika Şefi Josep Borrell, Macaristan Başbakanı'nın “AB'yi hiçbir şekilde temsil etmediğini” söylerken, Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel de barış misyonunu “bir sorun” olarak niteledi ve “kabul edilemez” olduğunu ileri sürdü.

Avrupa bürokrasinin vassalist sözcülerinin bu tip nitelemeleri şaşırtıcı değil belki ama bu eleştirilerle de sınırlı kalmayıp Orban yönetimini “terbiye etme” yoluna gitmeleri ve Avrupa’yı “savaş psikozu” içine girmiş olmakla, hatta Avrupa Birliği'ni “SSCB'nin kötü bir parodisi” olmakla da eleştiren Macar Başbakanı’na yer yer gözdağı vermeleri ilginç.Bunun yakın tarihli örneklerinden biri, Avrupa Adalet Divanı’nın, Avrupa Birliği'nin iltica kurallarını sistematik olarak göz ardı etmekle suçladığı Macaristan'a Temmuz ayında 200 milyon euro ceza kesmesi oldu. Buna ek olarak, Avrupa Adalet Divanı Macaristan'ın ödemede geciktiği her gün için 1 milyon euro ödemesi gerekeceğini de kayıt altına aldı.

sBudapeşte yönetimi cezayı ödemeyi reddetti ve gerek Ağustos sonunda gerekse de 17 Eylül’de kendisine gönderilen ödeme taleplerini dikkate almadı. Bunun üzerine Komisyon, Macaristan'ın AB fonlarından aldığı paydan 200 milyon euro'luk cezanın düşülmesi için “mahsuplaşma prosedürünü” devreye sokacağını duyurdu.

Bu konudaki anlaşmazlık, mahkemenin Macaristan'da uluslararası koruma/sığınma arayanların iltica prosedürlerine erişimini kısıtladığına hükmettiği Aralık 2020'ye kadar uzanıyor ama “ceza” sürecinin Orban’ın barış misyonunun hemen arkasından hızlandırılması ortada bir “tedip” çabası olduğunu da düşündürüyor.

İsviçre, Rus bilim insanlarını kovuyor

İsviçre’nin Cenevre kenti yakınlarında yer alan ve dünyanın özellikle parçacık fiziği alanındaki en büyük bilimsel laboratuvarlarından biri olan Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi (CERN), bünyesindeki yüzlerce Rus bilim insanını kovmaya hazırlanıyor. Ukrayna işgali nedeniyle Rusya’ya yönelik tüm uluslararası yaptırımlara uyma kararı almış olan ve 2022 yılı Mart ayında Rusya’nın gözlemci statüsünün yanı sıra Rus kuruluşlarla işbirliğini askıya alan Merkez, bu kez de Rus kurumlarına bağlı yüzlerce bilim insanıyla ilişkisini, başka kurumlara geçmedikleri takdirde 30 Kasım 2024’te sonlandıracak. Nature dergisinin web sitesinde 18 Eylül günü kendisine yer bulan gelişme, laboratuvarın Rusya Federasyonu ile işbirliğinin resmi olarak sona erdiğine işaret ediyor. Rus uzmanlar CERN kapsamındaki işlerini diğer ülkelerden meslektaşlarına devretmeye başlamışlar bile. Böyle bir gelişmenin uluslararası kamuoyunun algısında “tarafsızlığıyla” tanınan İsviçre’de olması elbette manidar.

Rusça yasaklanıyor

Letonya parlamentosu, ülkede en çok konuşulan ikinci dil olan Rusçanın, bankamatiklerdeki (ATM) kullanımını yasakladı. Parlamento web sitesinde yer alan bir açıklamaya göre, Kredi Kuruluşları Yasası'nda geçtiğimiz haftalarda yapılan bir değişiklikle Letonya ticari bankaları bundan böyle ATM arayüzlerinde Rusça dil seçeneği sunmayacak Rus dili ve kültürünü kısıtlama kampanyasının bir parçası olarak yapılan düzenlemede, ATM'lerdeki ekran müşteri arayüzleri için bir yandan “Letonca dilinde olmalı” denilirken bir yandan da "Avrupa Birliği üye devletlerinin veya aday ülkelerinin resmi dillerini de içerebilir," ifadeleri kullanılıyor.

Ne demek? Rusça bu kriterleri karşılamıyor, demek!

Yeni düzenleme 30 Ocak 2025 tarihinde yürürlüğe girecek. Tabii önce Letonya cumhurbaşkanı tarafından imzalanması gerekiyor. Böyle bir gelişmenin Letonya’da olması ilginç. Zira, her dört kişiden birinin etnik Rus olduğu Letonya, 2017 tarihinde yapılan bir kamuoyu araştırmasına göre, nüfusun yüzde 36’sının ana dilinin de Rusça olduğu bir ülke.

Puşkin heykeline yıkım kararı

Kiev yönetimi, Odessa’daki UNESCO koruması altında bulunan şair Aleksandr Puşkin heykelini yıkma kararı aldı. Rus kültürüne karşı sürdürülen kampanyanın son ayağı 19 Eylül’de Odessa bölge valisi Oleh Kiper tarafından duyuruldu.

