08 Mart 2025
Jehan Barbur
Jehan Barbur’u sahnede dinlemek müthiş bir ayrıcalık. Müziğinde yalnızca melodiler ve sözler yok, insanı halden hale geçiren derin duygular var. Onun sahnesi, zamana karşı koyan, ruhu besleyen, her anında dinleyicisini kendi müzik evrenine taşıyan bir enerji yayıyor. Barbur, çok genç yaşlarda bağımsız bir sanatçı olarak kendi yolunu çizerken, konser endüstrisinin değişen dinamikleri ile de mücadele etti, organizasyonların kurallarına direndi ve en önemlisi, müziğini sahici tutmayı başardı.
Jehan Barbur, müzik kariyerinin başından bu yana bağımsız kalmayı seçmiş, sahnede olmanın bedellerini ve ödüllerini yakından bilen bir isim olarak dosyamızda yer aldı. Mekanların azalması, dinleyici alışkanlıklarının değişmesi, dijital çağın hızlı tüketim alışkanlıkları ve artan maliyetler, müzisyenler için konser vermeyi her zamankinden daha zorlu bir hale getirirken Barbur ile sahnenin felsefesini, müziğin ruhunu ve sanatçının içsel serüvenini konuştuk.
- Sahneye çıkma sürecin ve bu yolculuğun senin için anlamı nedir? İlk sahne deneyiminden başlayarak bugüne kadar nasıl bir değişim geçirdiğini anlatabilir misin?
İnsandan, sokaktan ve dostlardan beslenen biriyim. Sahne de bu beslenmenin bir parçası. Çocukluğumda tiyatrocu olmayı istiyordum ama sonra şarkı söylemeye başladım. Kendi şarkılarımı yazınca da onları anlatmak için sahneye çıkma şansım oldu. Öncesinde yıllarca pop-caz coverlar yaptım ve geçim kaynağım haline geldi. Sahnede olmayı sevdim çünkü bu, insanlarla doğrudan iletişim kurmanın bir yoluydu. Tabi kendi şarkılarım olunca bu iletişim daha da kıymetli bir noktaya geldi. İlk albümümü çıkardığım dönemde özgün müzik yapmak daha da zordu. O dönem cover yapma dönemi idi, yani pek kimse özgün şarkılarla ilgilenmiyordu. Ben de sahne almakta çok zorlandım. Ama inatçıyım sektöre hizmet etmek değil de insanlara hikayeler anlatmak istedim. Varlığımın bir amacı varsa onun peşine düşme amacım vardı. Bugüne kadar 2000’den fazla konser verdim. Bu benim için sadece bir kariyer değil, aynı zamanda bir tekamül yolculuğu idi.
- Sahnede kaçıncı yılın?
Şimdi 45 yaşındayım, 22 yaşımdan beri sahnedeyim. İki yıl sonra sahnede 25. yılım olacak. Ben aslında işin mutfağını seven bir insanım. Üretmeyi seviyorum. Bu süreçte sahnenin mutfağında da bulundum, organizasyon işlerinde de çalıştım. Bu bana, şarkıcıları ve sanatçıları nasıl yıpratabileceğini gösterdi. Duygusal olarak yoğun yaşayan bir insansan sürecin kırıcı olduğunu görüyorsun. Hele Türkiye’de insan olarak var olmak başlı başına bir mücadele. Sahneye çıkmak sadece müzik değil, bir varlık mücadelesi ama soğumuyorsun çünkü büyük bir aşk bu.
- Sahneye dair düşüncelerin neler?
Genç arkadaşlar gelip “Biz müzik yapıyoruz ne yapalım” dediklerinde “Ben bir öneride bulunamam ama hep aşkınızı ölçün” derim. Yani çok sevmeniz lazım, birini hatasıyla günahıyla sevmek gibi. Çünkü süreç sizi çok hırpalayacak ve kendinizden ödün vermenizi bekleyecek ve değer olgusunu çok sorgulamanıza sebep olacak. “Değerli miyim”, “Yaptığım şey gerçekten iyi mi” sorularını artık sormayı bıraktığınız bir noktaya gelip zaman zaman kibir sahibi bile olabileceksiniz. Çünkü çok güzel bir laftır “Türkiye’de hiçbir başarı cezasız kalmaz”. Bir şeyleri başardığınızı düşündüğünüzde karşılığında genelde daha böyle bir etraftan alkış değil de “Ne işin var burada” gibi yadırgayan gözler ile karşı karşıya kalıyorsunuz.
- İstanbul'da küçük bir bistro da başlayan bir hikaye senin sahne serüvenin…
Evet, Tünel’de geçitte küçük bir yerde söylüyordum. Mekanın sahibesi, kış günü soğuk bir havada bile duyan girsin diye kapı açık kalsın isterdi. Biz orada senelerce trio olarak çaldık. Bir kış çok soğuk havada kapının kapanmasını istediğimde bunu kabul etmeyerek “İçine yün atlet giy o zaman” demişti. Ben de arkasına sığınacağım bir ismim, bir ilişkim olmadığı için içime kalın şeyler giyerek devam etmiştim. Yıllarca orada çaldık.
