Yaz bitti. Tuzlu saçlar, sitede saklambaçlar, yeşil ortancalar ve kocaman zeytin ağaçlarıyla doluydu bu yaz benim için. Okuyunca pek keyifli dursa da, diğer her şey gibi yaşarken binbir zorlukla doluydu. Beş yılın sonunda Türkiye'de geçirdiğim ilk Ağustos'tu bu. Sıcak ama çok sıcak günler oldu. Yakıcı sıcaklık sadece fiziksel değil ama zihinsel olarak da bazı günlerimi esir aldı. Şimdi Eylül'ü düşününce içimi Tam Zamanlı filmindeki gibi bir endişe kaplıyor.
2021 yapımı À Plein Temps / Tam Zamanlı filmi nefes sesiyle açılır, izlediniz mi? Uyumakta olan bir kadın göreceğimizden habersiz, sesin kaynağını anlamaya çalışırız en başta. Çünkü filmlerin kendi içinde bir gerçekliği vardır ve bizim gerçeğimize her zaman uymaz bu. Bir filmde o nefes alışverişi duymayı beklemeyiz, heyecanlı bir sahne izlemiyorsak eğer. Kadını yakın çekim görürüz. Ardından alarm çalar. Kapkaranlık bir eve uyanırız. Haberlerin sesi açıktır. Bir yandan evi toplamaya çalışan kadın, sıcak suyu kontrol eder ve çocuklarının kahvaltısını, kendi öğle yemeğini hazırlar. İki çocuğuyla karanlık sokağa çıkar ve çocuklarını bir eve bırakır. Koşmaya başlar. Daha hızlı, daha hızlı koşar ve sonunda perondaki trene binmeyi başaran son kişi olur. Trene her durakta yeni birileri biner. Yolculuk uzundur. Duraklar arasında şehri görürüz. Yavaş yavaş gün aydınlanır. Trendeki anons bize o andan itibaren trenlerin çalışmayacağını söyler. Kadın trenden inip otobüse biner. Paris'teki işine ulaşmıştır. Buraya kadar henüz bize konusu hakkında bir şey söylemiyor olsa da, bir otelde oda hizmetçiliği yapan kadının hayatının mükemmel yaptığı misafir odası yatakları ve pırıl pırıl temizlediği oda camları kadar parlak olmadığını anlamışızdır. Paris bir grev şehridir artık. Sadece evi ve işi arasında gidip gelmeye çalışan bu kadını anlatan film, olduğu haliyle neredeyse bir gerilim filmidir. Éric Gravel'in yönettiği ve Laure Calamy'nin başrolde yer aldığı yoğun ve sarsıcı bir Fransız drama filmini izleriz. Film, Paris'in banliyösünde yaşayan ve lüks bir otelde temizlik görevlisi olarak çalışan bekar anne Julie'nin hayatını gösterir bize. Ekonomi alanında yüksek lisans yapmış olmasına rağmen, Julie yeteneklerine uygun olmayan bir işte çalışmak zorunda kalır ve iş, çocuk bakımı ve daha iyi bir iş arayışı arasında zamanla ve Paris'le yarışır. Temposu ve her sahnede hissedilen gerilimi ile öne çıkan filmde Julie'nin hayatı bir mücadeledir. Yarış gibidir ama sonunda kazananı olamayacak bir yarış olur mu? Tam Zamanlı, modern yaşamın hızlı temposunun bireyler üzerindeki etkilerini gözler önüne sererken, izleyiciye hem kadınların iş ve aile hayatı arasında sıkışmışlıklarını, hem iş yaşamının hayatın her anını kapladığı kapkaranlık dünyayı anlatır. İşte Eylül ayı bana biraz da bu sebeple bu filmi hatırlatıyor.
Yazı insanlardan uzak, çoğunlukla kendi kendime ve yakın aile üyeleriyle geçirdim. Kalabalık olması muhtemel tatil günlerinde dışarı çıkmayacak kadar sessiz bir yazdı bu. Yaşadığım kayıpların acısı gürültülü olsa da, hayat sessizdi. Böyle bir sessizliğin ardından, okulların açılmaya yaklaşmasıyla büyük şehir hayatı başlayacak benim için. Tam Zamanında filmindeki gündelik hayat gerilimi etrafımı çepeçevre saracak. Umalım ki sonbahar sadece büyük şehrin ve siyasi gündemin zorluklarıyla değil ama umuduyla da gelsin.
