04 Mayıs 2024
“Bernacım iki tepsi böreği paketledi getiriyor. Ben de fındıklı kakaolu kek vurayım dedim…”
Müziğini rahmetli Wolfgang Amadeus Mozart’ın bestelediği, lubunca sözlerini Kübra Uzun’un yazdığı ‘Koli Kanonu'nun ilk cümlesi işte böyle başlıyor.
Benim de adım Berna olduğuna göre, Kübra’nın Kurtuluş’taki evine ziyarete giderken bu cümlelerin göklerden gelen bir emir olduğunu düşünerek, yolda iki tepsi olmasa da iki paket su böreğimi aldım ve performans sanatçısı olmayı, kel bir kadın olmayı, kuir bir non-binary olmayı ve renk renk, çeşit çeşit yarattığı personalarını konuşmak için evinin kapısını çaldım.
Annelerin altın gününde yaşadığı bir telaşla kapıyı açtı ve beni sımsıkı sardıktan sonra oturacağım yeri gösterip, bir yandan fırından yeni çıkan ev yapımı falafelli simiti ağzıma tıkıştırıp, bir yandan ev yapımı ıslak kekleri önüme koyup, bir kocaman fincan da kahveyi bıraktıktan sonra karşımdaki koltuğa atıverdi kendini Kübra.
Tam bu noktada girizgahta bahsini geçirdiğim ‘Koli Kanonu’nu aşağıdan izleyip/dinleyip, sonra da ‘Jülyet’s Habanera’yı sıraya eklemenizi öneriyorum. Zira Kübra’yı anlamak için önce bu -neredeyse kısa film tadındaki- kliplerdeki karakterleri de tanımanız gerekli.
Koli Kanonu
Jülyet's Habanera
Dikiz JülyetÜç koca eskiten ve bir daha evlenmeyip hayatının sonuna kadar gençlerle flört edeceğine ant içen Dikiz Jülyet'in kirpikleri dökülmüştür. |
Madam Sipsi
Notre Dame de Sion mezunu Madam Sipsi, ünlü bir Fransız piyanist ile aynı ismi taşıdığını iddia etmektedir. Piyano başında sadece Do Majör gam çalabilen Madam Sipsi'ye böyle bir piyanistin var olmadığı Dikiz Jülyet tarafından sürekli dile getiriliyor olsa da Kübra ve Berna bu durumu bozuntuya vermemektedir.
Evindeki baba yadigarı piyanosu, dikiş makinesi, yünleri ve sakinleştirici haplarıyla birlikte 'sakin' bir yaşam süren Madam Sipsi'nin ruh hali genel olarak keyifli, zaman zaman inişli çıkışlıdır. Çok fazla fikir beyan etmez, eğer keyfi yerinde değilse gözü seyirir ve böyle anlarda inanılmaz bir hızla örgüsünü bitirir. Kübra, bir ev ziyaretinde Madam Sipsi'nin Beethoven'ın ünlü eseri Für Elise'i çaldığına şahit olmuştur ancak Dikiz Jülyet'i bu deneyimi yaşadığına asla inandıramamıştır. |
Butch BernaDoping gerekçesiyle katıldığı Avrupa Gençler Ağır Sıklet Boks Şampiyonası yarı final maçından diskalifiye edilen Berna, senelerce ortada görülmemiştir. Kübra, Berna ile lisede aynı takımda üç sene basket oynamış ve 'kayıp' yıllarında arkadaşının yanında olup desteğini esirgememiştir. |
Gümüşsuyu’ndan Kurtuluş’a kadar yürüdüğüm bütün yol boyunca kulağımda bana eşlik eden ‘Koli Kanonu’nu, ‘Jülyet’s Habanera’yı ve bu karakterlerin nasıl doğduğunu soruyorum Kübra’ya.
