26 Mayıs 2024

Ergün Gündüz: Gırgır Guguk Kuşu, Hababam Sınıfı gibiydi, çok güçlü bir yerdi; biz sadece evden kaçmak istedik

"Oğuz Aral'ın garip bir ikna yeteneği vardı. Bunu bildiğimiz için mümkünse hiç çıt çıkarmadan, kimseye bir şey söylemeden ayrıldık. Hatta ayrıldıktan sonra bir hafta Şile'de saklandık, evlere gidip arayıp geri getirirdi..."

Ergün Gündüz'ün çalışma alanına adım attığınızda bambaşka bir dünyanın içine giriyorsunuz. Boğaz manzarasının eşlik ettiği tablolar, çizimler ve fotoğraflar sanatçının geniş dünyasının ipuçlarını veriyor. Gırgır'ın kapaklarında en çok imzası olan isimlerden olan Ergün Gündüz, ilk karikatürü ile Gırgır'da hemen profesyonel olmuş az sayıda kişiden birisi. Gırgır'ın yenilikçi, yaratıcı ve asi kanadının temsilcisi olan Gündüz ile uzun uzun konuştuk. Elbette söz Oğuz Aral'dan çalkantılı ayrılığa neden olan "Hıbır"a geldi.

Ergün Gündüz karikatürü

- Siz Gırgır'ın en önemli çizerlerindensiniz. En baştan başlayalım mı?

Böyle bir dosya yapmanız süper. Çünkü genelde Gırgır'ı neredeyse, doğru düzgün yaşamamış herkes anlatıyor. Ben de şaşırıyorum, yazanların hiçbirini görmedim. Sürekli yazıyorlar. Bunu söylediğimde de "O zaman siz niye anlatmıyorsunuz" diyorlar. Biz boşta değiliz, işimiz gücümüz var. Ancak sorulursa anlatırız. Ama kimse de sormuyor. Senin soruyor olman güzel.

- Sizin çizer olmadan önce Gırgır'ı keşfetmeniz nasıldı?

Sanırım çizgiye olan merak doğuştan gelen bir şey. İnsanın iç güdüsünde var. Çocukken okuma yazmayı bilmeden Red Kit gibi kitaplarla ilgileniyormuşum. Ortaokul sırasındayken Gırgır'ın da hareketlenme zamanları. Gırgır'ı birilerinde gördüm, bir süre sonra heyecanım arttı. Çünkü orada amatörlerin bir şeyler yollayıp yayımlandığını görüyordum. Oğuz Abi de onlara yanıtlar yazıyordu. Bu cesaret verdi. Bir tane yolladım. Köşede çıktı, klasik Oğuz Aral'ın "Fazla taramalardan kaçının" yorumuyla.

- Sonra nasıl oldu? Sizi davet mi ettiler?

Pazartesi günleri amatörlerin işlerine şahsen kendisinin baktığını öğrendim. O gün gelip odaya girdiğimde çizimime baktı ve "Haftaya gel başladı" dedi. Çok mutlu oldum. Fakat bilmediğim bir durum varmış. Dergiden bir grup çizer "Mikrop" diye bir dergi kurmak için ayrılmışlar. Böyle olunca boşluk oluşmuş. Oğuz Aral da en kısa zamanda gördüğü en yetenekli kişiyi hemen alma ihtiyacı duymuş. Böylece başladı ve ilk olarak onun odasında hızlandırılmış eğitim geçirdim. Onun dediklerini uyguluyordum. İlk çizdiğim Sezen Aksu vinyetiydi.

- Sonra ne oldu?

Çok hızlı bir ilerleme oldu bende. Bir de o ortamın içinde daha çabuk gelişmeye başladım. Ay sonunda para getirdiğimde evdekiler çok şaşırmıştı. 16 yaşında bir genç için hatırı sayılır bir kazançtı.

- Nasıldı Cağaloğlu günleri?

Oraya girince kendini de aramaya başlıyorsun. Cağaloğlu orası sonuçta. Bazı kitaplara ulaşma şansın var. Yabancı çizerlerin olduğu dergilere bakıyorduk. Sahaflara gidip kitaplar arıyorsun. Ben kendimde biraz Fransız biraz İngiliz biraz da Amerikan tarzını karıştırmaya çalıştım. Derginin kendi ekolü ile biraz hızlı biraz böyle, biraz şöyle yaparken bir su akmaya başladı.