- Bağımsız bir sanatçı olarak konser endüstrisinin sistematik talepleriyle nasıl bir denge kuruyorsun? Jehan Barbur formülü nedir?
İlk başlarda konserleri kendim ayarlıyordum. O zamanlarda menajerlik de yaptım, organizatörlük de. Üniversitelerde ve öğrencilerin yoğun olduğu yerlerde konserler vermeye başladım. Önce küçük barlarda sahne aldım, sonra açık hava konserlerine, organizasyonlara evrildi iş. Uzun yıllar konserlerin parasal boyutuna bakmadım. Ama artık çok seçiciyim. Çünkü mekan kalmadı, şehirlerin hafızası silindi. Eskiden sahne aldığımız mekanların raconları değişti. Bugün artık, bildiğim, yıllardır çalıştığım ve birbirimizi anladığımız mekanları seçiyorum. Bu da çok az sayıda yerle sınırlı. Şu anda sahnelerin çoğu pop, rap ve arabesk için açılıyor ve 1000 kişi üzeri seyirciye hitap ediyor. Daha küçük sahneler, dinleyicinin gerçekten müziğe değer verdiği yerler benim için kıymetli.
- Bu sürede ekibinle çalışmanı dinlemek isterim…
Ben 17 yıldır aynı ekiple çalışıyorum biz artık aileden öte olduk. Demek ki bir yerde davamız da denkleşti. Azmimiz ve birbirimize olan sevgimiz ile sahneden çok bir ömür paylaştık. Yollarda geçen bir ömürden bahsediyorum. Ölümler, hastalıklar, evlilikler, boşanmalar ya da eğlenceler her şeyi birlikte yaşadık. Benim problemim hep işin ticari tarafı ile oldu. Çünkü kendi meşrebimce yapmak istedim bu işi. Güzel bir sofra kurmak istedim. Her şekilde bir gusto yaratmak, öğrendiğim gustoyu ve bunu daha da zenginleştirmek istedim. Ben hep kendi dünyamdaki kurguyu bu yıl işimle hem hal etmek istedim. Ancak hep daha az aldığım ve daha çok vermek zorunda kaldığım bir türlü de o alışverişi sağlıklı beceremediğim bir yerde buldum kendimi.
- Ancak çok güzel bir yol aldın ve çok anlamlı bir dinleyici kitlen oldu…
Beni iki neslin benim müziğimle büyümüş olması mutlu etti. Bu güzel bir şey. “İlkokulda sizi dinliyorduk” diyerek gelen dinleyicilerim var. Sahnede kimse bugüne kadar hayal kırıklıkları yaşamadı zannederim. Sahnede yüzde 100 yüzünü veremesek de ona yakın bir yüzdeyi sahneye koymaya çalıştım. Hiçbir zaman lalettayin çalmadık güzel müzik çıkarmaya çalıştık. Örneğin çok nadiren cover aldım repertuvarıma.
- Müzik endüstrisinde bağımsız sanatçılar için meslek örgütleri ve telif hakları konularında neler düşünüyorsun?
Telif hakları geçmişe kıyasla daha sistemli ama hala reel bir karşılığı yok. Eskiden 1 TL alırken şimdi 10 TL alıyoruz ama şirketler üzerimizden çok daha fazlasını kazanıyor. Bağımsız müzisyenler için en büyük sorun, kendi üretimlerini ekonomik olarak yönetememeleri. Büyük şirketler her zaman sanatçının hakkından fazla alıyor. Sanatçılar örgütlenmeli mi? Evet, ama neye karşı? Hedefi belirlemeden örgütlenmek bir anlam ifade etmiyor. Sorun büyük yapım şirketleri mi? Yoksa sektördeki daha büyük sosyal dinamikler mi? Bugün müzik endüstrisi bir iktidar diline sahip. Bir sanatçının var olabilmesi için bu dile boyun eğmesi gerekiyor.
- Sence son yıllarda konser endüstrisi nasıl bir değişim geçirdi? Bunun sanatçılar üzerindeki etkileri neler oldu?
Değişimin ilk sinyallerini 2017’de görmeye başladım. Sonra pandemi süreciyle birlikte her şey hızlandı. Pandemi sırasında herkes “Bundan çok farklı çıkacağız” diyordu ama ben içten içe tam tersinin olacağını biliyordum. Hakikaten öyle oldu. Pandemi biter bitmez her şey değişti. İnsanın kendi ile yüzleşirken hesapça varlık sorgulaması sonucu bulduğu şeyler yerini bulmadı. Her şey daha gürültülü, hızlı ve içerik daha zayıf. Şimdi her şey sosyal medya videosu ve reels hızında yaşanıyor. İki gün önce duyup üzüldüğümüz bir haberi üçüncü gün biz de unutuyoruz.
