28 Şubat 2025

Holocaust’un izlerini en yumuşak, ama en acı biçimde anlatmak

Hepimiz değilse de bir bölümümüz Avrupa seyahatlerinde eski toplama kamplarını görmüştür. "Gerçek Acı" filminin belki en ilginç yanı, o korkunç manzaraları hiç göstermeden, bizlere acısını duyurmayı başarmasıdır

GERÇEK ACI     

X  X  X  1/2

(A Real Pain)

Yönetim ve senaryo: Jesse Eisenberg
Görüntü: Michael Dymek
Oyuncular: Kieren Culkin, Jesse Eisenberg, Olhan Bosoreg, Bannel Eisenberg, Olha Bosova, Will Sharpe, Daniel Oreskes, Jakub Gassowski, Liza Sadoy, Jennifer Gray

Searchlight Pictures (İngiliz) filmi, 2025

Zengin bir haftanın bir diğer şaşırtıcı filmi... İki gencin Polonya’ya gelerek bu büyüleyici ülkede (beni büyülemişti) geçmişlerine dönük bir büyük ve duygusal araştırmaya girişmeleri.

Evet, David Kaplan ve Benji Kaplan iki Amerikan Yahudisi ve iki yeğendirler. Büyük anneleri onlara bıraktığı vasiyette, ikinci savaşta -tüm Yahudiler gibi- büyük azap çekmiş bu ülkeyi görmelerini istemiştir. Aslında uzun zamandır ABD-New York’ta yaşayan iki yeğen, sürekli online mesajlaşırlar ve sonunda Polonya’da buluşmaya karar verirler. Ve ülkenin başkenti Warsaw-Varşova’da, Heritage otelinde bir araya gelirler. (Heritage sözcüğünün yine miras anlamına gelmesi de anlamlıdır.)

İki yeğen dünya savaşının o büyük kıyımının, yani Holocaust’un izlerini taşırlar. Ruhsal, psikolojik ve siyasal açılardan... Ama o durumda başka birçok aile vardır: Büyüklerini soykırımda yitirmiş... Oluşturulan küçük gurup James adlı İngilizce konuşan rehberle yola çıkarlar. Hepsi Yahudi’dirler, içlerindeki tek siyahi bile… Bir önceki kuşaklarını yitirmiş bu değişik yaşlardaki insanlar, görkemli bir Varşova gezisi yaşarlar, bize de yaşatırlar. O ‘geto’ günleri, o anısı bile bizleri ürperten toplama kampları... Tam anlamıyla aralarına karışmış Leh ırkı.

Ve kentteki meydanları dolduran devasa heykeller, büstler... Geto anıtları, o görkemli Grodrka Kapısı...Yahudi mahallesi, eski sinagoglar, 1540’lardan kalma Yahudi mezarları... Bir yerde dendiği gibi bir ‘Anka Kuşu şehri.’ Ayrıca kutlanan Şabat Bayramı... Ama, başta iki yeğen olmak üzere sürekli konuşup duran gurubun çoğu zaman bunlara göz bile atmadan geçip gitmeleri, biz seyircileri öfkelendirir!

Ve gezi James’in rehberliğinde sürer gider. Ülkenin geri kalan (daha çok kuzey) bölgesine trenle gidilir. Öylesine bir gezidir ki bu, sanki turizmin bir yandan dramatik, öte yandan karikatürleştirilmiş hali gibidir! Çok tipik Yahudi kasabası Krasnik’e de uğranır.

Böylece film bir yandan bize Yahudi ırkın en sevimli, esprili, alaycı yanını gösterir. Ama öte yandan, özellikle genç jenerasyonun ağzından hiç düşürmediği o küfürbazlığı… Hele o ‘fucking’ sözcüğü... Özellikle kavgayı bir türlü bitiremeyen David Kaplan ve Benji Kaplan yeğenlerin ağzından düşmez! Elbette bunu sadece genç Yahudilere özgü sayacak değiliz!

Elbette hepimiz değilse de bir bölümümüz Avrupa seyahatlerinde eski toplama kamplarını görmüştür. Bu filmin belki en ilginç yanı, o korkunç manzaraları hiç göstermeden, bizlere acısını duyurmayı başarmasıdır. Hem de belli bir komedi dozunu da yakalayarak...

Finaldeki büyükannenin evini ziyaret, kapıya konan iki küçücük taşın komşuyu öylesine tedirgin etmesi gibi sahneler dramla komedi arasında gidip gelir. Yeğenlerde Kieren Culkin ve Jesse Eisenberg, oyunlarıyla bizi büyülerler. Ayrıca David’i oynayan Jesse’nin filmin yönetme işini de başarıyla yürüttüğünü hatırlatayım.

Ve son bir not: Filmin müziğinde sık sık kulağı okşayan nağmeler var. Dikkat ettiyseniz, filmin müziğinin altında belli bir imza yok. Bunu elbette yine bir Polonyalı olan Chopin’e borçluyuz. Ve filmin hemen tümü onun kattığı ebedi romantizmden yararlanıyor

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir diktatörlükte yaşanmış iç burucu gerçek dramlar

Eunice tutuklanır, en zalim biçimde sorgulanır. Aynı şey sadık hizmetçileri Zeze, hatta sevimli köpekleri Dimpao’nun bile başına gelir; hayvancık ezilir gider... Ve sonunda Eunice, kimi itirazlara rağmen, Sao Paolo’ya göç etmeye karar verir. Artık yol iyice gözükmüştür

Kanada’da çeşitli kültürlerin ve dillerin buluşması

"Evrensel Dil", içerdiği mizah duygusu filme neredeyse bir tutam gerçek-üstücülük bile kazandırıyor. Bu çok değişik filme nasıl ve hangi çerçeveden bakacağınıza bağlı... Kendi adıma hayli özgün buldum

Deniz dibinde yaşama tutunma savaşımı

'Son Bir Nefes'in gerçeklikle sağlıklı ilişkisi bir yana, film yer yer tam bir aksiyona dönüşüyor. Bu da doğrusu filmin bir ‘tür filmi’ olarak çok önemli bulunmasını engelliyor olabilir. Ancak bir göz atmaya değer bir yapım...

"
"