06 Haziran 2022

Muhalefette yeni aşama

Muhalefetin 10 maddelik yeni mutabakat metninin ruhu, başlangıç ve bitiş paragraflarında yatıyor. İki paragrafın özeti şu: Biz ayrı partileriz ama cumhuriyeti demokratikleştirmek için bir araya geldik

Altılı masa aylık toplantısını yaptı ve 10 maddelik yeni bir mutabakat metni yayınladı. Metnin bence en önemli sözü ve ruhu başlangıç ve bitiş paragraflarında yatıyor. 

Başlangıç paragrafı şöyle; “Yüz yıl önce mazlum milletlere örnek olmuş bir zaferle kurulan cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırmak hedefiyle ön koşulsuz olarak bir araya geldik. Ülkemizi insan hakları temelinde ve gerçek manada demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti kılmayı kaçınılmaz bir sorumluluk olarak görüyoruz. Kendi parti programlarımızdan ve söylem ve hedeflerimizden vazgeçmeksizin, karşılıklı güven ve saygıya dayalı fedakarlıklarda bulunarak cumhuriyetimizi ikinci yüzyılına taşıyacağız.”

Bitiş paragrafı ise şu: “Birbirinden farklı siyasi geleneklere sahip partiler olarak bizler, cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına adım atarken ülkemizin daha huzurlu, daha mutlu, daha müreffeh, daha özgür ve daha demokratik olmasını sağlamak üzere iş birliği ve güç birliği yaptık. Bu birlikteliğimizi, milletimizin desteği ile hedeflerimizi gerçekleştirinceye kadar sürdüreceğiz.”

Diyorlar ki biz ayrı partileriz, ideolojilerimiz de dayandığımız sosyolojik kümeler ve kültürel kimlikler de farklı ama cumhuriyeti demokratikleştirmek için bir araya geldik.

Bu konumlama, muhalefet partilerinin hedef durum ile o hedef durumdaki pozisyonlarını ayırabildiklerini gösteriyor. Hedef durum cumhuriyeti demokratikleştirmek. Elbette her partinin farklı siyasi ve ideolojik tutumları, pozisyonları, fikir ve tercihleri olacak. 

Öte yandan kendilerine koydukları hedefin gereği olarak yapmaları gerekenler de var. Öncelikle bu hedef duruma ulaşmak ile o durumdaki pozisyonlarının farklı olduğunu ve bunun da siyasi parti olmanın doğası gereği olduğunu topluma anlatabilmeleri gerek. Yani bu metnin ve taahhüdün toplumsallaştırılması gerek.

Bu, altılı masanın üçüncü mutabakat metni.12 Şubat’ta hedefi ve bir araya gelişi açıklamışlardı. 28 Şubat’ta parlamenter sisteme geçiş için yapılacak anayasanın temel ilkeleri ve hedefleri açıklanmıştı. 29 Mayıs metni hedefi somutlaştırmış oldu. 

Şimdiye dek önceki metinlerin ve hedeflerin toplumsallaştırılabildiğini söylemek mümkün değil. Çünkü birincisi, hâlâ partilerin örgütleri bile meseleye hakim ve sahip değil. İkincisi partilerin seçim sürecindeki güncel siyasi strateji, taktik ve söylemleri henüz ortak hedefe dönük değil. Aksine savruk ve ağırlıklı olarak iktidara itirazdan, seçmenin yaşadıklarını bir kez de seçmene anlatmaktan ibaret.

Muhalefetin önündeki süreci adımlara ayırırsak üç aşama var. Birinci adım seçim gününe kadar olan süreç. Bu adımın nihai hedefi sandıktan birinci çıkmak. İkinci adım seçim kazanılırsa güncelin, özellikle de ekonomi ve dış politikanın nasıl yönetileceği… Üçüncü adım ise yeterli siyasal ve sayısal güce ulaşılmışsa yeni anayasanın yapılması ve parlamenter sistem vaadinin hayata geçirilmesi.

Altılı masada bir araya gelen muhalefet, yeni anayasayı hangi ilke ve hedefleri esas alarak yapacaklarını 28 Şubat deklarasyonuyla açıklamışlardı. Bir bakıma en son adımın ilkeleri hakkında uzlaşarak geriye doğru süreçleri tasarlamaları, geçiş döneminin ilke ve politikaları ile seçim sürecini nasıl yöneteceklerine dair stratejiyi oluşturmaları bekleniyordu.