Gırgır kadrosu: Rahmetliler Metin Kaçan, Latif Demirci, Murat, Süleyman dahil. İrfan, Sarkis, Engin, Hasan, Behiç, İlkin, Gülay... Ergün Gündüz alttan sağdan sola 3. topu yerde tutan.

"İlban Ertem daha çok etkiledi"

- En çok Oğuz Aral mı etkiledi sizi?

Oğuz Aral'dan çok İlban Ertem etkiliyordu.

- Nasıldı oradaki o atmosfer? Usta çırak ilişkisi gibi miydi?

İş yerine dönmüş bir daire düşünün. Odalar vardı. Burada hakim olan Oğuz Aral'dı tabii. Öğreten, yönlendiren o idi. Diğer çalışanların pek öyle eğitmek gibi dertleri ya da yetenekleri yoktu. Ama yeni biri gelince elbette "Bu çocuk çok şımarık" ya da "Çocuk züppe" gibi konuşmalar mutlaka oluyordu. Çok sessiz bir karakterdim ama bazen çok iş geldiği zaman çok yorulduğumda "Yapmam" dediğim anlarda bozulduklarını da anımsıyorum. Biraz hani ezme durumu vardır ya büyükler küçükleri ezerler. Eski okullarda, mahallelerde ya da futbol spor takımlarında olduğu gibi hafiften öyle bir şey vardı. Hatta İlban'a da bunu söyledim. İlban'ı hem çok beğeniyordum hem de hayranım. Mesela bana bir kere kızdı "Benim gibi çizme" dedi. Kızarken tuttu da, yeni bir rakip geliyor falan gibi. Bu tür şeyler de vardı.

"Duvara asarım dergiye koymam"

- Neler yapıyordunuz?

Ben roman çizmek istiyordum. Henüz bana bu fırsatı vermiyorlardı. Israrla İlban'ın yaptığı gibi şeyleri evde yapıp götürüyordum. Oğuz Aral bakıp "Bak çok güzel çizmişsin alırım bunu duvara asarım ama dergiye koymam" diyordu. Çünkü oranın bir karakteri olduğunu onun dışına çıkarsak okuyucunun anlamayacağını söylüyordu.

Ergün Gündüz

"İyi bir yönetmen, anlatıcı"

- Sizin mizah anlayışınız nasıl evrildi? Oğuz Aral'ın baskın mizah anlayışıyla sizinki arasındaki eş zamanlılık ya da ayrışmalar nasıldı?

Ben çok mizahçı değildim hatta espri de bulmayı istemiyordum. Ben bir espriyi çok iyi anlayıp onu bulandan daha iyi hale getirip sunmayı seviyordum. İyi bir yönetmen gibi anlatıcı olmak istiyordum. Kendi duygularımı anlatılan hikâyenin içine koymak istiyordum. Bu çok bulunan bir şey değildi dergide. O yüzden kapakları ya da bulunan esprileri çizecek kişi genelde ben oluyordum. Çünkü onu en iyi ben yapabiliyordum, diğerlerinin kendi köşeleri vardı.

"Devrimci bir kişiliğim vardı"

- Oğuz Aral yeniliğe kapalı mıydı biraz?

İstiyor ama korkuyor da gibiydi. Benim orada devrimci bir kişiliğim vardı. Çok sessizim ama devamlı koşulların iyileşmesi için uğraşıyorum. Mesela daha iyi masalarda çizmemiz gerektiğini savunuyorum. Sözlerle bağıra bağıra değil tam tersine çizgi eylemiydi bunlar. Ayrıca Oğuz Aral ilk defa bir "Utanmaz Adam"ı benimle çizdi. "Bu karakteri, arka tarafları sen çizeceksin ve çinileyeceksin" dedi. İkimizin imzası ile çıktı.

- Limon dönemi nasıldı?

Limon dergisini çıkarma kararı aldıkları zaman o sırada onların resimli romancısı yoktu. Ben size resimli roman çizeceğim dedim. O zaman aslında futbol takımları gibiydi dergiler. Biri Günaydın da diğeri Milliyet'te çıkıyordu. İkisinde de yer alamıyordunuz ama "Ben size roman çizeceğim, Gırgır'da da çalışacağım" dedim.

- Oğuz Aral nasıl tepki verdi orada çizmenize?

Oğuz Abi aslında klasik baba gibiydi. Hani çocuğuna sevdiğini söyleyemez ama çok severdi. O yüzden de orada çalışmama kızıyor ama benim yaptığım şeyin de bir fedakârlık olduğunu biliyordu. Ama cezalandırıldım bir süre, bazı çizimleri ve kapakları yaptırmadılar. Bundan dolayı ücretimi kestiler.