Modern Rus edebiyatının kurucularından olan Puşkin, Odessa'yı birkaç kez ziyaret etmiş ve 1823'ten 1824'e kadar bu bölgede yaşamıştı. UNESCO Dünya Kültür Mirası Alanı'nda yer alan heykel, ünlü sanatçının Karadeniz kıyılarında geçirdiği yılların anısına 1889'da bölge halkı tarafından dikilmişti. Sovyetler Birliği'nin izlerini kamusal yaşamdan kaldırmak için bir “dekomünizasyon" kampanyası başlatan Ukrayna yönetimi özellikle Rus tarihi şahsiyetleriyle ilişkilendirilen isim ve anıtları hedefliyor.

Heykelin bulunduğu alan bir dünya mirası alanı olduğu için kent yönetimi anıtla ilgili alacağı bir kararda resmi olarak UNESCO'nun onayına ihtiyaç duyuyor. Ama muhtemelen karar böyle bir onaya dahi ihtiyaç duyulmadan uygulanmış olacak.

Tabii bu, ülkede yıkılan ilk Puşkin heykeli değil. Ukrayna Kültür Bakanlığı geçen yıl yaptığı bir açıklamada, savaşın başlangıcından itibaren 1 yıl içinde ülkenin 14 bölgesinde (Mukachevo, Ternopil, Uzhhorod, Konotop, Chernihiv, Mikolaiv, Belya Tserk, Kropyvnytskyi, Zaporijya, Chernivtsi, Harkiv, Zhytomyr, Kremenchuk, Dnipro, Kramatorsk ve Kiev) 28 Puşkin heykeli yıkıldığını kaydetmişti.

Nükleer doktrinde güncelleme

Avrupa’daki kamplaşmanın tehlikeli bir derinlik kazanmaya başladığının en önemli sinyallerinden biri de Rusya Federasyonu’nun nükleer doktrinini güncelleme kararı alması oldu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “nükleer caydırıcılık alanında devlet politikasının temellerinin güncellenmesi” olarak ilan ettiği yeni doktrin ile nükleer silah kullanım eşiği aşağı çekilmiş oldu. Putin'in ana hatlarını çizdiği yeni nükleer doktrine göre, “Rusya’ya karşı yoğun şekilde hava ve uzay saldırı silahlarının fırlatıldığı ve bunların Rusya devlet sınırını geçtiğine dair güvenilir istihbaratın alınması halinde” Moskova’nın, nükleer silahlara başvurabileceğini” kayıt altına alıyor. Ve ayrıca deniyor ki, nükleer silahları olmayan bir devlet, nükleer güce sahip bir devletin katılımı ve desteğiyle Rusya'ya saldırdığında, Moskova bunu “ortak saldırı” olarak değerlendirecek.

Peki Rusya hangi “saldırı silahları” ile saldırıya uğradığında, masada “nükleer seçenek” de olacak?  Bir açıklamasında Putin, söz konusu saldırı silahları için, “stratejik ve taktik uçaklar, seyir füzeleri, insansız hava araçları, hipersonik ve diğer uçaklar” şeklinde bir kapsam çizmişti. Dolayısıyla, Ukrayna'nın Rus stratejik üslerine karşı daha önce çok sayıda İHA saldırısı yapıldığını hatırlayınca, bu güncelleme daha da önem kazanıyor.

Moskova, ayrıca “egemenliğine yönelik kritik bir tehdit durumunda” devreye sokacağı caydırıcılık kalkanını Belarus’u da içerecek şekilde genişletmiş oldu. Zira, güncellenmiş nükleer caydırıcılık doktrini konvansiyonel silahların kullanılması yoluyla Belarus'a yönelik bir saldırı durumunda da geçerli olacak.  

Bu arada, Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko da NATO’nun Belarus'a yönelik olası bir saldırısının Minsk'i mukabele anlamında nükleer silah kullanmaya sevk edeceği konusunda uyarıda bulundu. Cuma günü üniversite öğrencileriyle yaptığı toplantıda, Lukaşenko, “bize saldırdıkları anda nükleer silah kullanıyoruz. Rusya da bizim adımıza devreye giriyor" ifadelerini kullandı. Lukaşenko, Belarus'a yapılacak herhangi bir saldırının üçüncü dünya savaşını tetikleyeceğini de söyledi.

Peki bu değişiklikler ne anlama geliyor? Bu soruya Rusya tarafında en iyi yanıt verebilecek isimlerden biri Parlamento Savunma Komitesi Başkanı Andrey Kartapolov, geçen cumartesi günü bir Rus yayın organı olan RIA Novosti'ye verdiği röportajda, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ülkenin nükleer doktrinini güncelleme önerisi hakkında yorumda bulunan Kartapolov'a göre, “Batı, uluslararası hukuk tarafından Rus toprakları olarak bilinen topraklara karşı uzun menzilli silahların kullanılmasına yeşil ışık yakarsa, olası bir karşılık söz konusu olduğunda tüm seçenekler masada olabilecek. Kullanıma [onay verme] kararı Başkomutan’da olacak.”

