Hayır, Sezen Aksu’ya yönelen saldırılar üstüne yazmayacağım. O cevabını verdi. Argo bir deyimle fena oturttu. Daha iyisini, daha etkilisini beceremem.
Yani Sezen Aksu’yu geçeceğim.
Sedef Kabaş üstüne de yazmayacağım.
Ona tutuklama kararı veren avukatlıkta dikiş tutturamadığı için memur maaşına geçmiş kıdemsiz sulh ceza yargıcının verdiği tutuklama kararının yargı usulüne göre yok hükmünde olmasını ele alıp tartışmaya “değmez” çünkü umursanmayacaktır. Unutmayın ki aynı kıdemsiz yargıç, Osman Kavala için icat edilen “casusluk” suçunu gerekçe kılıp tutuklama kararı veren kişidir.
Ne diyeyim? İnşaallah bu belalı meslekte beni o yargıcın karşısına dikecek bir savcı çıkmaz.
Keza kadın katillerinin “tutuksuz yargılanmak üzere” serbest bırakıldığı ayıplı bir yargı mantığının egemen olduğu bu ülkede Kabaş’ın evinden gece yarısı polislerce alınıp, hızla kurulan ”polis – savcı – yargıç” zincirinin ardından tutuklanıp hapse konulması üstüne de söylenecek sözüm yok. “AKP yargısıdır ne yapsa hukuk dışıdır” deyip geçeceğim.
Siyasal İslamın kitabında devlet başkanlarına imam dendiğini kabullenip, mimbere çıkıp dil koparan biri ile de tartışmanın anlamı yok. Yargıtay 4. Dairesi’nin 2018’de “Dilini koparırım demek bir tehdittir ve yasalarımıza göre suçtur” yollu kararını hatırlatmayı da anlamlı bulmuyorum. Cevap açıkça söylenmese de belli “Yargıtay da kim oluyormuş be” denecektir ve o zat bildiğini okumaya devam edecektir.
* * *
İstanbul’a yağan ve bu yazı yazılırken yağmakta olan kar üstüne yazacağım.
Bir kere “Anadolu’da kardan yollar kapandığında iki satırla geçiştirip İstanbul’a kar düşünce felaket tellallığı yapanlar” diye başlayan o saçma medya eleştirisi umurumda değil. İstanbul Türkiye’nin beşte biridir. Eh, bir ülke halkının beşte birinin yaşadığı bir koca kente kar yağması haber değeri taşır.
Bugüne kadar doğrudan yönettiğim ya da sözümün etkili olduğu hiç bir gazetede “İstanbul’a kar yağdı ve çocuklar karın keyfini çıkarıyorlar” gibi bir başlıkla herhangi bir haber yayınlanmadı. Gözümden kaçmadıysa mutlaka engelledim.
İstanbul gibi bir kentte yaşayanların toprakla bağı kopmuştur. Ne sebze dikecek bir bahçeleri vardır, ne arpa, buğday, çavdar ekip ekmeklik unlarını kendileri üretebilirler, ne de yakacak çalı çırpı, ağaç dalı bulup sobalarını yakıp ısınabilirler. Büyük kentte kar yoksulların tepesine çöken bir azaptır. Sokakta mendil satarken görüp acıdığımız küçücük çocuklar nasıl bir evde oturuyorlardır ve kar yağınca nasıl ısınıyorlardır dersiniz ?
Çok yazdım. O yüzden bilenleriniz vardır. Bir Ege çocuğuyum. Kar benim için doğup büyüdüğüm Ödemiş’in kuzeyinde Bozdağ’ın tepesini, karakış bastırdıysa yamaçların da kaplayan çok uzaklardaki beyaz bir örtüdür.
İlkokula başladığımda benim de bir kitabım, alfabem oldu. Orada el boyaması renkli bir resimde kalın kazaklar kuşanmış, boyunlarını kalın yün atkılarla sarmış, başlarına renkli yün bereler, ellerine yün eldivenler geçirmiş, kartopu oynayan, kızakla kayan sevinç içinde gülüşen kızlı oğlanlı çocuklar görülür. Herhalde şimdiki alfabelerde de benzer resimler ya da fotoğraflar vardır.
Çocuğum ya, anneme sokuldum, “Anne bizim buraya neden kar yağmıyor? Biz niye kartopu oynayamıyoruz” diye sordum.
Adalet Hanım gök mavisi gözlerini kırpıştırıp gülümsedi ve duraksamadan oğulcuğuna cevap verdi:
-Buna sevinmelisin.
-Niye?
- Tabii. Burada biraz soğuk olunca...
- Sobayı yakıyoruz.
- Evet sobamız var. Onda yakacak zeytin, kestane dallarından kesilmiş odunumuz var. Peki senin sınıf arkadaşın Tuncay’lar ne yapacak? Oyun oynadığınız alt sokakta oturan Bori’ler ne yapacak? Onlar yoksul, odun alacak paraları yoktur. Evleri yıkıldı yıkılacak gibi. Soğuk olursa, kar yağarsa ne yaparlar onlar? Sana yeni kazak ördüm, eski kazağını da sıra arkadaşın Klara’ya verdik Annesi ne kadar sevindi hatırlıyor musun? Kazağı bile olmayan çok çocuk var bizim burada. İyi ki bizde çok soğuk olmuyor, iyi ki buraya kar yağmıyor.
Sustum.
Adalet Hanım yumuşacık, masal anlatır gibi devam etti. “Vuuuuuuv” diye esen soğuk rüzgarda kar tozarken çok üşüyen küçük ayıcıktan, minik kurttan, bebek tilkiden, Çoban Dede’den söz eden kendi uydurduğu bir masala geçti.
* * *
O gün bugün yağan kar bana mutluluk vermez. Yedek subaylığımı Kasım’da yağan, Mayıs’a kadar kalkmayan karlar beldesinde, Dersim ile Bayburt’u ayıran dağlarda, 1800 metre yüksekteki Karakulak bucağında yaptım. Kar bana orada da hep Ödemiş’te Tuncay’ı, Bori’yi, Klara’yı ve Karakulak’ta yakacak tezeği bile olmayan Kör Arif’in zekâ küpü oğullarını hatırlattı. Bir de Adalet Hanım'ın küçük ayıcığını, minik kurdunu, bebek tilkisini...
* * *
İstanbul’a kar yağıyor. Penceremden tozutan karı seyrediyorum. Evde kalorifer iyice yanıyor. Kapı, pencere muhkem; soğuk sızmıyor.
Ve ben üşüyorum...