"Sigortalı değildik"

- Başka nasıl sorunlar vardı?

Biz sigortalı değildik. Zaten en büyük sorunumuz buydu. Biz oraya bağlı da değildik. O yüzden rahatlıkla da başka yerde çalışabilirdik. Hıbır için ayrılma sebebimiz de sigortadır. Buna bozuluyorduk. Biz burada şişman şişman purolu patronları çiziyoruz ama biz de oradaki işçiler gibiyiz.

- Bunu dile getirdiğinizde nasıl bir konuşma geçiyordu aranızda?

"Size yüksek para veriyoruz" diyorlardı. Evet gerçekten iyi para veriyorlardı ama sigorta çok önemli geliyordu bize. Yaptığımız kapakların yarısı patronları, sistemi eleştiriyor ve aynı şeyi sen yapıyorsun durumu vardı. Belki o yapmıyordu belki Günaydın yapıyordu, bilemiyoruz. Biz Hürriyet'e geçerken de sorduk sigortalı olabilecek miyiz diye. Yine onay alamadı.

"Oğuz Aral çok değerli biri"

- Ayrılma süreciniz nasıldı?

Bu dışarıdan göründüğü gibi değil. Mesela çok ideolojik zannediliyor ama değil. Oğuz Abi gerçekten bizim için çok değerli biri. Şahsen yıllar sonra Hürriyet'te bir akşam yemeğinde konuştuk. O zamana dek konuşulmamıştı. O gece bir ara yan yana geldik. Neden ayrıldığımıza dair konuştuk. Bir sürü şeyi kendisinden öğrendiğimizi söyledim. Daha sonra Oğuz Aral'ın oğlu Seyit Ali, "Baba oğul ilişkisi nedeniyle ayrılmanıza kırıldı" dedi.

"Oğuz Aral'ın garip bir ikna yeteneği vardı"

- Ayrılma konuşmasını neden en başta yapmadınız?

Eğer onunla konuşmaya girersen kaybettin demektir. Oğuz Aral'ın garip bir ikna yeteneği vardı. Bunu bildiğimiz için mümkünse hiç çıt çıkarmadan, kimseye bir şey söylemeden ayrıldık. Hatta ayrıldıktan sonra bir hafta Şile'de saklandık. Evlere gidip arayıp geri getirirdi. Buna emindik.

 - Farklı bir dergi yapma fikri nasıl doğdu?

Latif Demirci, o zaman Latife Tekin ile beraberdi. Latife biraz edebiyatla bağlantılı çevrelerle daha yoğunlaşınca yeni çıkan Nokta'nın içinde böyle bir dergi yapma fikri doğmuş. O da bu tarafa anlattı. Burada Engin Ergönültaş'ın liderliğinde bir ekip vardı. Ekip ikiye ayrıldı. Hasan, İrfan, Latif, Atilla ve ben bu tarafta diğer tarafta Behiç yine Oğuz Aral'a geri döndü.

- Hıbır nasıldı?

Çok satıyordu. Nokta'nın maaşları bile Hıbır'ın geliri ile veriliyordu. Çünkü tirajı çok yüksekti.

"Diğerleri teklifi kabul ederdi"

- Size ayrılmamanız için Oğuz Bey büyük bir rakam teklif etmiş değil mi?

Burada bir yanlış anlama olduğu için bunu anlatmam lazım. Son gün işini yapan kalemini, eşyalarını çaktırmadan alıp gitti. En son ben kaldım çünkü en geç benim işim bitiyordu. Oğuz Aral'a bunlar kaçıyor diye bilgi verilmiş. Öyle olunca o gece orada tek kalan ben olduğum için beni apar topar gece yarısı Oğuz Aral'ın Levent'teki evine götürdüler. Pencere kenarında karşılıklı oturduk. Olayın nasıl olduğunu sorunca; "Çok güzel imkanlar verdiler. Mesela Sarkis, Fransa'da yaşıyor ama uçak biletini alıyorlar" dedim. Dediklerimin yarısını da atıyordum. Beni geri ikna edemezsin diye de "Çok yüksek paralar verdiler" ekledim. "Ne kadar verdiler" dedi. O sırada düşündüm ve en yüksek rakamı söyledim: "Nasıl bu kadar verebilirler. Tamam, sen dergiye git işini bitir" dedi. Gittim bir süre sonra ben çalışırken rahmetli Süleyman Yıldız geldi. "Ergün tamam Oğuz Abi sana daha fazlasını verecek. Derginin bütün bütçesini sana verecek" dedi. Şimdi aradan bu kadar zaman geçti ama bazen düşünüyorum benim dışımda diğer çocuklar olsa, onlar bu teklifi mutlaka kabul ederdi. Ama ben arkadaşlarıma söz verdim şimdi kalkıp yarı yolda onları bırakamam diye kabul etmedim.

