AKP bundan 19 yıl önce iktidara gelirken en büyük desteği Anadolu’nun dört bir yanındaki sanayi merkezlerinde yükselen şirketlerden, o dönemdeki adlandırmayla “Anadolu Kaplanları”ndan almıştı.
Karl Marx’a göre iktidar mücadelesi farklı sınıfların yönetimi ele geçirip kendi çıkarlarına göre dizayn etme çabasından başka bir şey değildir. Sınıflar bunun için kendi aralarında ittifaklar kurarlar. Yeri gelir büyük burjuvaziyi düzenli bir işi olmayanların oluşturduğu “lümpen” proleterya veya köylülerle ittifak içinde görürüz, yeri gelir işçiler küçük burjuvazi ile el ele verir...
Marx’ın yazıları 19. yüzyıl dünyasını, o dünyanın da küçük bir parçası olan orta ve batı Avrupa’da olan biteni anlatıyordu. Bununla birlikte siyasete farklı sınıfların iktidar mücadelesi olarak bakmak, o gün olduğu gibi bugün de “büyük resmi” anlamak için elverişli bir çerçeve sunuyor.
AKP, 2002’de iktidara şehirlerin çeperlerinde yaşayan yoksulların yanı sıra Anadolu kaplanlarının desteğiyle geldi. Türkiye 1980’lerde dış pazarlara açılmış, başta tekstil olmak üzere birçok sektörde Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki organize sanayi bölgelerinden dünyaya ihracat yapan binlerce şirket doğmuştu. Denizli havlu, Gaziantep halı üretiminde dünya ticaretine yön veren merkezlerden biri haline geldi.
Anadolu kaplanlarının dünyada borusu ötüyordu ama Ankara’da sözlerini dinletemiyorlardı. 1990’larda Türkiye’yi yöneten merkez sağ partiler ile İstanbul’daki büyük şirketler, yani büyük burjuvazi arasında on yıllara dayanan güçlü bağlar vardı. Yasalar büyük şirketlerin ve onların iş örgütlerinin istediği gibi çıkıyor, büyük ihaleler onlara gidiyordu. Bu arada medya da büyük burjuvazinin denetimindeydi ve oyları giderek azalan merkez sağ ve merkez sol partilerin oradan gelecek desteğe fena halde ihtiyacı vardı.
Üstelik büyük burjuvazi, kendi çıkarlarına zarar verebilecek siyasi iktidarlara karşı ne kadar tehlikeli olabileceğini, TÜSİAD’ın 1979 yılında Ecevit liderliğindeki CHP hükûmetine karşı gazetelere verdiği, “Pazar ekonomisinden gitgide uzaklaşan bir anlayışla, ne Batı dünyasında hak ettiğimiz yeri, ne yeterli kredileri, ne de yatırımlara gerekli dış sermayeyi bulabiliriz” diyen ilanla vermişti. Bu ilan Ecevit hükûmetini sarsmış ve düşmesinin nedenlerinden biri olmuştu.
AKP Ankara üzerinde büyük burjuvazinin egemenliğini bitirdi. Sadece merkez sağ değil TÜSİAD da iktidardan düşmüştü. Sadece AKP değil Anadolu kaplanları da iktidara gelmişti. Erdoğan büyük burjuvaziyi “Boğaz kıyısında viski içen küçük bir azınlık” olarak görüyordu. “Eski Türkiye”nin elitlerinin üye olduğu TÜSİAD, AKP iktidarında etkinliğini yitirirken 1990’larda “yeşil sermaye” diye küçümsenen MÜSİAD ve Anadolu şirketleri “yeni Türkiye”nin muktedirleri haline geldi. Yasalar onların isteği şekilde çıkmaya, ihaleler onlara akmaya başladı. Bu dönemde Tosyalı Holding gibi iktidara yakın şirketler jet hızıyla büyürken, Ankara’daki etkinliğini yitiren Sabancı Holding gibi bazı eski büyükler küçüldü…
1990’larda başlayan ihracat atağı 2000 ve 2010’lu yıllarda sürdü. Anadolu kaplanlarının arasından yeni zenginler, milyar dolar ciro yapan yeni şirketler çıktı. Bu şirketlerin çoğunun patronu dindardı. Hatırı sayılır bir kısmı Fethullahçı’ydı. Taşralıydılar. Resim koleksiyonu yapan, modern sanat müzeleri açan İstanbul’daki büyük burjuvazinin yanında kültürel açıdan geriydiler. Bir takım sonradan görme adetleri edinmek, Mercedes’e, Audi’ye binmek dışında para harcamayı bilmiyorlardı.
Bal tutan parmağını yalarmış, AKP büyürken onlar da büyüdü, yeni sektörlere girdiler, milyarlarca dolarlık döviz borcu aldılar, yatırım yaptılar. Böylece fark etmeden kaderleri Türkiye ekonomisinin ve Türk Lirası’nın istikrarına bağlı hale geldi.
Ekonomide istikrar varken Anadolu burjuvazisi iktidar partisinin arkasında yekvücuttu. Ama 2018’den itibaren her şey değişti. Erdoğan, başkanlık sistemine geçildikten sonra ekonomide hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını seçimden önce Londra’da katıldığı bir toplantıda uluslararası yatırımcılara söylemişti.
Gerçekten de hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Türkiye yeni sisteme 2018 yazındaki Rahip Brunson olayının tetiklediği kur kriziyle merhaba dedi. İktidarın ekonomideki olağandışı adımları doları körükledikçe körükledi. Bir zamanlar satın alacak Anadolu şirketi bulmak için organize sanayi bölgelerini gezen yabancı fonlar Türkiye’den ayağını kesti, on milyarlarca dolarlık sıcak para Türkiye’yi terk etti. Enflasyon yüzde 20’ye, Türkiye’nin risk primi 450’ye, dolar 10 TL’ye çıktı. Dağ gibi döviz borcunun altındaki Anadolu patronlarının gözüne uyku girmez oldu. Bazıları kamu bankalarının minnetiyle borçlarını yeniden yapılandırdı. Anadolu patronları vadesi geldiğinde ertelenen borçlarını nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünmeye başladı.
Anadolu burjuvazisi şimdi ne düşünüyor? 2018’e kadar amasız, fakatsız destekledikleri AKP’nin arkasında dimdik duruyorlar mı hâlâ? Yoksa ekonomideki, dış politikadaki maceracılıktan, beceriksizlikten bezdiler mi?
Türkiye’yle hiçbir işi olmayan, Türk Lirası’yla işçi çalıştırıp üretiminin yüzde 90’ını ihraç eden küçük bir azınlık dışında evet, bıktılar, bezdiler. Anadolu burjuvazisi uzun süre sonra ilk kez geleceğe endişeyle bakıyor. 10 TL olan doların 11, 12 TL olmayacağının, ekonomide daha çılgınca kararlar alınmayacağının, dış politikada Amerika, Avrupa Birliği ya da şu veya bu Arap ülkesiyle yeni bir kavgaya tutuşulmayacağının, büyükelçilerin karşılıklı çekilmeyeceğinin, o ülkenin Türkiye’ye fiili ambargo başlatmayacağının garantisi var mı? Yok. Böyle bir ülkede uzun vadeli planlar, uzun vadeli yatırımlar yapılır mı? Yapılmaz.
İyi Parti’nin, DEVA’nın, Gelecek Partisi’nin, Saadet’in AKP’den kopardığı seçmenler arasında Anadolu burjuvazisinin üyeleri de yer alıyor olabilir mi sizce?
En önde yer alıyor olmasınlar hatta?