Sokak röportajındaki ifadeleri nedeniyle tutuklanan Dilruba Y.
Günlerdir sosyal medyada -tek tük de olsa- Dilruba konulu postlar bir yanıp bir sönüp, bir görünüp bir kayboluyor. Bu paylaşımlar sadece bir durum, bir olay, bir istem, bir tepkiden mi besleniyor?
Değil gibi gözüküyor…
Zira oldukça yoğunluklu bir sorunun altına gizlenen bir durum var ki ortada, yanıtlanması gerekiyor.
Öncelikle paylaşımların ana teması ve sorusu şu: "Dilruba'nın suçu ne?"
Bu soru, suç ve ceza kavramıyla ilgili kulaktan duyduğumuz, okuduğumuz, bildiğimiz tüm kavramları, gözlemleri ve deneyimleri yeniden gözden geçirmemizi istiyor bizden.
Şimdi tekrar başa dönersek; röportajın neden olduğu sonuç platformlarda dönmeden önce, tırnak içinde suç teşkil etmeyen bir sokak röportajı olarak görüntü şeritlerinden akıp gidecek, izleyici kitle, kendi duygu ve düşüncelerini de dile getirmiş olan kişinin etkisiyle bir süreliğine de olsa rahatlayıp, sonra başka görüntülü röportajlara doğru -biraz daha rahatlamak için- yol alacaktı.
İzleyici kitle derken, toplumu kastediyoruz elbette. Şimdi toplum nedir, nasıl oluşur? gibi soruların zihinleri tırmaladığını duyar gibi oluyor insan. Toplumun ne olduğuna yönelik derinlikli araştırmalar yapmaya gerek yok! Ne olduğuyla ilgili bilimsel anlamda kabullenilmiş bir tanıma sahip zaten. Yani bu bağlamda toplum, "onu oluşturan canlıların basit bir toplamından ziyade, farklı biçimler ve özellikler gösterip özgün olan ve nesnel yasalar gereğince insanların maddi üretim içindeki gündelik hayat faaliyetleriyle ve sınıfsal savaşımıyla değiştirilen ve gelişen ilişkilerden oluşan sisteme" deniyor.
Dilruba'nın şu an tutuklanmasına neden olan söylemleri tümüyle bizim de parçası olduğumuz toplumun düşüncelerini seslendirmekle ilgili olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz buradan.
Kaldı ki, Dilruba'dan önce de, onun tutukluluğunun yaklaşık iki haftayı bulan süreci kapsamında da, bu toplumun birçok üyesi -bir mağdur olarak- aynı kelimelerle olmasa da aynı özü taşıyan farklı sözcük ya da imalarla yönetenlerin kaderleri üzerindeki rolünü eleştirmişlerdir ve eleştirmeye de devam edeceklerdir.
Bu arada, hiçbir mağdurun da öfkesini dile getirirken canım, cicim demeyeceğini herkes başta kendinden bilirken, sokaktaki insanların sözcükleri "bu hakaret içeriyor, bu şuna ters ya da…" diyerek onlar üzerinde katı yaptırımlar uygulayarak kesilir mi?
Kesilemiyor ne yazık ki!
Kesilemiyor çünkü kimse laf olsun, geyik dönsün diye konuşmadığı gibi "hakaret" olarak nitelendirilen sözcüklerle de acıyan yerlerini gösteriyor!
Öte yandan bir toplumun kaderini yazanlar, muhataplarının hoşnutsuzluklarını dile getirmelerine müsaade etsinler bir zahmet.
Ama konumuz bu değil, aslında konumuz bu, ama etrafında dönüyor. Asıl konu zaten insanlık tarihi var olduğundan beri güçlüyle güçsüzün cebelleşmesi. Yani öyle ki, insanlık tarihi bu mücadelede demokrasi denen bir hareket alanı yarattı ve bir nebze de olsa güçlüler karşısında kendini korumaya aldı.
Hukukun evrenselliği, insan hakları, adalet… bir kavramlar silsilesinden ibaret mi görünüyor yoksa!
Ne kadar görmezlikten gelinse, üzeri çizilse de bu kavramlar gerçek anlamda ezilenlerin yüzyılları kapsayan canından, kanından, gözyaşından terinden doğmuş kutsal kavramlardır ve dokunanı da çarpar!
Yine başa dönersek, soysal platformlarda iki kareli bir video izliyoruz günlerdir ve bir de paylaşılan postlar. Bu videonun ilk karesinde genç bir kadın kendine has sözcüklerle mağduriyet ve öfkesini dile getiriyor.
İkinci karede ise kendini cezaevinde buluyor.
Bu ikinci karedeki Dilruba'nın neler yaşadığını göremiyoruz ama öncelikle kendini çok yalnız hissettiğini tahmin edebiliyoruz.
Hem çoğunluğun hislerini ve düşüncelerini dile getirip hem de o çoğunluk tarafından yalnız bırakılmak berbat bir his olsa gerek.
İçinde duygusal tepkiyi de barındıran sözcüklerle düşüncelerini dile getiren sıradan bir insana bütün bunlar reva mı?
Sahiden de, Dilruba'nın suçu ne?