- Sonra neler oldu?

Tekrardan Oğuz Bey ile yan yana geldiğimizde, geriye bakınca hani baba oğul, aile muhabbeti gibi yine de sarılıp "Geçti gitti" dedik. Oğuz Abi, "Avni" isimli kitabını o yıllarda kendisi bastı. Bunlar piyasada satılmadı. Sevdiği insanlara hediye etti. Beni odasına çağırdı "Bunu imzaladım ama buna dergide bakmayacaksın. Gidip evde bakacaksın" dedi. 1987'de iç kapağına "Benden bile iyi çizen Ergün'e" diye yazıp imzalamıştı. Bana tavır alırlar diye kimseyi göstermedim.

Oğuz Aral'ın Ergün Gündüz için imzaladığı Avni kitabı

- Derginin gidişatı nasıl oldu?

"Asil Nadir solu parçalamak için geldi" gibi lafların çoğu şehir efsanesi gibi abartılı hikâyeler. Hiç böyle şeyler değil. Ayrılıkların temelinde para yatıyor.

"Gırgır, Guguk Kuşu filmi gibiydi"

- Sizin için Gırgır ne anlama geliyor?

Gırgır tam "Guguk Kuşu" filmi. Hani orada deliler isyan ederler, kaçmak için uğraşırlar. Aynı aslında, çünkü yaklaşık 20-25 tane dahi çocuk, biz kendi mesleğimizin dâhileriydik. Kendi aramızdaki espriler bizi çok geliştiriyordu, beynimiz açılıyordu. Fakat dışarı çıkınca aynı şeyi bulamıyorduk. Mahalle ya da okul arkadaşların öyle değildi. Bu yüzden hep yan yana olduk.

- Türkiye için ne demek?

Böyle olunca onun içindeki mizah ile orası güçlü bir yer oldu. Uğur Dündar orada foto romanlarda oynadı. Sezen Aksu, Halit Kıvanç köşe yazısı yazdı. Oranın bir enerjisi vardı. Cuma günü vapurla dergiye gidiyordum. O vapura Gırgır almadan binen kimse olmazdı. Sapsarıydı vapur. Okursun bitti mi kıçının altına katlar koyarsın. Saklanması gerekenden daha çok bir fastfood gibi harcanan biten hemen hızlıca tüketilen bir şeydi. Hatırı sayılır bir tirajı vardı.


Ergün Gündüz

"Konservatif olan profesyonel konservatif oldu"

- Kendi çizgi tarzınızı belirleyen şeyler nelerdi?

Sokak dilini derginin içine soktuk. Yazarlar sözlüklerinde, kitaplarında dergiden, hatta benden alıntılar yaptı. Ben çok iyi bir izlenimciydim, aslında derginin hepsi izlenimciydi. O vapurdaki insanların davranışlarını, ifadelerini, duruşlarını ve etrafı izliyorduk onları çizgiyle yansıtıyorduk. Akbaba döneminde daha statik durağan vücutlar vardı. Biz o statik adamı yaşayan bir adama dönüştürdük. En popüler olan sayfamız Hasan ve Ergün'de her hafta üstümüzde ne varsa onu çiziyordum. Normalde karikatür tipleri hep aynı kıyafeti giyer. Kalıpları kırmak için de uğraşıyordum. Bunu başardım. Orada da birimiz modern nesli temsil ediyordu, o bendim. Diğeri de daha konservatif kimyası olan Anadolu insanını, aslında iki gencin şehir hayatını anlatıyorduk. Şimdi bakınca konservatif olan profesyonel konservatif oldu şu an. Ben yine kendi modernliğimi devam ettirmeye çalıştım.

- Siz farklıymışsınız…

Benden daha çok solcuydular ama aslında ben onlardan daha çok solcuymuşum. Düşünce ve davranış olarak onlardan daha solcu çıktım.

- Siz bir de ekibin en havalısıydınız değil mi?

Galiba o yenilikçi olmakla ilgili. Devamlı bir yenilikçilik vardı. Daha lisedeyken bile kaykayım vardı, saç tıraşım farklıydı ve ekose pantolon giyiyordum.

