30 Ağustos 2020

Av mevsimi açılırken…

Vaşaklar dağlarda, yunusbalıkları Boğaz'da, leylekler gökyüzünde, tilkiler ormanda güzel. Onlara zarar vermenin bedeli de herhangi bir para miktarı karşılamaz

Sporun içinde yarışma, yarışmanın olduğu yerde rekabet, rekabetin olduğu yerde ise kazanan ve kaybeden olması doğaldır.

Ama spor da günün beklentilerine göre biçimlenir; olimpiyatlar farklı, James Naismith'in icat ettiği basketbol ayrı, şimdilerin modası e-spor ayrı…

Oysa "spor" terimi, bugünlerde eli tüfekli bir grup adamın insafsızca memleketin dağlarında, ovalarında dolaşıp, yaşamak isteğinden başka hiçbir günahı olmayan hayvanların kanını akıtmasını perdelemek için kullanılıyor.

Başkasının acısı üstünden spor olmaz, hayvanları öldürmek de spor değildir.

Yeryüzünün en hırçın denizine "barışçıl" anlamına gelen Pasifik demek nasıl onu yumuşatmaya yetmiyorsa, avcılığa spor dediğinizde de sporu değil, vahşeti ve katliamı desteklemiş oluyorsunuz.

Eli kulağında başlayacak o korkunç fotoğraflar.

Arabasının kaputuna öldürdüğü ördekleri dizen, evinin duvarında öldürdüğü kuşları sergileyen insanlar, gülümsüyorlar.

Ölümün yanında gülümsüyorlar.

Yerde bir ayı postu, salonda geyik boynuzları…

Gülümsüyorlar.

Güzelim karacaları, tilkileri, kızılgeyikleri, ceylanları, yaban domuzlarını, sansarları, yaban tavşanlarını, çakalları, yaban koyunlarını, çengel boynuzlu dağ keçilerini öldürüp yanlarında gülümseyerek fotoğraf çektirecekler.

Karaca anlamayacak neden öldüğünü, görmeyecek bile düşmanını, sezemeyecek tehlikeyi, nereden bilsin dürbünü, nereden bilsin karşısına çıkmaya korkan birinin metrelerce öteden tetik çekerek onu öldüreceğini?

Üstelik kendi öldürülüşünün spor olduğunu öğrenirse ne düşünür bir yaban koyunu, ne hisseder bir ceylan?

Başka türlerin canlılarını sadece eğlenmek için öldüren bir tür mü daha kutsal ve gelişkindir yoksa habersizce öldürülenler mi?

Dağda özgürce dolaşan bir keçiyi görmenin mutluluğunu duyumsamak yerine silaha sarılan bir insanın yaptığına nasıl spor diyebiliriz?

Üstelik, adına av denen bu "cinayet şöleni" nasıl satışa çıkar?

Kaç para eder bir sansarın zevk için öldürülmesine izin vermek, kaç paradır bir dağ keçisinin hayatı insanların gözünde?

Ve, kimdir bu rayiçi belirleyen, ona bir canlının yaşam hakkının kaç para ettiği belirlemeye yetkisini kim, kimden alarak vermiştir?

Son kertede, "iklim krizi" dediğimiz meret doğaya karşı yürüttüğümüz ve önceleri kazandığımızı sandığımız gaddar savaşı, yavaş yavaş kaybetmekte olduğumuz gerçeğini fark etmemiz değil midir?

Sadece av da değil sorunumuz.

Şu kainatta insandan başka bir tek canlı yoktur ki yunusbalığını görünce mutlu olmak yerine tabancasını ateşlesin.

Yunusbalıkları denizde atlayıp zıplarken oyun oynuyormuş gibi görünür bize, hele Boğaz'da denk gelince, vapurda, bir yanda uçuşan martılar öte yanda yunuslar, Sarayburnu, hele bir de batıyorsa güneş…

Durdurmak istersin zamanı orada.

Ama yunusbalıkları sınırsız denizlerde güzel, kapatıldıkları o iğrenç oyun havuzlarında değil.

Salgındaki birkaç günlük karantinada bunalan insan nasıl olur da diğer canlılarla özdeşlik kurmaz, onca eziyete, işkenceye, dayağa, aç bırakmaya değer mi bir yunusbalığının burnunun ucunda top tutması?

Ya da bir fokbalığının doğasında olmayan çeşitli akrobatik hareketler yapması?

Hayvanat bahçesi denen zulümhanelerde, tellerle çevrili ufacık alanlarda yaşamaya mecbur bırakılan maymunları, gorilleri, leoparları, aslanları, kaplanları…

Şart mıdır Antalyalının penguen görmesi ya da bir kaplanın Afrika sıcağından koparılıp karlı İstanbul kışlarında sergilenmesi?

