06 Eylül 2024

Komediyle dehşeti, fantastikle gerçekçiliği birleştiren özel bir film

Eğer bu film de umulan işi yaparsa, üçüncü filmin adı da üçlenecek ve Beterböcek- Beterböcek- Beterböcek olacak. Kim bilir!

BETERBÖCEK BETERBÖCEK

X X X ½

(Beetlejuice Beetlejuice)

Yönetmen: Tim Burton
Senaryo: Alfred Gough, Miles Millar
Görüntü: Haris Zambarloukos 
Müzik: Dany Elfman
Oyuncular: Michael Keaton, Winona Ryder, Catherine O'Hara, Jenna Ortega, Justin Theroux, Willem Dafoe, Monica Bellucci, Arthur Conti, Danny DeVito, Santiago Cabrera

Warner Bros filmi, 2024

Son Venedik Film Festivali'nde açılış filmi olarak sunularak büyük ilgi gören bu film, sıcağı sıcağına bize geliyor. Ve bir yandan Hollywood'un eski mallarını silkeleyip karşımıza çıkarmasının görece küçümsemesini, öte yandan özlediğimiz onca oyuncuyu yeniden bulmanın keyfini yaşıyoruz. Hayli karışık biçimde!...

Film kendine göre bir sanatçı olan Tim Burton'un 1988 yılında çevirdiği ve komediyle dehşeti en özgün biçimde birleştiren aynı adlı klasik filmine dönüş yapıyor. O film, çok özetle Adam ve Barbara adlı bir çiftin hikâyesini anlatıyordu. Normal bir çift. Şu farkla ki, ikisi de ölmüş!... Ama öbür dünyaya gidemeden; Araf'ta kalıyorlar. Yaşadıkları eve özenle bakarken, birden "hayatta olan" Deetz ailesi oraya taşınıyor. Adam-Barbara çifti onları ürkütüp kovmaya çalışıyor, ama sonunda tüm kasabanın ilgisini topluyorlar. Tek çareleri Beetlejuice (Beterböcek) denen yaratığı yardıma çağırmaktır!...

İşte böylesine basit ve sade bir hikâye!... Ama doğrusu fantastiğin zirvesi ve kendine özgü bir kara-komedinin de unutulmamış örneklerinden... İlk filmde roller Alec Baldwin ve Geena Davis ikilisindeydi. Ki o ikili bu filmde yok. Ama başkaları yine var. Michael Keaton, Catherine O'Hara ve özellikle Winona Ryder... Doğrusu o filmi notlarımdan bulamadım. Ama bunu az beğenmedim: kimi olası itirazlarıma karşın... Ve hemen söyleyeyim: Her yaştan seyirciye de tavsiye ederim.

Milliyet-Sanat dergisinde Burçin S. Yalçın arkadaşımın çok güzel ifade ettiği gibi (Bu arada aynı sayıda bendenizin de geleneksel Sinemanın Hazineleri köşemde Sir Alexandre Korda'nın yönettiği, Laurence Olivier ve Vivien Leigh'in oynadıkları Lady Hamilton filmini yazdığımı belirteyim.) Evet, Tim Burton sonradan Batman, Ed Wood, Charlie ve Çikolata Fabrikası gibi ilginç filmler imzaladı. Ama demek bu hikâyeye dönmek için tam 36 yıl beklemesi gerekiyormuş.

Bu kez adını çiftleyen, yani Beetlejuice - Beetlejuice (Beterböcek - Beterböcek) yapan bu 20. filminde, Tim Burton doğrusu iyi çabalamış. Öbür filmin gencecik kızı Lydia (daha olgunlaşmış olarak Winona Ryder, ve filmin en iyi oyuncusu o), üvey annesi Delia ile Winter River'a dönüyor. Bu kez yanında yepyeni bir kişi vardır: genç kızı Astrid. Onun yaptığı işler de ortalığı karıştırmayı başarıyor.