- İzleyici değişti mi?
Konsere gelen seyirci bile bazen sanki bir sosyal medya videosu izliyormuş gibi, şarkının hemen bitmesini bekliyor. Eskiden insanlar müziği dinler, sahneyi izlerdi. Şimdi ise konserlerde daha çok telefon ekranlarına bakıyorlar. Sanata zaman tanımayan, bir şarkıyı hemen geçelim diyen bir seyirci kitlesi var artık. Ama yine de şarkıyı gerçekten hisseden, sanatı içselleştiren insanlar da var ve onlar için sahneye çıkıyorum. "Annenizin kalbi durdu" dediklerinde çorabımı çekiyordum sahneye çıkmak için ve çıktım. Çıkmak zorundasın bazen de.
- O zaman sektör de değişti...
Evet dolayısı ile sektör de değişti. Yani son dönemlerde çıkan o cümle “haksız rekabet” tartışmalarından bir umutlanmıştım hani haksız rekabetten bahsediyorlar ne enteresan diye ama bahsedilmesi ile susulması bir oldu. Bu arada bazı insanları tenzih ederek söylüyorum. Çünkü bir rekabet bile yok, yaratılmış bir birinci var ve onun etrafında kendini başarısız hissedip nedenini sorgulayan bir güruh var. Başka bir güruh da bununla barışmış yine sektörde var olmayı, yine sesini duyurmaya konserler verebileceği mekanlar bulmaya çalışan insanlar var.
- Sence değişir mi bu sistem? Belli bir realite de var ama çok iyi bir dinleyici ve onların talepleri de var…
Var ama az, yani yatırım yapılması gerekiyor. Yatırım yapan insanların da doğru seçimlerde bulunması gerekiyor. Evet bu sistem değişebilir. Biz ilk bu işe başladığımızda değiştiğine göre iyiye doğru bundan sonra da değişebilir. Öyle o kadar umutsuz değilim. İnsanlar bundan da sıkılabilir. Tekrar romantik ve daha ilkel bir döneme geçebiliriz.
- Bir konseri özel kılmak için en önemli şey ne? Mekan mı setlist mi yoksa seyirci mi?
Önce seyirci. Evet çünkü bizi de besleyen orası, beklentileri, saygıları ve seni dinlemeye geldiklerinde şarkılarla o kurdukları bağ. Kurdukları bağ çok önemli. Çünkü o şarkıyı duyduktan sonra hemen bizim öbürüne geçilsin diye bekleyen bir seyirci de var. Reels videosu tıklayıp geçmek gibi. Sabırlı, sanata zaman tanıyan, izlemekten keyif alan bu işi saygıyla yapan bir kitle. Mesela çok konuşan bir güruh karşısında şarkı söylemek çok zorken seni güzel dinleyen bir seyirci olduğu zaman sahnede işini yapan insan da daha çok canını kanını katıyor mevzuya. Oradaki alışverişin samimiyeti kıymetli.
YARIN: BKM’nin Uluslararası Etkinlikler Yöneticisi Zeynep Boyner ile konserlerin ekonomik ve politik dinamiklerini konuştuk...
Müzik endüstrisine iki bilet: Konserlerin perde arkasında neler yaşanıyor? Gökhan Tunçişler: Konser işinde yıllardır para aklanıyor, artık legalize hâle geldi! |
Diyarbakır’da yaşayan müzisyen Mehmet Atlı, Kürt sanatçıların sahneye çıkabilmek için yalnızca yeteneklerini sergilemelerinin yeterli olmadığını, aynı zamanda yasaklar, ekonomik engeller ve ötekileştirme ile de mücadele etmek zorunda kaldıklarını anlatıyor. “Büyük konserlere dahil edilmiyoruz, sektörde görünmeziz” diyen Atlı, Türkiye’de Kürt müziğinin müzik endüstrisindeki konumunu değerlendiriyor
Psikiyatrist Cengiz Arca ile konser deneyiminin bireyler ve toplum üzerindeki psikolojik ve sosyolojik etkilerini konuştuk. Müzik, sadece bir eğlence aracı mı, yoksa kolektif bir iyileşme ve dayanışma alanı mı?
Hammer Müzik’ten Haluk Ataklı ile konser organizasyonlarının geçmişten bugüne dönüşümünü, artan maliyetleri, rock sahnesinin geleceğini ve organizatörlerin karşılaştığı riskleri konuştuk. Ataklı durumu şöyle özetliyor: “Türkiye’de işler dünyadan farklı işliyor, sponsorluk zorlaştı. Büyük isimlerin kaşeleri akıl almaz seviyelere ulaştı. Ama asıl sorun bilet fiyatları değil, kötü giden ekonomi”
© Tüm hakları saklıdır.