Korku, çaresizlik, sona yaklaşmanın dehşeti, umutsuzca debelenme, vazgeçiş, acı, utanç, suçluluk, kabullenme, kalkıp devam etme...
Yaşamın saniyelerle ölçülen kompakt bir temsilidir düşmek. Bir düşüşünüzü hatırlayın. Bu kadar güçlü duyguları bu kadar kısa zamanda ancak düşerken hissedersiniz.
Çocukluğum ailemdeki bazı kadınların -tüm o zayıf, zarif, hafif, dünyayla uyumlu hallerine rağmen- sık sık düşmelerine tanıklık ederek geçti. Ne olduğunu anlamadan bir bakarsınız anneniz, teyzeniz ya da anneanneniz yanınızda yok, yere kapaklanmış, kalkmak için debeleniyor. Daha o zamanlardan bu tuhaf edim, "düşme hali" zihnime yer etmiş.
Düşmek insanı neden bu kadar sarsar? Sadece fiziksel bir sarsıntı değil, aynı zamanda ruhsal bir etki bahsettiğim… Bir çocuğun düşüp kalkmasındaki olağanlık, çabukluk, hafiflik yoktur yetişkinlerin düşüşünde. Düşenin kendi algısında da düşeni izleyenin üzerinde kalan etkide de bir tuhaflık, bir uyumsuzluk, bir çirkinlik vardır. O kocaman beden, düşerken daha da büyür sanki, sarsaklaşır. Düşen daha düşmeden anlar düşeceğini… İşte o an başlar, dik kalabilmek için umutsuz çaba. Görünmez duvarlara ve insanlara tutunmak için tuhafça devinir kollar. Sonunda bu beyhude çaba mutlaka yerle buluşur.
İzleyen de bilemez ne yapacağını. Gülsün mü, tutsun mu, kaldırsın mı kararsızdır. Gülüyorsa geçmişteki düşmüşlüklerine ve gelecekteki düşüşlerine gülüyordur. Bir yandan da "Ben düşersem gülün" diyordur. "Düşüşümün çirkinliğini hafifletin!" Tutup kaldırmaya, yardımcı olmaya çalışıyorsa acıyordur düşene. Oysa bilinçdışının dili tiksinmeyi acımaya çoktan dönüştürmüştür. "Acımayın bana düşersem" diyordur, ya da "Tiksinmeyin bu zavallı halimden"
Düşenin dostu olur mu?
Adalet Ağaoğlu "Düşme Korkusu" kitabında düşmekten korkanlara dair altı hikâye anlatır. Kahramanlarından Ragıp Ersal, mutat Boğaz yürüyüşlerinden birinde ayağı takılıp düşmesinin ardından düşme korkusu tarafından ele geçirilen bir mizah yazarıdır. Onun için düşmek, yere düşmekten çok fazlasıdır. Bir saygınlık yitimidir, yaratıcılığın körelmesidir, kendini eve hapsetmektir. Ragıp Ersal düşmüş ve kendine inancını yitirmiştir. Solmaz Hanım'a babasından kalan en önemli mirasın "Düşenin dostu olmaz" sözü olması bir ömür düşmekten korkmasına neden olmuş ancak başkanı olduğu derneğin kürsüsüne yürürken yüksek ökçelerinin halıya takılması sonucu düşmesine engel olamamıştır. "Gülmeyin, gülmeyin; sizin de başınıza gelebilir, yerlerde sürüklenir, daha çok rezil rüsva olursunuz. Düşmez kalkmaz bir Allah! diye bağırıyor. Kadınların düşmelerinde yüksek ökçeli ayakkabıların rolü olabilir; ama sahiden neden düşene hep gülünür ki? Bunun sebebi pek bilinemiyor, ama şunlar çok iyi biliniyor. Bu laflar ağızlardadır hep: "Düşenin dostu olmaz!" "Düşme de ağlama da!" ve yine "Düşmez kalkmaz bir Allah!" (Düşme Korkusu, Adalet Ağaoğlu, Everest Yayınları, 2018).