Pandemi sırasında bir arkadaşı Mozart’ın bir kanonunu dinletiyor Kübra’ya. Onun da aklına Mozart’ın arkadaşlarına takılmak için yaptığı Almanca ismi ‘Eşek Martin’ olan, bizde ‘Dostlar Kanonu’ olarak bilinen parçası geliyor.
Bunu dinlerken Kübra ve arkadaşlarının kalplerine lubunca bir kanon yapma ateşi düşüyor. Performans sanatçısı Akış Ka ile oturup bu kanona söz yazıyorlar. ‘Dostlar Kanonu’ dört sesli. E Kübra tek başına bu şarkıyı icra edemeyeceğine göre, üç kişiye daha ihtiyaç duyuluyor. Böylece Jülyet’i, Sipsi’yi ve Berna’yı oracıkta doğuruveriyor Kübra.
“Ben aslında hep ara yüzlerle var oldum, benim için hayat, isim cisimden ziyade performatif olarak yaşadığım anlar. Burada benler ve benlikler var…” diyor ve başlıyor anlatmaya doğurganlık süreçlerini:
“Kübra’dan önce de Barış vardı mesela, Kübra’yı ben 2015 yılında, Barış 35 yaşındayken doğurdum. İsimler benim için önemli değil, sokakta biri Barış diye seslenirse ona da bakıyorum. ‘Hayııır, benim adım Kübra!’ diye düzeltmiyorum.”
Oh diyorum zihnimde, insanın ‘içindeki şeytanlarını’ piyasaya salıp salıp “ben değil o yaptı” demek için ne güzel bir yol bu kadar persona üretmek. Kübra içimden geçeni duymuş gibi atılıyor hemen;
“Kübra’dan önce de böyleydi bu, yeni değil. Benim soyadım Karakoç’tu. Haldun Dormen bir gün bana dedi ki ‘Koçlu moçlu olmaz bu soyadı. Barış, Barış Barış, b, b,b ,b; Barış Karakoç, Brigitte Bardott… Buldum, Barış Berker olsun senin soyadın dedi. Bir atanmış ismim – göbek adım ve soyadım var, sonra Barış Berker oluyorum, sonra Kübra Uzun oluyorum, sonra bir ara da Kübra Daha da Uzun oldum.
Yani Mustafa Barış Berker Karakoç Kübra Daha da Uzuuuun!”
Haldun Dormen bu hikâyeye nasıl dahil oldu diye merak etmiş olabilirsiniz. Oraya gelmeden önce en baştan başlayalım. Okul hayatınız birazcık kötüye gittiği anda ailenizin örnek gösterdiği o başarılı komşu çocuğu vardır ya; işte Kübra, hepimizin sinir olduğu o başarılı komşu çocuğu.
1980 yılında Bakırköy’de doğuyor. Beş altı yaşlarındayken piyano ile tanışıyor ve klasik müzik hayatının en önemli parçası oluyor. En büyük hayali de hâlâ bir orkestra şefi olmak. Öyle ki küçükken bayramlarda aile ziyaretlerinde “Hadi bakalım Barış, göster bize nasıl şef oluyorsun” denildiğinde hayali orkestrasını bayıla bayıla yönetiyor.
Şef olmak için aslında ilk adımını küçükken atıyor ve Rusya’daki Çaykovski Konservatuvarı’nda ilk seçmelere katılıyor, ikinci seçmeye gidecekken -kendi ifadesiyle- o sıralar aile içinde yaşadığı bir travma sebebiyle bu hayalini yarıda bırakmak zorunda kalıyor.
Ortaokulu birincilikle bitirip 1995 senesinde Kabataş Erkek Lisesi’ne 5.00 tam okul puanı ile giriyor. Burada müzik yarışmalarına katılıyor. Evet, tahmin edersiniz ki bu yarışmalarda da başarılı oluyor.
Sonra Galatasaray Hukuk Fakültesi’ni kazanıyor. Ufak bir kıskançlıkla “Vay be!” diyorum. O ise umursamaz bir tavırla “Aman hiç bana göre değildi zaten hukuk, o yüzden gitmedim” diyor.