"Mizahta artık grup enerjisi yok"

- Türkiye'deki mizahı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gruptan çok şey çıkıyor. Şimdi grup yok herkes birey mizahı yapıyor. Grubun enerjisinde biri a derse ondan b ve c'yi çıkartılır. Böyle olunca o gruptan mesela Cem Yılmaz çıkıyor. Benim geliştirme mizahım çok iyidir. Biri bir desin ben onu sekiz olarak sunabilirim rahatlıkla. Geliştiririm.

- Çok eğlenirmişsiniz…

Çok eğlendik. Paralel telefonlar vardı. Telefonlarda araya girmeler oluyordu. Atilla Atalay gece yarsısı Çetin Altan'ı aradı. Atilla diyor ki "Arabanız var mı?" Çetin Altan "Var" diyor. Atilla "Pencereye gelir misiniz" diyor. Çetin Altan da "Geldim evet" deyince Atilla "Arabanızı oradan çekin" diyor. Çetin Altan soruyor, "Niye çekeyim ya". Biz de diğer taraftan dinlerken arada sesler çıkarıyorduk. Bunlarla çok eğleniyorduk. Bizi besleyeni beynimizi açan şeylerdi. Enerji gruptan geliyordu.

- Başka ne farkı vardı Gırgır'ın?

Orası özel bir okul gibiydi. Biraz delilikler de vardı içinde. Böyle bir ekibi Oğuz Aral'ın kontrol etmesi kolay değildi ama edebiliyordu. Bir dünyamız vardı. Hababam Sınıfı gibi... O hepimizi gerçekten oğlu kadar sevdi. Hıbır'a geçtiğimizdeki kızgınlığı sanki oğulları bunu yapmış gibiydi. Babalarına nasıl bu bunu yaptılar gibi algıladı ama sonradan anladı.

- Oğuz bey ile Gırgır sonrasında bir anınız var mı?

Bir gün telefon çaldı Bebek'te ofisimdeydim. "Ergün ben Oğuz Abin. Bana bir işçi çocuk çiz, faksla yolla" dedi. Hemen çizip yolladım. Sonra telefon etti; "Hâlâ benden iyi çiziyorsun" dedi ve kapattı.

- Çizimlerinizden ötürü sizi arayanlar var mıydı?

Müşerref Tezcan kapağı hikâyesi var. Müşerref Tezcan, Gırgır'ı aradı, en yakın kişi telefonu açtı. Kendisini tanıttı "Ben Müşerref Tezcan. O kapağı kim çizdiyse elleri kırılsın" dedi ve telefonu kapattı. Ben de o esnada odadaydım.

- Gırgır için başka neler söylersiniz?

Orası kötü bir yerdi demiyorum. Tam tersine orası çok güçlü bir yerdi. Biz sadece evden kaçmak istedik.

Bir mizah efsanesi: GIRGIR

Yarın: Birol Bayram anlatıyor...

Yazarın Diğer Yazıları

Mevhibe Turay: Gırgır'ın satışında inanılmaz şeyler yaşandı, polislerle giriş-çıkış yasaklandı, hazırlanmış sayfalar basılsın diye camdan atıldı!

"O dönem üniversiteye giden arkadaşlarımız babalarının 4-5 katı maaş alıyorlardı. Oğuz Aral'a bu konuda hiç kimse haksızlık edemez. Sigortasızlık, Simavilerle ilgili artı bir de -daha yüksek bir para kazanabilme adına- tercihti. Hapishaneden karikatür gönderen arkadaşlara malzeme gönderirdik"

Kemal Gökhan Gürses: 12 yaşında çizmeye başladım, para ödemeleri heyecan vericiydi 

"Koşa koşa gidip kendime çizmeyi hep hayal ettiğim Schoeller marka kağıt ile iyi tarama ucu ve mürekkep aldım. Kalan parayla da yanlış hatırlamıyorsam bir kadife pantolon almıştım. Oğuz Abi bize her zaman iyi ödemeler yaptı..." 

Levent Cantek: 12 Eylül diktası yüzlerce insanı öldürdü, kaybetti, sürgün etti; Gırgır o rejimi gerçekten rahatsız etseydi yayımlanamazdı

"Gırgır'ın muhalifliği daha çok bulvar gazetelerini andırıyordu. Komik manşetleri olur o tür gazetelerin, içeride de vatandaşı kollayan ve hesap soran pahalılık haberleri. İşaret parmağını sallayan ve bağırarak 'yazan' köşe yazarları olur. Haldun Simavi gazeteleri nasılsa Gırgır da o kadar muhalif ve politikti"