15 Mayıs 2024

Niçin yazıyorum?

Yazmaktaki amacım, bir tür kamu hizmeti aşkıyla tutuşup, topluma hizmet adına toplumu bilgilendirme amacı filan değil...

Halen üniversitede aktif olarak hocalık yapan bir akademisyen olarak niçin gazetede köşe yazısı yazdığımı ve niçin sadece uzmanlık alanım olan hukuk alanında değil de zaman zaman siyasi konularda da yazı yazdığımı bazen soranlar oluyor.

Uzun süredir haftada bir köşe yazısı yazıyorum.

Köşe yazısı yazmayı gerçekten seviyorum.

Bir tür hobi benim için.

Ortaokul ve lisede kompozisyon dersi sınavlarından hep en yüksek notu almam, hatta değme edebiyat profesörüne taş çıkartacak bilgiye sahip olan lisedeki müthiş edebiyat öğretmenimin "meslek yaşamımda hiçbir öğrenciye kompozisyondan 10 vermedim ama ilk defa sana 10 veriyorum" diye onore etmesi yazmaya olan ilgimi canlı tuttu.

Gerçi köşe yazarlığı ne kadar "yazarlık"tır, tartışılır. Hatta acaba normal yazar olmayı gözü yemeyenler ve cesaret edemeyenler mi köşe yazarlığı yapar sorusu bile akla gelebilir.

Buna karşın bu işi profesyonel seviyede yapıp her gün ya da haftada en az 4-5 kez yazmak muhtemelen normal yazarlıktan çok daha zor.

Köşe yazarlığı "tembel işi" mi?

2000'lerin başında Radikal ve Radikal İki'de her hafta olmasa da arada bir yazıyordum.

Sonra Sayın İsmail Küçükkaya'nın genel yayın yönetmenliği döneminde Akşam gazetesinde birkaç yıl düzenli yazdım. Danıştay üyesi olunca ara verdim. O dönemde Akşam gerçekten iyi bir gazete olmuştu. Sonrası maalesef malum.

Danıştay üyeliğinden istifa edince bir süre haftada bir Gazete Duvar'da yazdım.

Gazete yönetimi, Ahmet Altan'a yapılan ağır hukuk ihlallerini eleştirdiğim, ama kendisinin Taraf gazetesinin başındayken Ergenekon sürecine yönelik objektif olmayan tutumunun da kınanması gerektiğini savunduğum yazımı yayımlamayıp sansür uygulayınca bıraktım.

Maalesef Türkiye'de sol entelektüel kesimin bir bölümü, demokratlığı, farklı seslere ve görüşlere saygıyı ve ifade özgürlüğünü sadece kendileri için talep eder. Ancak onlara göre kendi görüşlerini paylaşmayanların bu tür özgürlükleri kullanmalarına gerek yoktur! Kendi görüşlerine uymayan her görüş onlara göre değersizdir ve korunmayı hak etmez.

Bu kafadaki ve modern görünümlü "sol faşistler" sağdaki bildiğimiz tipik faşist kafalıları bile mumla aratır bazen.

Bu arada Gazete Duvar'da yazdığım "Kasabalı Anadolu çocuklarının intikamı" başlıklı köşe yazım sanırım en çok okunan ve sosyal medya gruplarında en çok paylaşılan yazılardan biri oldu. Halen bile yeni tanıştığım kişilerden bu yazı hakkında geri dönüşler alıyorum.

Sonrasında ise Sayın Doğan Akın'ın nazik önerisiyle T24'te yazmaya başladım. 4-5 yıldır düzenli yazıyorum.

Sanırım T24, elektronik basın dünyasının "amiral gemisi" konumuna gelmiş durumda ve böyle bir mecrada yazmaktan gerçekten onur duyuyorum.

Yazılarımın özellikle hakim ve savcıların büyük kesimince düzenli okunduğunu ve genel olarak hukuk camiasında takip edildiğini geri dönüşlerden anlıyorum.

Hatta Urla'daki yazlık komşum, "hukukçu olmasam da gündemdeki önemli hukuki olayları sizin yazılarınız sayesinde çok iyi anlıyorum" dediğinde çok mutlu olmuştum.

İçini dökmenin dayanılmaz cazibesi

Fakat aslında yazmaktaki amacım, bir tür kamu hizmeti aşkıyla tutuşup, topluma hizmet adına toplumu bilgilendirme amacı filan değil.

Yazılar bunları da bir nebze olsun sağlıyorsa ne mutlu. Ama bunlar asıl amacın sadece "yan etkisi".

Yazmaktaki asıl amacım sadece "içimi dökmek".