Bir şeyin başlaması için bir şeyin bitmesi de gerekir. Yaz bitmeli ki, sonbahar başlasın. Bitmeden başlamaz. Bitmeden başlamayacağının en güzel örneklerinden biri Past Lives filmi. Filmin ana cümlesi "geride bırakmadan yeniden sahip olamazsın"ı kendime sık sık hatırlatıyorum.
Sevdiğimiz kişiyi neden severiz? Nedir ilişkimizi özel kılan, onunla geçirdiğimiz anların bizde bıraktığı iz mi yoksa bu anların hep sürecek olması ihtimali mi? Peki ilişki nedir? Hayatın eveti ve hayırı arasındaki mesafe ne kadardır? Çatallanan yollarda seçimleri farklı yapsaydık ne olurdu diye soran çok film var. Ama bunu sormaktansa, şimdiki yaşımıza gelmek için mutlaka ve iyi ve kötü seçimler yapmamız gerektiğini anlatanı az, Past Lives onlardan biri. Celine Song'un ilk uzun metraj, öz kurmaca filmi. Zihnimizde geçmişe döndüğümüz bir an, neden böyle yaptım dediğimiz o an bir bakıma Henry James'in Jollycorner'ı, işte aslında o anın ardından her şey güzel olacakmış gibi düşünürüz. Past Lives, biraz Wong Kar Wai, biraz Richard Linklater ama çokça Song. 2023 yapımı, Sundance Film Festivali'nde prömiyerini yaptığında da çok beğenilmişti. Çocuklukta birbirine âşık olan ancak yolları ayrılan iki insanın yıllar sonra tekrar karşılaşmasını konu alan film, Nora ve Hae Sung adlı iki karakterin etrafında dönüyor. Nora, küçük yaşta ailesiyle birlikte Güney Kore'den Kanada'ya taşınıyor ve çocukluk aşkı Hae Sung'dan ayrılıyor. Yıllar sonra, artık yetişkin olan bu iki eski arkadaş, birbirlerini tekrar buluyor ve bir hafta boyunca New York'ta bir araya geliyor. Past Lives, geçmiş aşkların ve kaçırılan fırsatların hayatlarımızı nasıl etkilediğini incelerken, aynı zamanda göçmenlik, kimlik ve zaman kavramları üzerine de derinlemesine bir meditasyon sunuyor. Bunu yaparken de arkasına bakmıyor.
Hayatta arkamıza bakmamız gereken yerleri iyi bilmeliyiz. Zaten o kadar çok şeyi iyi bilmeliyiz ki bu hayatta! Bu da onlardan biri. Arkaya bakarak yaşanmaz. Miss Havisham karakterini hatırladım. Charles Dickens'ın Büyük Umutlar (Great Expectations) romanında, Miss Havisham, düğün gününde terk edildikten sonra hayatını bu travmanın gölgesinde geçiren bir kadındı. Evindeki saatleri düğün gününde durmuş gibi tutmuş ve yıllarca aynı düğün elbisesini giymişti. Miss Havisham'ın geçmişe saplanıp kalması, hayatının durmasına ve mutsuz bir varoluşa sürüklenmesine neden olmuştu Gatsby gibi. Gatsby, geçmişte yaşadığı bir aşkın peşinden gitmekten asla vazgeçmemiş ve tüm hayatını bu aşkı yeniden canlandırmaya adamıştı. Ancak, bu saplantısı nihayetinde onun trajik sonunu hazırlardı. Sürekli olarak geçmişe bakarak yaşamak ve hayatını geçmişe göre şekillendirmek onu hayattan ve gerçeklikten koparmıştı, Past Lives bu anlamıyla bu anlatılardan ayrılıyor.