"Ama sahiden neden düşene hep gülünür ki?"
Cevabı başka bir metinde buluyoruz. Elias Canetti'nin kaplanlar, yılanlar, timsahlar, domuzlar, kaplumbağalar, maymunlar, ipek böcekleri, develer ve daha nicelerinin suskun bilgeliğini anlattığı şahane kitabı "Hayvanlar Üzerine" de. "Gülmenin kökeninde bir yiyeceğin veya avın güvenli olmasından duyulan sevinç vardır. Düşen bir insan, peşine düşüp devirdiğimiz bir avı akla getirmektedir, düşene güleriz çünkü yıkılanın çaresizliğini hissederiz, olaylar dizisi devam edip de avımızı yeseydik gülmezdik. Onu yemek yerine ona güleriz. Aniden duyulan üstünlük hissidir bizi güldüren. Sadece insan, nihayetine eren yeme sürecinin yerine simgesel bir eylem ikame etmeyi öğrenmiştir. Öyle geliyor ki, diyaframdan kaynaklanan ve gülmeye özgü olan hareketler, vücudun bazı mideye indirme hareketlerinin yerine geçebilirler." (Hayvanlar Üzerine, Elias Canetti, Sel Yayıncılık, Çev: Levent Konca, 2014).
Ardından insan kahkahasına gerçekten benzeyen sesi tek çıkaran hayvanın sırtlan olduğunu söyler Canetti. Bu yüzden olsa gerek, düşme, avlanma, yeme ve gülmeyi anlattığı bu bölüme "Sırtlanın Kahkahası" adını verir. Bir yandan da adeta Freud'a bir selam göndermektedir. Uygarlık, dürtülerimizi dönüştürmüştür ve bizi sonsuz bir huzursuzluğa mahkûm etmiştir. Avlanmak yerine gülüyoruzdur artık.
Ürpertici, değil mi?..
Edebiyatın en güzel düşüşü
İnsan düşüyorsa Alice gibi düşmeli. Yavaş yavaş, etrafı seyrederek, düşüş bir gezintiye dönüşmeli. "Geç kaldım" diye söylenerek ve köstekli saatine bakarak koşan smokin giymiş tavşanın ardından atladığı delikteki düşüşü bitmek bilmez Alice'in:
"Düş ha düş. Hiç mi sonu gelmeyecek bu düşüşün? Acaba doğruca dünyanın içinden geçip öbür tarafından mı çıkacağım? Baş aşağı yürüyen insanların arasına çıkmak kim bilir ne eğlenceli olacak. Düş ha düş. Yapacak hiçbir şey yoktu. Alice'in çok uykusu gelmeye başlamıştı. Sanki rüyadaymış gibi kendi kendine konuşmasına devam etti. 'Kediler yarasa yer mi? Kediler yarasa yer mi?' Bazen de 'Yarasalar kedi yer mi?' diyordu. İçinin geçtiğini hissetti. Düşerken uyumaya başladı. Hatta rüyasında kedisi Dinah ile el ele yürüdüğünü ve ona 'Hiç yarasa yedin mi?' diye sorduğunu gördü. İşte o anda birden pat diye yere, kuru yaprakların üzerine iniverdi; düşüş bitmişti. (Alice Harikalar Diyarında ve Aynadan İçeri, Lewis Caroll, İthaki Yayınları, Çev: Kıymet Erzincan Kına, 2010).
"Düşmez kalkmaz bir Allah" sözüyle avunabilir miyiz? Belki de iki ayağımız üzerinde durmamalıydık, bu insani kibir bizi cezalandırıyor ara ara düşürerek. Yoksa bizi cezalandıran doğuştan "kötü ve suçlu" ruhumuz mu? Eğer bir lanetse düşmek, bu, ruhumuzun katharsis edimi olamaz mı?
Yaşamaya yeniden başlamak, iyileşerek başlamak için en iyisi düşmeye direnmemek galiba…