19 Ekim 2024

Sinop’u kim sürdürecek: 9. Sinop Bienali’nden notlar

Sinopale Uluslararası Sinop Bienali, bu yıl 23 Eylül- 31 Ekim 2024 tarihleri arasında dokuzuncu kez düzenleniyor. Küratörlüğünü Melike Bayık, Deniz Erbas, Ipek M. Sür, Nil İlkbaşaran ve Hal Kolektif in üstlendiği bienale Türkiye ve yurtdışından 35 sanatçı katılıyor

Geçtiğimiz hafta sonu Sinop’taydık. Dokuzuncusu düzenlenen Sinop Bienali’ni yerinde görmeye gittik. Bienalin bu yılki teması “Tükenmeden önce: Yeni değerler evreni.” Sinopale, bu temayla bireyler ve toplulukları sürdürülebilir bir gelecek için yeni değer sistemlerini keşfetmeye çağırıyor. Süslü cümleler. Peki bu geleceği kim sürdürecek? Bu değerler evrenini kim inşa edecek, kim devam ettirecek? Sinop’ta geçirdiğim kısacık zamanda bu soruları merak ettim ve bulduğum cevapları çok sevdim.

9. Sinopale Uluslararası Sinop Bienali afişi 

İmece usulü Bienal

Sinopale, çoğumuz farkına olmasak da, İstanbul Bienali’nden sonra Türkiye’nin en uzun soluklu ikinci bienali. 18 yıldır biriken tecrübeyle, imece usulü emekle ve çok ama çok az kaynakla yapılıyor. “İmece” derken şık dursun diye demiyorlar, gerçek bu. Sinopale’ e emek veren herkes gönüllü. Bu bir yandan taklit edilemez bir sahiplenilmişlik sağlıyor Bienal’e, bir yandan da bir yorgunluk sindiriyor üstüne. Bienalin kaynak aktarımına, daha fazla profesyonelleşmeye ve böylece daha uzun sürecek bir düşünme ve üretme takvimine ihtiyacı var. Bunu kim yapacak derseniz, yine kendileri: Sinop halkı ve Sinop’un geri dönen çocukları. Sinop’u sürdürecek o A Takımı.

Bienal ekibi, sanatçılar ve basın mensupları Hal Buluşma Merkezi'nde

Sinopale, 2006’da,  doğup büyüdüğü kent için bir şeyler yapmak isteyen Prof. Dr. Melih Görgün tarafından, Görgün’ün davet ettiği sanatçılar, öğrenciler ve Sinoplular'ın desteğiyle kuruluyor. Görgün halen Sinopale’in Genel Sanat Yönetmeni. Öğrencisi olsun olmasın çoğu insan ona “Melih Hoca” diyor. Sinop Tarihi Cezaevi’nde yapılan açılışta konuşan Ece Denizcik, “Bienalle Melih Hoca’nın ‘Gel bakayım sen buraya’ diye çağırmasıyla tanıştım” diyor. Çağatay Şimşek de “Ben de Melih Hoca’nın ‘Gel bakayım’ dediklerindenim” diyor konuşmasında. Tersine göç ile Sinop’a geri dönen şehrin çocuklarından onlar da. Hep beraber Hal Kolektif’i kurmuşlar. Hal Kolektif, Sinopale’in hem daimi küratörü hem de yapımcısı, bir nevi ev sahibi.

Hal Kolektif üyeleri Ece Denizcik, Çağatay Şimşek ve Yiğit Bahadır Kaya Bienal açılışında konuşmalarını yapıyor

Sinop’un geri dönen çocukları

Denizcik, pandemide dönmüş Sinop’a. Aile yadigarı Denizci Otel ile ilgilenmek için. Önce büyük bir depresyona düşmüş, sonra  mantar avcılığına başlamış, o mantarlarla otelde tadım yemekleri hazırlamış. Bir yandan da Hal binasına uğrarmış. İşte oraya gidip gelirken girmiş Sinopale aklına Bir daha da çıkmamış. Denizci Otel bugün hem Sinop Konuk Sanatçı Programı’na ev sahipliği yapıyor hem de Sinopale’in ziyaretçilerine. Şimşek ise henüz tam zamanlı yerleşmemiş Sinop’a, ama gelecek planı bu. İstanbul’da avukat olarak çalışıyor ve bienalin hukuk işlerini o yürütüyor. “Bu işi yaparken en büyük motivasyonum şehre katkı sağlamak, şehre dahil olmak” diyor. Şimşek’in çocukluk arkadaşı Yiğit Bahadır Kaya, Hal Kolektif ’in bir diğer üyesi. Kadir Has Üniversitesi’nde Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları üzerine doktora yapan Kaya da, tıpkı Şimşek gibi Bienal’e ilk kez ortaokul öğrencisiyken gönüllü olarak dahil olmuş. Beraber çalışıyor, beraber üretiyorlar.  