Sonra İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzikal bölümüne giriyor. Burada Haldun Dormen ve Yıldız Kenter hayatına giriyor. Bu da yetmiyor, Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimini bitiriyor.
Sırada küçüklük hayalini gerçekleştirmek var; bir orkestra şefi olabilmek için yurtdışında eğitim alma planı hâlâ gündeminde.
Hatta büyük bir heyecanla bu hafta yeni bir podcast serisine başlayacağını söylüyor. 'Operadaki Travesti' isimli podcast serisinde klasik müziğin yapı taşlarını Kübra tarzıyla, başından geçen hikâyelerle, kendi tabiri ile gullümlerle anlatacak. İlk bölümü 5 Mayıs günü yayına girecek ve her pazar günü Spotify, YouTube gibi platformlarda yenilenecek.
Enbüyük hobisi örneğin Beethoven 5. Senfonisi’ni dinlerken orkestra şefinin önünde duran notaları açıp, duyduğu her şeyi görerek, okuyarak dinlemek. “Duyduğun şeyi görmek, sana bambaşka kapılar açıyor” diyor.
“Kendimde baktığım ve gördüğüm şeyi değiştirmek istediğimi fark ettim. Kısa saçlıyım, memelerim yok, burnum da ameliyatsız… Biraz daha fazlası neden olmasın dedim.Hayatta bir şeyleri yaparken sonrasında ne olacağını düşünmeden yapıyorum. Ortadan kayboldum ve dokuz ay sonra Kübra Uzun olarak ortaya çıktım. Bu sırada kimse tanımıyor beni. Ben Barış diyordum. Çıldırıyordu insanlar ‘Nasıl yani?’ diye. Bunu gözlemlemek de güzel bir oyundu benim için. Bununla çok eğlendim, eğlenmeye de devam ediyorum aslında.
Trans olmanın, trans bir kadın olmanın, özellikle Türkiye’de trans bir kadın olmanın ne demek olduğunu Kübra olduktan sonra gördüm. Memelerimi çok seviyorum ama bak, onu söyleyeyim.
Bunu yaşamak kolay da değil, zor da değil. Birtakım arayüzlerimden biri aslında Kübra. Daha sonra LGBTİ+ komünitesinde konuşulan, el veren el verilen kişisi olmaya doğru evrildim zamanla. Atanmış olan hiçbir şey benlik değil, seçilmiş olanlarla var oldum her zaman."
- Bu değişimden sonra “Seks işçiliğini denemek istedim bir süre” demişsin bir söyleşinde. Bunu maddi bir endişe ile mi yaptın?
Hayır.
- Anladığım kadarıyla orta üst sosyoekonomik düzeyde bir ailede yetişmişsin zaten.
Orta diyelim. Babam Beşiktaş’ta futbolcuydu, annem Oya Hanım Mimar Sinan İç Mimarlık ve Endüstriyel Tasarım mezunu. Erken yaşlardan itibaren annem ve abim büyüttü beni diyebilirim.
- Peki neden seks işçiliği yaptın?
Denemek istedim, nasıl olacağını merak ettim. Benim iş etiğim vardır, yaptığım her işi iyi yaparım. Ay yapamadı dedirtmem asla.
Zaten bir butch enerjim var. Feminite üzerinden okumuyorum varoluşunu Kübra’nın ama enerjisi bölyle. Tam tersi olduğu zamanlar da oluyor tabii.
İyi master’lar iyi köle de olur. Birtakım forumlarda üst üste çıkmaya başladım. Deniz Erol fotoğraflarımı çekmeye başladı. İlk beni çekti şimdi hâlâ ve hâlâ Türkiye’de ve yurtdışında yaşayan kızların bütün fotoğraflarını o çeker.