İki yeni komisyon 

Genel başkanların yetkilendirdiği birer kişinin katılımıyla oluşturulan, seçim hazırlığı ve yeni anayasanın ilkelerini belirlemek üzere çalışan komisyonun yanı sıra şimdi iki yeni komisyonun daha oluşturulduğunu öğrendik. Kamuoyuna farklı isimlerle yansımış olsa da Anayasal ve Yasal Çerçeve Hazırlık Komisyonu ya da “Kurumsal Reformlar Komisyonu” raporu 13 Haziran’da ilan edilecek. “Seçim Süreci ve Seçim Güvenliği” raporu ise 6 Haziran’da duyurulacak.

Belli ki adım adım çalışmalar sürüyor. Elbette bunlar iktidar kanadının iddia ettiği gibi koalisyon pazarlığından öte bir niyet ve hedefe işaret ediyor. 

Öte yandan en kritik nokta bence hâlâ açıklamalarda “ittifak” kelimesinin kullanılmıyor oluşu.

Kamuoyundaki tartışmalara, masaya yüklenen anlam ve beklentilere bakıldığında kritik bir hata yapılıyor. Yukarıda saydığım dört aşamada da ittifakın süreceği ya da sürmesi gerektiği beklentisi var. 

Halbuki kritik strateji, her bir adımın farklı ittifaklar ya da ittifak kombinasyonları içermesinin mümkün ve hatta gerekli olması.

Farklı ittifaklar şart 

Seçim akşamına kadar cumhurbaşkanı seçimi için ayrı, milletvekili seçimi için ayrı ittifaklar olabilir. Cumhurbaşkanlığı seçimi için belki de altılı masayı da aşan, örneğin HDP’nin de dahil olduğu çok daha geniş bir ittifakla ortak aday etrafında birleşmek mümkün olabilir. 

Seçim sonrasında özellikle ekonomi ve dış politikanın yönetiminde farklı ittifaklar, iş birlikleri oluşabilir. 

Yeni anayasa yapacak siyasal çoğunluğa ulaşılabiliyorsa, anayasa yapım sürecinde de farklı ittifaklar ve işbirlikleri olabilir. 

Eğer böylesi bir esneklik ve hareket alanı açılmaz, farklı aktörler üzerinden farklı uzlaşmalar ve iş birlikleri üretilemez ise gerçek sorunlarla karşılaşıldığında bir arada durmak zorlaşabilir.

Daha da önemlisi tüm bu adımlar ve süreçler içinde Kürtler ve Kürtlerin oy verdiği HDP’nin olmadığı, olamadığı süreçlerle ne seçimlerde düzeni değiştirecek siyasal güce ulaşabilmek ne de Meclis’te yeni anayasa yapabilmek mümkün olmayabilir. Hatta eğer kamuoyuna yansıyan anketlerin büyük çoğunluğunun işaret ettiği gibi değil anayasa yapmak kanun yapacak parlamento çoğunluğuna ulaşmak bile mümkün olmayabilir.

İttifaklar neden gerekli? 

Farklı aşamalarda farklı iş birlikleri ve ittifaklar olmaz ise ne Kürt siyaseti, ne sol hareket ne de çevre ve kadın hareketlerinin umut ve enerjileri  sürece dahil olabilir. Böyle bir seçim kazanımı yalnızca cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmayı getirir. Yeni anayasa yapacak çoğunluğu sağlamak mümkün olmaz.   

Kaldı ki seçim yasasındaki değişiklikler sonrası tek bir ittifak halinde seçime girmenin milletvekili sayılarını etkilemeyeceğini biliyoruz artık. Aksine özellikle iktidarın geleneksel seçmen tabanından kopanların, kimlikleri üzerinden oy tercihinde bulunacak olanların oy verebilecekleri farklı kombinasyonlar seçim aritmetiği açısından daha doğru olabilir. 

Altılı masada bugün herkes eşit ağırlıkta gibi görünüyor olsa da biliyoruz ki ne siyasal ağırlıkları ne örgütsel kapasiteleri ne de potansiyelleri eşit. Diğer yandan her katılanın aynı siyasal ve ideolojik ağırlıkta olmaları şartıyla süreç yönetilirse sonuçta geleceğimiz yer, Erdoğan’ın yerine her şeyi kendi bilip, kendi yapacak bir yeni cumhurbaşkanı seçmek olur.    

