20 Aralık 2024

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

MUFASA- ASLAN KRAL

X  X  X

Yönetmen: Barry Jenkins
Senaryo: Jeff Nathanson (Linda Woolverton, İrene Mecchi, Jonathan Roberts’in karakterleri üzerine)
Görüntü: James Laxton
Müzik: Dave Metzger

Disney yapımı, 2024

Bu kendine özgü film, evet, bir Walt Disney yapımı... Aslında tümüyle canlandırma (animasyon) olan filmleri artık pek tutmuyorum. Bunlar daha çok genç kuşaklara sesleniyor diyerek... Bu nedenle filmin basın gösterimine gitmekte duraksadım. Ama iyi ki gitmişim. Öncelikle meslektaşlarımın çokluğuna bakarak... Sanki duyan gelmişti! Sonra da elbette filmin kendisi nedeniyle... İşte temel izlenimlerim.

Film James Earl Jones’u anarak başlıyor. Tanımıyordum ama önemli bir oyuncu ve seslendirmeciymiş, yeni ölmüş. Film bizi yepyeni bir dünyaya atıyor, sadece hayvanların varolduğu… Bu hayvanlar konuşuyor, hem de kusursuz bir İngilizceyle… (Elbette filmin zengin dublaj kadrosu sayesinde.) Bu alemde olmayan hayvan yok!.. Elbette öncelik aslanlarda, filmin öz kahramanları... Ama düşünülebilecek bütün türler de var: Kaplan, geyik, gergedan, fil, zürafa... Timsah, antilop, maymun, kurt, kertenkele... Kargadan papağana ve kartala türlü-çeşitli kuşlar... Öküz ve inekler... Kelebekten arıya uçanlar... Belki sadece kedi-köpek dışında... Derken, birden bir ‘misk kedisi’ çıkmaz mı? İşte böyle bir şey...

Ama ön planda tüm masallarda da olduğu gibi, aslan büyük payı almış. Önce gençliğini tanıdığımız Mufasa, o çağında babası sayesinde beladan kurtuluyor ve giderek büyüyor (her açıdan…) Böylece her şeyin de önüne geçiyor. O artık ‘majesteleri’dir, o hitabı bekler. Ama yanılmayın: Kimi daha küçükler de oyuna dalar. Öncelikle maymunlar... Ki filmde biraz karikatürize edilmişler. Ama o ‘Babunlar Meclisi’ yine de büyük önem taşır. Liderleri Rafiki’nin (bizim Refik olmalı!) önemli katkısıyla...

Ve bu hayvanların marifetleri bitmez-tükenmez. Birlikte veya düet olarak şarkılar söyler, filmde sürekli çalan müziğe bunu da katarlar. Arada gayet ritmik bir ‘hayvanlar korosu’ duyulur, Hakuna Mufasa esprisi yapılır, ‘defol buradan, bay bay’ diye şarkı söylenir.

Ama aralarında sadece bir dostluk var sanmayın... Bu hayvanlar aleminde elbette şiddet de vardır. Zaman zaman baş gösteren... Ve örneğin iki aslanı bile tam anlamıyla düşman haline getiren...

Belki asıl önemli olan şudur: Bu canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar. Elbette modern teknolojinin katkılarını da unutmadan...

Filmin içinde yer yer oturaklı, cafcaflı, Antik Yunan mitolojisini yansıtan laflar edilir. Ya da modern büyük laflar. “Her varlığın Yaşam Döngüsü’nde yeri vardır”; “Hile büyük kralların maşasıdır” ya da finaldeki değişimden sonra “Artık kral yok. Hepimiz varız” gibi... En önemli diğer şey de doğanın filmdeki yeridir. O güzelim doğa, bazen en vahşi haline dönüşür. Ve seyirci animasyonu unutup gerçek doğayı izlediği hissine kapılır. Kardan yağmura, güneşten fırtınaya, çöken bir tepeden isyan eden bir denize...

Ve sonunda umutla beklenen Milele geliyor. Burası o ürkünç alemin belki en sakin yöresidir. Sanki bir vaad edilmiş cennet... Ve film bu Yeni Dünya’da sanki bir ‘happy end’le sonlanıyor. Hayvanlar Alemi’nin büyük bayramı olarak...

Filmi izlerken kendi kendime şu soruyu da sordum: Acaba bu tür bir film, yani bir animasyon, nasıl yapılır? Önce tüm konuşmalar kaydedilip, sonra mı bunlar o anime varlıkların ağzına yerleştirilir? Yoksa daha çok tersi mi yapılır? Lütfen bir düşünün; bence bu ve bu tür filmlerin yapım serüvenine ilgi duyuyorsanız...

Filmin kusurlarına gelince... Başlıcası aşırı uzunluğu. Özellikle genç kuşaklara seslenen böyle bir film için iki saat çok geliyor. Elbette sinemalarda -basın gösteriminin tersine- ara veriliyor. Ama yine de biraz daha toparlayıcı olabilirdi diyorum.    

Ve son olarak filme seslerini veren ve burada hepsini vermemiz olanaksız olan sanatçıları da kutluyorum. Birkaç ad vermek gerekirse: Mads Mikkelsen, Seth Rogen, Tiffany Boone, Beyonce, Thandine Newton, Donald Glover vs. Ayrıca filme teknisyen olarak katılanlara şöyle bir baktım. Birkaç bin isim var, küçük bir ordu... Umarım ve sanırım ki geliri bütçesini karşılar.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

"
"