Filme yeni kişilikler de eklenmiş. Ama ne iyi olmuş!... Daha ilk başlarda unutulmaz Monica Bellucci'nin tüm -olgunlaşmış- güzelliğiyle temsil ettiği Delores hanımı tanıyoruz. Vaktiyle Beterböcek'in gönlünü çalmış, şimdiyse tam bir vamp'a dönüşmüş bir kadın. Ayrıca suratını makasla neredeyse kesip biçebilen, kötücülüklere balıklama dalabilen... Tam oı arada bir konuk oyuncu da şöyle bir geçiyor: Danny de Vito'nun oynadığı Janitor... O da kafası hemen ezilip yok olan bir zavallı figüran olmuş!...

Ama asıl ilişkiler sürüyor. Ve film giderek tuhaflıklar kadar zenginlikler de kazanıyor. Gerçek oyuncuların yanı sıra canlandırma (animasyon) tekniğinin de kullanılması bunlardan biri. Masal atmosferiyle kimi karakterler için gerçekçiliğin karışımı da hoş... Bu arada ünlü olay, kişi ve eserlere şöyle bir değiniliyor: Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sı, Harry Belafonte'nin Day-O, Bee Gees'in Tragedy klasik şarkıları... Ya da geçerken Netflix'i anma gibi. Özel ayrıntılar!

Ama asıl kişilere gelelim. O küçücük kafalı orduyu bir yana koyarak!... Filmin gerçekten unutulmaz sahneleri var. Fantastik veya gerçekçi. O doğum sahnesi... Garda, trende ya da havadaki çılgın danslar... Kilisedeki müzikli buluşma... Bu arada genç Astrid'in sempatik delikanlı Jeremy'ye tutulması. Ama o da bir hayalet-adam çıkmasın mı? Ve genç kızı o kötü niyetleri için kullanmış olmasın mı?...

Sonuç olarak hayli keyifli bir film bu... Filmde dendiği gibi "Bir ruh treni... Öteki yana gidebilen..." Oyunculara gelince... Arada Michael Keaton'un Beterböcek, Jenna Ortega'nın Astrid, Catherine O'Hara'nın anne Delia, Willem Dafoe'nin haşin polis Wolf rollerindeki oyunları gayet iyi. Ama doğrusu Winona Ryder'ın bunca yıl sonra yeniden döndüğü Lydia karakterindeki başarısı unutulmaz. Tüm sahnelerinde seyirciyi perdeye bağlayan bir oyun... Ayrıca görüntülerde Haris Zambarloukos, müzikteyse Dany Elfman gibi ustaların çabasını anmak gerek.

Böylece şu da anlaşılıyor: Eğer bu film de umulan işi yaparsa, üçüncü filmin adı da üçlenecek ve Beterböcek- Beterböcek- Beterböcek olacak. Kim bilir!


Not: Bu hafta Türk sinemasından iki klasik film de gösterime çıkıyor: Eşkıya ve Her Şey Çok Güzel Olacak. İkisi de gerçekten çok iyi filmler. Sinemamızı sevenlere içtenlikle tavsiye ederim.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

 

Yazarın Diğer Yazıları

Safiyetle şeytanlığın bir tür savaşımı

Film; aynı kültürden, Anglo-Saxon kültüründen gelseler de iki ailenin nasıl alabildiğine zıt olabileceğini gösterir

Çok tartışmalı ama o kadar da özgün bir film

Filmin ana teması bence ana-kız ilişkisi sayılmalı. Öylesine bir bağlılık var ki aralarında... O umutsuz biçimde hasta, çokluk koltuğundan kalkamayan, ‘benim kurbağam’ diye seslendiği kızını iyileştirmek, anne için hayatın tek gayesi olmuş

Bu yılki yaz okumalarımdan seçmeler (3) ve Genco Erkal

Eskiler olsa “İnşallah başlarına Genco kadar taş düşsün!” derlerdi. Ben de öyle mi yapsam? Aklımdan çok daha ağır şeyler söylemek geçse de!.. Ne diyeyim, umarım şu garabet dünyada herkes layığını bulur...

"
"