Şayet bu kadar doğa sevgisiyle doluysa bu insanlar, neden izin verirler kendi dağlarındaki hayvanların amaçsızca öldürülmesine?

Toros'taki koyunun, Dersim'deki keçinin yok mudur değeri Antarktika'nın penguenleri kadar?

Nesli tükenme tehlikesi altında olan hayvanların türlerini devam ettirmeleri için bir korunma alanı olarak bugünküne hiç benzemeyen bir şekilde yeniden düzenlesek mi insanlık için bir şey yapmış oluruz yoksa kutularda aylarca yolculuk yaptırdığımız pandaları, kafeslerinden çıkamayan papağanları, bu internet çağında, farklı coğrafyadaki insanlara göstersek mi?

Yakılan ormanlardaki kaplumbağaların, tırtılların, böceklerin yavaş yavaş pişmeyi beklediğini hissetmez mi insanoğlu yüreğinin derinlerinde?

Küçücük balıkları nasıl alır tezgâhtan, avuç içinden hallice lüfer olur mu?

Uskumrunun bir daha buraya uğramamaya karar vermesinden utanmamız hiç mi gerekmez?

Ama doğaya ve hayvanlara yaklaşımımızda utanmamız gereken daha birçok konu var.

Hayvanlara yönelik cinsel arzular beslenmesini ben anlayamıyorum, o insanların büyük sorunları olduğunu düşünüyorum ama bu ülkenin meclisinde "hayvanlar, mal değildir," kararı aldıramıyorsak şayet, bence esas vahşet, esas utanç burada.

Buna karşı oy verecek bir tek milletvekili olduğunu sanmıyorum.

İyi de, neden çıkmıyor bu yasa bunca zamandır?

Balkonda bıraktığın makarnayı hırsızlayan serçe, sofranın en neşeli anında hüzünlü gözlerle sana sırnaşıp yemeğine ortak olan kedi, ömrünün yoldaşı köpek, üstünde tek bedene dönüştüğün at…

Gidip bunlara işkence etsen, çekip vursan, yumruklasan, boynuna ip geçirip sürdüğün arabanın arkasında parçalanmasını seyretsen, su kaplumbağalarını karada yarıştırırken kurutsan, tecavüz etsen, yazın alıp okullar açılırken öleceğini bile bile sokağa bıraksan, yemek vermesen, kesip kürk çıkarsan omzuna beğendiğinden veya dövüştürsen horozlarını öldürmecesine; sanki bir masanın ayağını kırmışsın gibi ceza veriyorlar.

Bilmem kaç yüz lira.

Bu parayı da devlete ödediğine göre, demek ki hayvanların sahibi devlet.

Peki, devlet şefkatini böyle mi gösterir?

Yakışır mı bizim gibi bir devlete korumasında olan sahipsiz ve hiçbir suçu olmayan hayvanların para karşılığında ölümüne cevaz vermesi?

Bu çağda hakiki kürk giyene artık deli gözüyle bakılıyor ve sirklerde filleri dövmüyorlar belki ama avcılık neyin nesidir, hayvanat bahçeleri neyin nesidir?

Buradaki karacalara, tilkilere, kızılgeyiklere, ceylanlara, yaban domuzlarına, sansarlara, yaban tavşanlarına, çakallara, yaban koyunlarına, çengel boynuzlu dağ keçilerine ve daha birçoğuna sahip çıkın.

Vaşaklar dağlarda, yunusbalıkları Boğaz'da, leylekler gökyüzünde, tilkiler ormanda güzel.

Onlara zarar vermenin bedeli de herhangi bir para miktarı karşılamaz.

Hayvanlar, eşya değildir.

Avcılık, spor değildir.

Bir yunusbalığını gördüğünde gözlerinin içi gülmeyen bizden değildir.

Yazarın Diğer Yazıları

Geleceğin hikâyesi

Çıktığı günlerde oksimoron olmakla itham edilen, "kuru buz", "köşeli daire" gibi örneklerle eleştirilen bu "Sol Liberal" tavrın, geleceği anlamak için çok önemli olduğunu düşünüyorum

Gece prensesleri ve milliyetçilik

Ateşkes, arabuluculuk, diyalog, diplomasi, konuşma gibi terimlere yer yok artık, varsa yoksa kırmızı ışık analojisi, yeter ki arkadan çarpmasınlar…

Öteki İstanbul: Mülteciler, göçmenler, esnaf, ekonomi

Gürsel Tekin ile "Öteki İstanbul" sokaklarında seçim, mülteciler, ekonomi ve HDP'ye yönelik baskı hakkında sohbet

"
"