Bir hikâye anlattık bu fotoğraf serilerinde. Bir insan düşüyor ortama pat diye, bir fotoğraf ama film karesi gibi. Bir yandan koliler geliyor gidiyor, onlarla entelektüel şeyler de konuşuyorsun, domine de ediyorsun ya da sadece bakışıyorsun. Çok ilginç hikâyeler yaşadım. Bunu yaşamak istedim ve yaşadım. Sonra da yetti. Ve iyi paralar kazandım evet, güzel de eğlendim o paralarla.
Bunu bir iş olarak devam ettirebilmen için çok oralarda olman gerekiyor, kolay değil. İstenen sen, arzu edilen sen, sen ve o kişiler arasında geçen bir süreç düşün. Sürekli aynı şeyi yapıyor olmak beni yordu bir yerden sonra. Canımı sıktı daha doğrusu. Arada yeni şeyler olmalı. Başkalaşmalı ve değişmeli bir süre sonra, sürekli aynı şeylerin yaşanması hoşuma gitmiyor. O yüzden yeter dedim o halime.
- Güvenliğini nasıl sağlıyordun?
Aşkım topuklularla 1.95 oluyor boyum. Güvenliğimi öyle sağlıyordum. Bir gün mesela biri geldi, kapıyı açtım ve ben de kapı kadarım. Çok uzunsun dedi bana. Soyadım UZUN deyip suratının ortasına yapıştırdım tokatı. Kübra Uzun’a çok uzunsun ne demek ayol. Uzunum tabii ne bekliyordun, bir soyadıma bak anlamına bak.
- O zamanlar saçın da uzundu değil mi?
Evet. Aslında kafamın üstü hep seyrekti, yanlarım daha gürdü. Babamdan aldığım tek şey. Sağ olsun, teşekkür ederim.
Kübra bu ilk ortadan kaybolduğu zaman üç tane kredi çekti. Bunun bir tanesiyle meme ve burun yaptırdı. Bir tanesiyle dişlerini yaptırdı, lazer yaptırdı. Diğeri de saça gitti. Üstü daha seyrek olduğu için protez vardı, diğer yerlere kaynak yapıyordum. Ve en pahalı saçlardandı kaynaklar ve protez. Ama saçlar kabarınca uzunluğuma uzunluk, hacmime hacim katıyordu. Ve bir başa çıkmak zorundasın o saçla da. Çünkü senin değil o. Gerçek insan saçı ama senin değil. Biraz uğraştırıcı… Kadın olmak kolay değil. Saçtan bağımsız söylüyorum bunu. Birtakım sosyal etiketleri görmüş oldum tabii Kübra iken. Kadına nasıl bakıldığını, nasıl davranıldığını ve nasıl davranılamadığını gördüm.
- Kel ya da saçsız bir kadın olmaya nasıl karar verdin?
2018’de Berlin’deyim; Berghain’a Kitkat’a gidildi, üç dört gün partilendi. Sonra eve bir geldim baktım ki kafam kuş yuvası gibi olmuş. Zaten artık böyle bir yeter diyordum. Ben de elime makineyi aldım ve saçımı kazımaya başladım. Baktım kaşlı ve saçsız güzelim. Tırnaklarımı da kestim o an. Ve bir şey uzadığı gibi kısalabiliyormuş da. Bir anda oldu ve kestim. Yeter dedim.
- Saçsız olmak kadınlar için norm dışı kabul ediliyor. Trans kadın olmak yeterince zorken bir de saçsız bir kadın olarak kendini kabul ettirmekte zorlandın mı?
Hayır ben yaşamadım. Görenler hastalandın mı dedi önce. Saçkıran oldum diyordum bunu soran herkese. “Saçına ne oldu? Peruk takıyor musun?” diye soruyorlardı. Hayır takmıyorum, sana ne diyordum.
Saçlı olmak saçsız olmak, tombul olmak sıska olmak, kadınları hep bir yerde tutuyorlar. Tutmaya devam etsinler ama bizler zaten istediğimiz gibi var olmaya devam ediyoruz.
- Kendini non-binary olarak tanımlıyorsun. Non-binary olmak ne demek?