Yani, Ukrayna, nükleer gücü olmayan bir ülke olsa da ABD ve nükleer güce sahip diğer ülkeler tarafından aldığı/alacağı uzun menzilli füzeler ile Rus topraklarındaki hedefleri vurmaya kalktığında, Rusya ülke egemenliği için “kritik tehdit” olarak yorumlanacak bu yoğun füze atışı, savaş uçağı ve drone saldırısını nükleer güce sahip söz konusu devlet tarafından da gerçekleştirilmiş gibi görecek ve bu ülkelere nükleer silah kullanımıyla karşılık vermeyi de değerlendirecek.

Saldırı konvansiyonel füzelerle yapılmış olsa bile Rusya, buna stratejik nükleer silahlardan daha küçük savaş başlığına sahip ve yaygın radyoaktif serpintiye neden olmadan hedefleri vurmak üzere tasarlanmış taktik nükleer silahlarla karşılık verecek. Ve diyelim ki Rusya içlerine yönelik füze saldırısı uzun menzilli İngiliz- Fransız ortak yapımı Storm Shadow (ya da Fransızların adlandırmasıyla SCALP-EG) füzeleri kullanarak yapıldıysa, kullanım İngiliz ve/veya Fransız uzman askeri personelin aktif katılımını da gerektireceğinden, o durumda Moskova, buna Londra ve Paris’i de vurarak karşılık verebilecek

Bilindiği gibi Kiev hükümeti, ABD ve müttefiklerine silahlarının Rusya topraklarına karşı kullanılmasına yönelik tüm kısıtlamaları kaldırmaları doğrultusunda mayıs ayından bu yana çağrıda bulunuyor. Moskova ise bu kısıtlamaların kaldırılmasının Batı'nın çatışmaya doğrudan dahil olması anlamına geleceğini açıkça ifade ediyordu.

‘Yıkıcı ülkeler’ listelendi

Moskova yönetimi, Rusya’nın değerleriyle çelişen “yıkıcı tutumlar içindeki” 47 ülkeyi listeleyerek, bu ülkelerin vatandaşlarına isterlerse Rusya'ya sığınma başvurusunda bulunma yolunu açtı.

Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçen ay içinde, kendi hükümetleri tarafından dayatılan “neoliberal” fikirlere karşı olan Rusya'nın geleneksel manevi ve ahlaki değerlerini paylaşan yabancıların, Rusya'ya oturma izni başvurusunda bulunmalarına izin veren bir kararname imzalamıştı. Rusya Federasyonu hükümet portalında yayınlanan listeye göre, Rusya’ya karşı “yıkıcı neoliberal ideolojik tutum” içinde olmakla suçlanan ülke ve bölgeler şunlar:

Avustralya, Avusturya, Arnavutluk, Andorra, Bahamalar, Belçika, Bulgaristan, İngiltere, Almanya, Yunanistan, Danimarka, İrlanda, İzlanda, İspanya, İtalya, Kanada, Kıbrıs, Letonya, Litvanya, Lihtenştayn, Lüksemburg, Malta, Mikronezya, Monako, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Polonya, Portekiz, Güney Kore, Romanya, San Marino, Kuzey Makedonya, Singapur, ABD, Tayvan (Çin toprağı), Ukrayna, Finlandiya, Fransa, Hırvatistan, Karadağ, Çek Cumhuriyeti, İsviçre, İsveç, Estonya ve Japonya. Listede AB ve NATO üyesi Slovakya ve Macaristan’ın yanı sıra NATO üyesi Türkiye de yer almıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Bir ‘devrimcinin’ bir cevlâni olarak portresi

HTŞ lideri Cevlâni’nin ailesinin Cevlân Yaylalarının İsrail tarafından işgali akabindeki zorunlu göçünde Filistin mücadelesine destek ile başlayan yolculuklarında altmış yıla yakın bir zaman sonunda geldikleri noktanın, Filistinli gruplara silah bıraktırıp kamplarını kapattırmak olması hayli manidar

Orta Doğu’da Arap sonbaharı

Batı’nın lacileri giydirdiği neo-Ladinist Colani güçlerinin Şam’a girmesi ve Esad’ın ülkeyi terk etmesinin ardından Suriye’de bir dönem bitti. Muzafferlerin sevinç çığlıkları yanıltmasın, kötü günler bitmiş ve şimdi sırada daha kötü günler de olabilir

Savaşın ekseni Türkiye sınırına dayanırken

İlk bakışta Lübnan ateşkesi akabinde, İran-Hizbullah ikmal hattını kesmeye yönelik bir hamle gibi görünen Suriye’deki cihatçı taarruzu en çok Tel Aviv’i sevindirmiş olabilir ama en çok Şam’ı mı, Tahran’ı mı, yoksa Ankara’yı mı üzecek, bunu söylemek için çok erken

"
"