Altılı masanın şimdiye dek yaptıkları ve oluşturdukları komisyonlara bakılırsa hâlâ seçim sürecinin ortak iletişim stratejisi eksik. Seçmene karmaşa ve kaos yaşanmadan seçimin kazanılacağı ve değişim sürecinin yönetileceği duygusu geçirilmiş değil. Kısaca siyasete ve altılı masaya güven inşa edilmiş değil. Altılı masanın öncelikle başarması gereken seçmende bu güven duygusunun güçlendirilmesi. Savruk ve farklı söylemler, masayı da parti örgütlerini de ve sonuçta seçmeni de kırılgan yapıyor. Dolayısıyla şimdilik parti örgütleri ve seçmende tedirgin bir iyimserlik havası hâkim. İyimserliği besleyen unsur bir araya gelmeyi başarmış olmaları ve ekonomik tufanın faturasının iktidara kesilecek olması.

Kaldı ki hem iletişim stratejisi eksikliği hem de savrukluk sivil toplum enerjisinin sürece dâhil olmasını engelliyor. Partiler sivil topluma, sivil toplum partilere güvenmiyor. Böyle olunca sivil toplumun bilgisi, enerjisi seçim sürecine tam olarak yansımıyor. 

Bunun önemini iki küresel örnek gösteriyor. ABD seçimlerinde Biden kazanmadı, sivil toplumun Trump’a itirazı seçimi kazandırdı. Macaristan seçimlerinde ise tüm muhalefet birleşip ortak aday çıkardığı halde, ortak adayın ve sürecin sinerjiyi üretememesi Urban’ı tekrar koltuğa taşıdı.

29 Mayıs’ta açıklanan 10 hedefe baktığımızda, (1) kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı güçlendirilmiş parlamenter sistem, (2) özgürlükçü kamu düzeni, (3) her tür ayrımcılığa son verecek çoğulcu, katılımcı ve özgürlükçü demokrasi, (4) düşünce, ifade ve basın özgürlüğü, (5) din ve vicdan özgürlüğü gibi 28 Şubat’ta da açıklanan yeni anayasanın temel ilkeleri ve hedeflerinden oluşan bir demet var. Ekonomik hedeflere ilişkin iki ilke, (7) sosyal devlet ve gelir adaleti, (8) üretim ve istihdam odaklı ekonomi vaadi var. Toplumsal uzlaşmaya dair (6) toplumsal barış ve tarafsız/bağımsız yargı önünde hesap verebilirlik, siyasi alanı düzenlemeye dair (9) siyasi etik reformu ve dış politikaya dair (10) etkin ve itibarlı dış politika hedefleri yer alıyor.  

Bu hedefleri hayata geçirebilmenin yolu ise önce anayasayı değiştirecek siyasal çoğunluğa ulaşarak seçimi kazanmak, yani en az yüzde 58 oy oranına ulaşabilmek. Kamuoyuna yansıyan anketlerde henüz bu hedefin mümkün olabildiği görülmüyor. Partiler arasında hangi iş birliklerinin ya da ittifakların oluştuğundan bağımsız olarak hâlâ toplumdaki “muhafazakârlar-sekülerler-Kürtler” üçlüsünden Kürtler olmadan bu çoğunluğa ulaşmak mümkün görünmüyor.

Altılı masanın toplantı günü yayınlanan Demirtaş’ın mektubu aslında bunu hatırlatıyor. Demirtaş’ın biraz mizahi biraz ironik bir dille yazdığı mektup yeni bir toplumsal uzlaşmanın ve yeni anayasanın yalnızca dilde olduğu, sahaya, siyasete yansımadığı durumda yeni bir inşa sürecinin mümkün olamayacağına işaret ediyor.

Seçim güvenliği

Altılı masanın açıklamalarındaki kritik cümlelerden birisi de “Altı siyasi parti olarak seçim sonuçları YSK tarafından ilan edilip kesinleşene kadar ortak çalışmaya ve iş birliğine devam edeceğiz” cümlesi. Yani seçim güvenliği konusunda ortaklıktan vazgeçmeyeceklerini söylüyorlar. 

Bunu söyledikleri 29 Mayıs akşamından önceki hafta içinde yaşananlar bile seçim güvenliği meselesinin ne denli önemli olduğuna işaret ediyor. O hafta RTÜK Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan ailesinin ABD’de kurulan bir vakfa TÜRGEV ve Ensar aracılığıyla para aktararak kaçmaya hazırlandığını” iddia ettiği görüntüyü yayınlayan TV kanallarına tavan orandan para cezası verdi.

Sosyal medya ile internet medyasına düzenlemeler içeren ve “dezenformasyon yasası” olarak adlandırılan kanun teklifi, iktidar partilerince TBMM Başkanlığı’na sunuldu. Kanun teklifiyle Türk Ceza Yasası’na “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu eklenerek, “endişe, korku veya panik yaratma, ülkenin iç ve dış güvenliğini kamu düzenini ve kamu barışını bozmaya” yönelik yayın yapanların 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması öngörülüyor.