Ben net bir aralığımın olmasını sevmedim, sevemedim hiçbir zaman. Ama bunun anlamının non-binary olduğunu yakın geçmişte anladım. Kadın gibi de hissetmiyorum, erkek gibi de hissetmiyorum gibi bir ikililik üzerinden okumuyorum. Bir yere ait olmayı ve herhangi bir şeyle adlandırılmayı da sevmiyorum. Bunları yaşarken anladım. Kendimi herhangi bir duruma tag’lemiyorum aslında cinsiyet üzerinden. Hayattaki her cisim her enerji bende olabilir, benden çıkabilir gibi bir yerden okuyorum ben bunu. Yani saçı kısa ve memen büyük gibi bir yerden bakmıyorum olaya. Kısaca bir yere ait olmayı sevmiyorum, sadece kendi kendime ait olmayı seviyorum.
MIRC sohbet odaları vardı eskiden. Ben de oraya farklı takma adlarla giriyordum. CD (Crossdresser)-Berna-25-YerVar-Taksim gibi bir durum tamlaması düşün. Sürekli değiştiriyordum bunu. Bir gün evden bakkala çıktım, bir şirket arabası gördüm. Üzerinde Kübra Şekerleri yazıyordu, küp şeker markası. Eve dönünce Kübra’yı kullanayım dedim. Bir de bu isim hem hiç ben değil hem de neden olmasın dedim. Boyum da uzun olduğu için Kübra Uzun olarak kaldı.
- Koli Kanonu’nda da bahsi geçen ‘Şişli kızları’ kimler?
Buralar aslında eskiden çark alanıydı. 80’ler, 90’lar ve 2000’lerin bir kısmı. Arka sokakta çalışan çok az kız var, Türkiye genelinde de söyleyebilirim bunu. Şişli’deki çoğu nokta, kızların durduğu, çark attığı yerlerdi. Bir yandan da kuir komünitede Beyoğlu, Şişli, Osmanbey, Kurtuluş gibi yerlerde barındıkları için Şişli kızları oldu. Hem onlara hem de bizlere ithafen… Eskileri de yad ederek, yaşanmışlıkları ve yaşanacakları da düşünerek Şişli kızları…Hep yerimizden ediliyoruz, bu ülkenin vatandaşı değilmişiz gibi davranılıyor.
- Türkiye’den gitmeyi düşündün mü hiç?
Düşündüm. Geçen yıl Akış Ka, ben ve Must Kika İngiltere’deki Barbican’a bir iş için davet edildik.
Üç trans performans sanatçısı biz, toplamda altı kişi bir buçuk saatlik bir performans hazırladık ve bunu dört kere oynadık.
Bu sırada ben global yetenek vizesi diye bir vize türüne başvurdum, vize gelecek diye beklerken avukat hatasından dolayı ret geldi… Dünyanın en iyi avukatı da olsa, kendi dosyanızla mutlaka ilgilenin. Şimdi tekrar başvuracağım belgelerim hazır sayılır. Bir yandan da Türkiye’ye tekrar gelince bu girdaptan da çıkamıyorsun, bakalım…
- Seni kocaman bir sahnede izlemeyi çok isterdim. Zorlu’nun dev sahnesi ya da AKM’nin…
- Q-BRA ismi ile DJ’lik de yapıyorsun. ‘Sütyen Kübra’ nereden çıktı?
Evet ama hiç sütyen takmadım bu arada ben. Meme ameliyatımdan sonra bir 10 gün taktım sonra çıkardım attım, yeter ben bunla uğraşamam dedim.
Sadece Q-BRA değil bazen DJ’lik yaparken Kübra Uzun’u da kullanıyorum. Performans yaparken başka bir isim de uydurabiliyorum ‘Görüldü Queen’ vardı mesela…
- Onun hikâyesi ne?