Bienal'e ev sahipliği yapan tarihi Hal Binası

Yerinde ve birlikte

Bu “arkadaşlarla” hissi Sinopale’in her hücresinde var ve ister istemez sizin de üstünüze siniyor. Bienalin kapanış konserini Görgün ’ün çocukluk arkadaşı piyanist Çiğdem Borucu veriyor. Borucu, 12 yıl önce Sinop’ta kaydettiği sesler ve tanıklıklar üzerine çalıyor piyanosunu, dinleyenlerin gözler yaşlı.  Eski dostlar, komşular, neden ağlıyor anlaşılır. Peki şehre daha bir gün önce gelmiş bana ne oluyor? Sanırım Sinop’un sırrı burada yatıyor, insanda bir daha gelme, sahiplenme isteği uyandıran bir hal var şehirde.

Konseri izleyenler arasında Yasemin Yiğit Küçüker de var. O da bu hale kapılıp doğup büyüdüğü şehre temelli dönmüş ve Kırpık Tasarım adlı bir marka kurmuş. Uzun yıllar Sinopale ’de gönüllü çalışmış, bu yıl da tüm etkinliklere katılıyor. Bienal’in “arkadaşları” kadrosundan bir başka isim de Fatih Akliman. Akliman, 1 Kasım’da başlayacak Sinop Tiyatro Festivali’nin kurucusu. O da uzun süren bir İstanbul macerasının sonunda, yedi yıl önce dönmüş şehre. “Her yer kötüleşiyor, burası da kötüleşmesin diye çabalıyoruz, elimizden kaçıp gitmesin diye” diyor. Tiyatro Festivali, sineması olmayan Sinop’un en sevilen etkinliklerinden, biletler hemen tükeniyor. Arkadaşlık konusunu bir kez de Sinop Valisi’nden duyuyorum. Dr. Mustafa Özarslan bienal açılış konuşmasında: “Madrid sıcak bir yuva, Paris aşk şehri,  Londra her şeyin merkezi.  Sinop ise iyi bir arkadaş, iyi bir dinleyici” diyor. Sanırım bir bürokrattan dinlediğim en tatlı konuşmalardan biri bu.

Bienal’in yarattığı değerler

“İyi arkadaş” Sinop’un bienalden dinleyeceği hikayeler, şehrin kaybettiği değerlerin peşine düşüyor: Bitkilerin, mimarisinin, canlı türlerinin, tekstilin, belleğinin, hatta sandalyelerinin. Ama bunu üstten bakarak, alışageldiğimiz ve çokça da bıktığımız güncel sanat jargonuyla değil, şehre elle tutulur, gözle görülür, etrafında toplanılır öğeler ve değerler armağan ederek yapıyor.

Clemens Lauer- 6 Sinop sandalyesi

Hal Binası’nın dış cephesinde Tayfun Erdoğmuş’un Yoşa adlı duvar resmi var. Erdoğmuş, Sinop ‘a ait bitkileri, iyileştirici olduğuna inanılan Ermeni kili (yoşa) ile resmetmiş. Kil zamanla eskiyecek, düşecek ve binada bitkilerin izleri kalacak. Böylece giderek yok olan bir floranın gölgesi sonsuza dek şehrin üstüne düşecek. Nil İlkbaşaran ve Güngör Erdem’in Sinope’nin Bahçeleri de ölmekte olan bu floranın peşine düşmüş. Apartman aralarına, şehrin köşe kenarlarına, cezaevi bahçesine Sinop’a ait endemik türlerin fidanlarını dikmişler.  Cezaevi bahçesindeki eski kuyuysa kuşlara suluk olmuş.  Suat Öğüt’ün Suyun Kıvrımındaki Gökyüzünün Yansıması adlı işi, varlığı tehdit altındaki kuşlara, Sinop’un arkeolojik tarihinden ilham alan mozaiklerle dokunmuş bir sığınak armağan ediyor. Clemens Lauer’in Altı Sinop Sandalyesi adlı işi yerel bir marangozun 20 yıl önce bir kafe için üretip terk ettiği “modası geçmiş” sandalyelere yeni bir ömür biçiyor. Kavak ağacından yapılan sandalyeler, Sinoplu zanaatkarlarla beraber, yerel kültüre özgü unsurlar taşıyan çağdaş oturma parçalarına dönüştürülüyor.