Demokrasi adil ve özgür süreçlerle düzenli seçimlerin olduğu, seçimle iktidarın değişebildiği sistem. Seçimlerin demokratik olmasını sağlamak için birden fazla kriteri karşılaması gerek. Bu kriterlerin ilki cinsiyet, etnik köken, din, dil, sınıf, varlık ayırt etmeden tüm vatandaşların seçme ve seçilme hakkının olması yani eşit vatandaşlık. İkincisi siyasi katılım özgürlüğü yani siyasi parti kurma hakkı, örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı keza insan hakları, bağımsız medya ve haber alma özgürlüğü hepsinin temelinde olmazsa olmaz koşullar.

Yukarıda andığım iki haber ise şimdiden 2023 seçimlerinin demokratik olmayacağının ya da iktidarın demokratik bir seçim peşinde olmadığının kanıtı.

Seçim güvenliği denilince hep sandığa giren oyların korunması akla geliyor. Hâlbuki asıl mesele oylar sandığa girmeden önceki sürecin güvenliği. İnsanlar, partilerin tezlerini, iddialarını, fikirlerini özgürce duyabilmeli ki seçmen kararını doğru bilgileri değerlendirerek versin. Yani işin özü bağımsız medya ve haber alma özgürlüğü, örgütlenme ve ifade özgürlüğü meselesi. Ve iktidarın, elindeki yargı, güvenlik mekanizmaları ve medya eliyle bu süreci doğal ve demokratik bir süreç olarak işletmeyeceği anlaşılıyor.

Şimdiye kadar “oy ve ötesi” hareketinden başlayarak partilerden daha çok sandığa giren oyların güvenliği ile siviller ilgilendi, organize oldu, çabaladı. Bugün de bildiğim kadarıyla daha geniş katılımlı bir sivil inisiyatif şeklinde bugünden seçim gününe hazırlanılıyor. Altılı masanın da seçim güvenliği komisyonu kurduğu açıklanıyor. Ama eğer partiler ve ilgili siyasetçileri, uzmanları sivil toplumun bu konudaki bilgi birikiminden, teknolojik maharetinden, arzu ve gayretinden yararlanamaz ise daha önceki seçimlerde yaşananları tekrar yaşamak, seçim akşamı sistemlerimiz çöktü demek kaçınılmaz olabilir. Siyasete güveni inşa etmenin başlangıcı seçim güvenliği konusunda partilerin ve sivil toplumun koşulsuz ve önyargısız beraber çalışması, bundan başka bir yol yok. 


Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı

 

Yazarın Diğer Yazıları

CHP yerellerdeki yaygın ve güçlü iktidar fırsatını doğru kullanabilecek mi?

Partilere sadakat çözülüyor ama henüz karşı tarafa olan olumsuz duygular aşılabilmiş değil. O nedenle muhafazakârlar, sekülerler ve Kürtler sandık başında aynı oy pusulasını kullanıyor olsalar da o pusulaya aynı anlam gözüyle bakmıyorlar. Sekülerler ve Kürtler gidişatı değiştirmek için oy verdi, partisinde gidişatı değiştirme kapasitesi görmeyenler de sandığa gitmedi. Muhafazakârlar iktidara itirazlarını göstermek için sandığa eksik gitti. Bu eğilimler kalıcı mı? Araştırılması gereken konu bu

CHP için büyük başarı hikâyesi

CHP’nin başarısında elbette birinci aktör Ekrem İmamoğlu oldu. Hem genel seçimlerin hemen ardından partisini kurultaya zorlayan duruşu, kurultay süreci ve yerel seçim sürecindeki kararlı ve iddialı kampanyası ve söylemiyle bugün tabloda görülen CHP başarısının ilk mimarı o. Özgür Özel bu tabloyla beraber artık gerçek bir genel başkan olma fırsatı yakaladı. Elbette bir de 30 puanlık fark üretmiş Mansur Yavaş etkisi var

Kazansa da kaybetse de Erdoğan’ın rakibi İmamoğlu

Yerel seçimlerin odağı, sembolü İstanbul. Seçim de İmamoğlu ile Erdoğan arasında. O zaman soru şu: 2017 referandumuyla kıvılcımlanan, 2019 yerel seçimlerinde görünür olan iktidarı değiştirme hikayesi güçlenerek mi devam edecek yoksa sönümlenecek mi? Çünkü herkes biliyor ki 2028’de iktidarın rakibi ve talibi İmamoğlu olacak