Türkiye gündemini pek bilmeyen ve takip de etmeyen bir arkadaşıma, ülke gündemine ilişkin içimi döküyormuşum ve onunla dertleşiyormuşum gibi yazıyorum.

Bazen de hani mide fesadı geçirdiğinizde veya fazla içtiğinizde midenizi bir boşaltıverseniz rahatlayacaksınız gibi hissedersiniz ya, işte yazarken ben de öyle bir hisle yazıyorum.

İstifra edince iyi şeylerin çıkmadığı gibi bazen bu hisle yazınca da güzel şeyler çıkmayabiliyor. Ama rahatlamayı sağlayabiliyor.

Evet itiraf edeyim ki yazmadaki amacım aslında bencilce bir amaç.

Sadece içimi boşaltma amacı.

Bazen uzmanlık alanımı bırakıp siyaset yazmamın nedeni de bu.

Ülkede siyaseti iyi takip eden ve siyasi konularda iyi haber yapan çok iyi gazeteciler var.

Yaptıkları haberlerle siyasi gündemi belirleyip bazen sarsabiliyorlar bile.

Ama ne yazık ki siyasi konularda yetkin analiz yapanlar yok denecek kadar az.

Güncel siyasi gelişmelere yönelik yapılan siyasi analizlerin tamamına yakını çok sığ ve niteliksiz.

Siyasi analizler ya analizi yapanın kendi mahallesinin resmi "klişe"lerinden ibaret.

Ya bir yerlere sırtını dayamanın ve selam çakmanın kolaycılığından ve konforundan kopamıyor.

Ya da analizler bilerek çapsızlıkta özel seçilmiş kişilere yaptırılarak, sığ analizlerle kamuoyu, siyasetten soğutmak adına, uyuşturulmak ve bezdirilmek isteniyor.

Kaliteli siyasi analiz yapma kapasitesi olanların çoğu ise sanırım "vakvakları uyandırmaktan" korkuyor. Suya sabuna dokunmamayı tercih ediyor.

Böyle olunca da siyasi analiz işi bile biz amatörlere kalıyor!

Ülkede hiçbir şeyin normal olmadığının ve "normalleşme"nin gerekli olduğunun bir kanıtı daha…

Ali D. Ulusoy kimdir?

Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olan Prof. Dr. Ali D. Ulusoy, 1968 yılı Mersin Mut doğumludur.

Öğretim üyeliği yanında EPDK Hukuk Dairesi Başkanlığı, BDDK Hukuk Danışmanlığı, Başbakanlık Bilgi Edinme Kurulu Üyeliği, TOBB-ETÜ Hukuk Fakültesi kurucu dekanlığı ve İzmir Yaşar Üniversitesi rektör yardımcılığı gibi idari görevlerde bulunmuştur.

ABD Los Angeles California Üniversitesinde (UCLA) iki yıl (2006-2007; 2017-2018) misafir öğretim üyesi olarak kalmıştır. 2011-2014 arası üç yıl Danıştay Üyeliği yapmış ve kendi isteğiyle ayrılıp üniversiteye dönmüştür.

Uzmanlık alanları: İdare hukuku, İdari yargı, Ekonomik kamu hukuku, İdari yaptırımlar, İnsan hakları, Devlet-din ilişkileri.

Lisans: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi. Yüksek Lisans: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doktora: Fransa Bordeaux Üniversitesi. Doçentlik:2002, Profesörlük: 2008.

Yazarın Diğer Yazıları

Türkleri görmezden gelerek Kürt sorunu çözülür mü?

Gerek Kürt sorununu çözmek adına olsun gerekse salt terör sorununu çözmek adına olsun, bu konuda resmi muhatap olarak terör örgütünün baş yöneticisi kabul edilirse, sonuçta terör kazanmış olmayacak mı?

Öcalan “cici çocuk”, Demirtaş “kötü çocuk”muş; yerseniz!

Sayın Bahçeli’nin Öcalan’a statü verme ve onu muhatap görme önerisi hem siyaseten hem de hukuken ne kadar hatalı ise, Sayın Özgür Özel’in Demirtaş’ı muhatap görme yaklaşımı da o kadar doğru ve meşrudur

Siyasi değişim “kokusu” almak ve idari takdir yetkisi

Danıştay İDDK’nın başta değindiğim enteresan kararının bende uyandırdığı izlenim, mevcut siyasi iktidarın artık “gidici” olduğu ve artık bu iktidarla “uyumlu” çalışmanın pek de gerekli olmadığı algısının yüksek yargı ve bürokraside de yerleşmeye başladığı

"
"