Oysa bugün yazacağım son film After Love geçmişe takılıp kalan değil, geçmişin sena bir kanca gibi takıldığı bir hikâyeyle başlıyor. 2020 yapımı bir İngiliz-Fransız filmi olan After Love'ı, Aleem Khan yazıp yönetti. Film, Joanna Scanlan'ın canlandırdığı Mary Hussain karakteri etrafında şekilleniyor. Mary, İngiltere'nin Dover kentinde yaşayan ve Pakistanlı kocası ile tanışınca Müslüman olmuş bir kadın. Filmin asıl hikâyesiyse, Mary'nin kocası Ahmed'in ani ölümünden sonra başlıyor ve onun, kocasının geçmişine dair bir sır keşfetmesiyle derinleşiyor. Bu cümleden sonra spoiler başlıyor çünkü anlatmamak olmaz. Ahmed işi sebebiyle sık sık karşı kıyıya gidiyor, Calais'e. Ölümünün ardından gelen bazı telefonlardan şüphelenen Mary, Calais'e gittiğinde Ahmed'in uzun yıllardır başka bir kadınla daha beraber olduğunu ve mutlu çiftin bir de çocukları olduğunu öğreniyor. Bu keşif, Mary'nin kimlik, inanç, aşk ve kayıp üzerine yaptığı içsel bir yolculuğunu tetikliyor. Geçmişin sırları ile ilgili başka filmler izlemek isterseniz The Secret in Their Eyes (2009), The Deep End of the Ocean (1999), Before and After (1996), Lantana (2001), The Door in the Floor (2004) filmlerini de önerebilirim. Böyle çokça kitap da var. Mesela Celeste Ng'nin Sana Anlatmadığım Her Şey, Meg Wolitzer'in henüz sanırım Türkçeye çevrilmemiş olan romanı The Wife, Liane Moriarty'nin neredeyse tüm okuduğum kitapları ve hatta bir kitabından uyarlanan dizi Big Little Lies, Fiano Barton'un Dul. Halının altına süpürülenler kadar, birbirimize anlatmadıklarımızla aramıza ördüğümüz görünmez duvarlar.
Hayatın doğal akışı içinde geçmişin yükleriyle nasıl başa çıkacağımızı öğrenmemiz gerekiyor. Geçmiş benim ve çok değerli, ancak sürekli olarak geriye bakarak yaşarsam, önümdeki yolları ve olasılıkları kaçırabilirim. İlerlemek zorunda değilim, ama kendi yolumda zikzaklar çizerek, bazen daireler çizerek ilerlesem de geriye bakarak devam edemem. Marcel Proust'un Kayıp Zamanın İzinde kitabında dediği gibi, "Geçmişimiz, anılarımızın bir araya gelmesinden oluşan bir hikâyedir, ancak geleceğe bakarak yaşamazsak, bu hikâyeyi sonsuza dek tekrarlamak zorunda kalırız."
After Love gibi filmler, geçmişin bazen kaçınılmaz olarak karşımıza çıktığını ve bu durumla başa çıkmanın yollarını bulmamız gerektiğini gösteriyor. Ancak, Past Lives gibi filmler, geçmiş seçimlerimizin bizi her zaman tek bir gerçeklikle tanımlamayacağını anlatıyor; hayatın sunduğu çoklu yollar ve olasılıklar her zaman var. Hayatın getirdiği zorluklar ve gerilimler karşısında, tıpkı Tam Zamanlı filmindeki Julie gibi, bazen sadece devam etmek, koşmak gerekebilir; bu, başlı başına bir başarıdır.
Sonbaharın getireceği değişiklikleri ve fırsatları karşılarken, geçmişi gerektiği kadar ardımızda bırakmayı ve geleceğe umutla bakmayı hatırlamakta fayda var. Yaz biter, sonbahar başlar; her bitiş, yeni bir başlangıcın habercisidir. William Faulkner'ın dediği gibi, "Geçmiş asla ölmüş değildir, geçmiş bile değildir," ama bu, onun bizi kontrol etmesine izin vermemiz gerektiği anlamına gelmez. Sonbaharın serin rüzgarları, tıpkı filmlerdeki gibi, yeni başlangıçların habercisi olabilir.
Aslı Kotaman kimdir?
Aslı Kotaman Universitaat Ruhr, CAIS entitüsüne bağlı olarak diziler, filmler, medya dolayımıyla hayatımıza giren tüm içerikler üzerine çalışıyor.
Kotaman, lisans ve yüksek lisansını gazetecilik, doktorasını ve doçentliğini sinema alanında tamamladı.
Sanatın Erkeksiz Tarihi, Zihin Koleksiyoncusu ve Açıkçası Canım Umurumda Değil deneme kitaplarının yazarı Kotaman'ın akademik olarak yayımladığı Türkçe ve İngilizce makale ve kitapları mevcuttur.
Gazete yazılarına ve sosyal medya üzerinden yaptığı yayınlara devam eden Kotaman'ın çalışma alanları içersinde diziler, film eleştirileri, feminist yazın, temsil, bakış alanları bulunuyor.
|