Melis Sökmen’in ‘Burçlar’ diye bir şarkısı var, çok severim. Biz o parçayı da ‘Koli Kanonu’ ve ‘Jülyet’s Habanera’ gibi yeniden düzenlemek ve söylemek istedik. Melis Sökmen’in hem kişisel hem de official hesabına güzelce tatlı tatlı mesajlar attım ben.
O gün ‘görüldü’ yapıyor ama cevap vermiyor. Üç dört ay sonra bir kere daha hatırlatma mesajı yazdım, yine aynı gün ‘görüldü’ oluyor. Sonra 90’lardan hatırlarsın Ah Canım Ahmet vardır, ona dedim ki ulaşabilir misin kendisine, bana da yazmıyor dedi. Baya ghostluyor yani gacı.
O sıradalar bir performanstaki personamın ismi de bundan dolayı ‘Görüldü Queen’ oldu! Neyse kendisini hâlâ seviyoruz.
XSM (Ex Step Mother) bir annelik projesi aslında, güvenli alanlar yaratıyoruz komünite için. Hep birlikte düşünüp, konuşup, birlikte olup eğleniyoruz. Bir dayanışma projesi ve plak şirketi aynı zamanda. Türkiye menşeli olmak üzere kuir producer’ların işlerini yayınlıyoruz. Partiler düzenliyoruz ve birtakım iş birliklerimiz oluyor.
Trough the Window projesinin koordinartörüyüm. Türkiye’den, Hollanda’dan ve ötesinden kuir sanatçılarla üç aylık çevrim içi bir proje. Bu sene beşinci yılımız. 30 sanatçımız oluyor; kapanış gününde açılacak online sergi için birer iş üretiyor ve herkese Prince Claus Funds aracılığıyla aynı miktarda parayı hibe ediyoruz. Arada konuşmalar ve atölyeler oluyor.
- Bir ayrıcalığı, bir farklılığı ve bu toplumda öteki olarak hissettirilenler için ne söylemek istersin?
Biz kendimize ötekiyiz demiyoruz, bunu bize hissettiren toplum maalesef. Ayrıcalıklı olduğumu hiçbir zaman düşünmedim. Ama bu fikir güzel. Ayrıcalıklı olarak düşünebilir kendini herkes ve ne mutlu yapabilene.
Tabii ki ayrıştığımız, ayrıcalıklı olduğumuz anlar ve benliklerimiz vardır. Ama ben onun üzerine bir kurgu yaşamadım. Herkes, ne istiyorsa yaşayabildiği ölçüde o şekilde yaşasın isterim imkânlar dahilinde.
İstediği gibi yaşayamıyorsa da yeni şeyler yaratmayı esnetmeyi, alanlarını genişletmeyi becerebilir hale gelmesini çok dilerim. Bizim kararımız dışında başlayan bu yaşamın, o andan itibaren bir mücadele olduğunu zaten farkındayız hepimiz. Kuirler de non kuirler de, herkes için… Zorluğun ve imkânsızlığın içinde kendi imkanlarını yaratıp var edebiliyorsan ve bir şekilde hareketine devam edebiliyorsan bu büyük bir lüks.
* Bu söyleşi ilk olarak nu-look dergisinde yayımlanmıştır
nu-look nedir?
"Yılda 4 kez yayınlanan ve “coffee table book” formatında basılan bir life-style dergisidir. Doğru anlatılan hikayelerin insanı heyecanlandırdığına, hayal kurmaya teşvik ettiğine ve harekete geçirdiğine inanır. |
Hayatınızda her şey bir felakete doğru yuvarlanıyorsa belki de berbat olan başkaları değil, sadece sizsinizdir?
Osman Hamdi Bey'in belediye başkanlığı sırasındaki icraatı arasında Galata, Zürafa Sokağı’nda ilk Kadın Hastalıkları Hastanesi’ni açmak da var
"Gözdesinin adını taşıyan kaşıkla, sultanın yemek yiyor olması da bayağı ince bir hareket."
© Tüm hakları saklıdır.