Tayfun Erdoğmuş, Yoşa
Suat Öğüt, Suyun Kıvrımındaki Gökyüzünün Yansıması 

Neva Özcü Örs’ün BOZ-YAP isimli işiyse Sinop’un eskicileriyle birlikte oluşturulmuş bir proje. Örs, örülerek yapılmış eski giysileri “bozuyor,” iplik formuna dönüştürüyor ve bu ipliklerden yaratılacak yeni formlar üzerine düşünüyor. Böylece âtıl giysilerden yeni bir değer üretiyor. Örs, Sinop’ta doğup büyümüş, şimdiyse Viyana’da yaşıyor. Not Yet Fyi isminde örgü tasarımlar üreten bir markası var. Markasının temelleri anneannesinden öğrendiği örgüyle atılmış. Bienal için üretmeye Sinop’a geldiğinde eskici Serdar Abi’nin arabasını görmüş. O sokak sokak gezip eskiler toplarken Örs de, “Boz-yapçı geldi, eski kazak var mı?” diye seslenerek ona eşlik etmiş. Örs, Sinopale’in şehrin kalkınması için çok değerli olduğunu söylüyor. “Sinop gençleri dışarı giden bir şehir. Gençler gidiyor, emekliler, yaşlılar kalıyor ama Sinopale şehre dönmek için bir sebep veriyor” diyor.  

Neva Özcü Örs, BOZ-YAP

Tıpkı sökülmüş bir kazağın iplerinin uzayıp gitmesi gibi, Sinopale’in ipleri de dünyanın dört bir yanına uzanıyor. Sinop o ipleri geri saran bir yumak gibi, geri dönen çocukları ve onların yarattığı değerlerle sürüyor.

Binnaz Saktanber Kimdir?

Ankara'da doğdu. Tevfik Fikret Lisesi ve başarı bursuyla okuduğu Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. Gazeteciliğe okul yıllarında Sabah Gazetesi ve Turkish Daily News'da çalışarak başladı. 

Fulbright bursuyla gittiği ABD'de The City University of New York'ta siyaset bilimi üzerine lisansüstü eğitimini tamamladı. New York'ta yaşadığı yıllarda Türkiye'nin ilk bloglarından Loonybinsblog'u kurdu, Radikal İki, Birikim, Bant Mag. gibi yayınlarda yazı ve makaleleriyle yer aldı. Aynı zamanda The Museum of Modern Art, The Metropolitan Museum of Art, Film at Lincoln Center, Carnegie Hall gibi kurumlarla film, görsel sanatlar ve performans sanatları üzerine projeler geliştirdi ve yönetti. 

2012'de Türkiye'ye dönüşünden itibaren politika ve kültür-sanat alanındaki yazılarıyla The Guardian, CNN International, Roar Magazine gibi uluslararası yayınlar için yazdı, Witte de With Review'un İstanbul temsilciliğini yaptı. Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinde popüler kültür, televizyon ve sinema üzerine yazdı. 2021-2024 yılları arasında haftalık yazı ve röportajlarıyla Gazete Oksijen 'de yer aldı. Eylül 2024'te T24 ailesine katıldı. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Disclaimer: Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu var

'Disclaimer', kartlarını veya başka bir deyişle “gerçeği”  göstermek için son bölüme kadar bekliyor, ve ne yazık ki yedi uzun saat boyunca bu sonu beklemek için iddia ettiği kadar cazip bir hikaye sunamıyor

Defne Kayalar: Ün dediğin şey gerçekten faydalı bir şey için kullanılmayacaksa neye yarar emin değilim

“Her kadın anne olmak zorunda değil. Her anne de anneye dönüşemiyor aslında. Kutsal olan annelik değil, çocuğa verilen sevgi ve şefkat. Anneye dönüşen kişi kadın ya da erkek de olabilir, baba da olabilir, abla da olabilir. Bu doğurmuş olmanla ya da senin genlerinden olmasıyla ilişkili bir şey değil"

İyi kızlar RTÜK’e, esas kızlar nereye?

Esas Oğlan, cinselliği hayatın olağan akışında yaşayan ve bunun için cezalandırılmayan kadın karakterleri ve onların birbirine desteğini resmetmesiyle yasakları değil, övgüyü hak ediyor

"
"