Dünyada bir yerlerde güzel şeyler oluyor, insanlar hayal ediyor, gerçekleştiriyor, üretiyor. Biz de gündemimizle yine her şeye bir seçim arası veriyoruz.
Şu sıra dünya moda sahnesi de oldukça hareketli, Cruise/Resort dediğimiz ara sezon defileleri yanında MetGala ile bu defa moda ve felsefe iş birliğinde bir serginin açılışı yapıldı. Bu yazının konusu ise lüks moda markalarının birbiri ardına gerçekleşen Cruise defilelerini bir süredir moda başkentlerinde değil de farklı destinasyonlarda gerçekleştiriyor olması.
Geçtiğimiz hafta gerçekleşen DIOR Resort 2010 koleksiyonu için evin kreatif direktörü Maria Grazia Chiuri Marakeş’i seçti. Üzerinde DIOR logosu olan koca bir uçakla yüksek moda aristokrasisi Marakeş’e ayak bastı. Instagramda hemen herkesin akışında Marakeş sokakları, sarayları, sanatçıları, çölleri vardı. Elbette sömürge geçmişi olan bir kıtaya lüks bir Avrupa’lı devin gelişi biraz risk, bol protesto ve siyasi söylemler de getirebilirdi ama Chiuri’nin geçmişten aldığı dersler bunların hiç birine sebebiyet vermedi.
Önceki destinasyon defilelerinden farklı olarak Marakeş, Dior için bir lokasyondan çok daha fazlası oldu, tüm koleksiyonun kreatif süreci Afrika kültüründen beslenmekle kalmamış, Afrikalı zanaatkarlar (bir ilk olarak satılacak parçaların iç etiketlerinde isimleri de yer alacak) iş birliği içinde çalışılmıştı. Tasarımcı koleksiyona özel parçalar için Afrikalı sanatçılarla diyaloglar kurdu, Dior’un imza desenlerinin wax dokuma tekniği ile yorumlanması için Fildişi Sahili’nde bir halk iştiraki olarak kurulan dünyanın en önemli wax dokumacısı Uniwax ile anlaştı, koleksiyonda kullanılan türban ve pan-Afrika baş süsleri için Stephen Jones ‘u Afrikalı türban sanatçısı Daniella Osemadewa ile bir araya getirdi. Kısacası koleksiyon bir dizi kültür, sanat ve zanaat diyaloğunun yarattığı bir hikâye. Chiuru, bu defilenin “couture”ün artık Paris’teki bir atölyeden ibaret kalamayacağını anlatma amacına hizmet eden en önemli koleksiyonu olduğunu ifade ediyor: “Couture artık kültür, zanaat, deneyim, tarih, insan emeği ve insan eli hakkında, couture sınırlı atölyelerdeki el işçiliğiden çok daha başka bir şeye evrilmek durumunda. "
Peki, bu kadar büyük operasyonlar neden ve nasıl moda başkentlerinden çıkıp okyanus aşırı ülkelere göçe başladı? Yüksek moda bu resort defileleri için milyonlarca dolarlık astronomik rakamları gözden çıkarıyorlar çünkü yanlarında masrafını üstlendikleri her şeyi götürüyorlar: atölye çalışanları, stilistler, terziler, modeller, fotoğrafçılar, evin sadık ünlüleri, geleneksel ve dijital basın ve dahası; gittikten sonra bu büyük evlere yakışan podyumların kurulumu, yemekler, partiler, editoryal çekimler ve dahası.
Çin Seddi’nde defile
Çin'e otantik bir tutkusu olan Laura Biagiotti bundan 30 yıl önce Pekin'de bir İtalyan markasının ilk moda şovunu yaptı. Podyumunda Çinli ve İtalyan modellerin yürüdüğü, koleksiyonda Çin’in en iyi hammaddelerini ve Çin kültürünün ögelerini içeren defile öncü bir girişim olarak değerlendirilebillir. Biagiotti’nin daha sonra “kariyerimin en olağanüstü tecrübesiydi” diye tanımladığı bu defilesi, iş potansiyeli bakımından oldukça zengin ama bu konseptlere yabancı zengin ve otantik Çin’i lüks modanın içine “yerinde” çeken ilk etkinlik oldu.
Hatta Çin’in bir moda haftası başlatmasına da yol açtı. Lüks moda endüstrisi, Çin gibi bir ülkenin en büyük uzun vadeli potansiyele sahip pazar olduğunu ise son 20 yılda idrak ederek gerekli hamleleri ard arda sıraladı.
Her zaman olduğu gibi başı, dehası ile Karl Lagerfeld çekiyordu. Çin’de defile yapma fikrini “büyük” çıkmaya karar verdi. Lagerfeld 2007 yılında Fendi için Çin Seddi’nde bir defile gerçekleştirdi! Sağır sultanın bile duyduğu, çığır açan bu şov “dünyanın en uzun ve tarihi podyumu” olarak tarihe geçti oysa koleksiyon daha 3 hafta öncesinde Milan’da sunulmuş ve bu kadar konuşulmamıştı. Ve böylece yeni bir konsept başlamış oldu: destinasyon defilesi. Karl Lagerfeld'in izinden giden Dior, Louis Vuitton, Dolce&Gabbana gibi diğer büyük evler, resort koleksiyonları için ilk olarak sadık resort müşterisinin tatil evlerinin olduğu lokasyonlarda; zaman içinde ise daha pahalı, daha abartılı, daha uzak ve her zamankinden daha instagramlık lokasyonlarda defileler düzelemeye başladılar.
Çin'e odaklanmak moda ve lüks dünyasının kabuk değiştirmesine, en tembel markaların bile silkelenip yeniden yapılanmasına katkı sağladı; fildişi kuleler kapılarını açmak ve farklı kültür ve etkilerin içeri sızmasına izin vermek durumunda kaldılar. Coach, Prada, Miu Miu Şangay’da defileler düzenledi, bugüne dek Paris sınırlarından dışarı çıkmayan ve Parizyen kızın ikon markalarından Chloe bile şu sıra Şangay’da gerçekleşecek Cruise defilesine hazırlanıyor. Çin’in ardından Dubai, Japonya, Singapur, Seul gibi sıcak paranın ama en çok da yoğun genç tüketici nüfusun bol olduğu lokasyonlar Chanel başta olmak üzere pek çok yüksek moda evi tarafından tercih edildi. Karl Lagerfeld’in Chanel için, dünyada artık imgesel bir rolü olan Küba’da bile ultra lüks bir defile yaptığını hatırlayalım.
Toplumlar, kültürlerinin anlaşılmasını istiyor
Burada akıllardaki soru belli: yüksek moda evleri ve yatırımcıları neden bu defileleri bu masrafa değer buluyor? Ambiyansı ve seçkinliği, güzelliği ve aşırı şekilde fotoğraflanır oluşu fiili satışından daha çok önemsenen bu defileleri lüks moda markaları nasıl paraya çevirebiliyorlar? Moda tasarımcılarının bu lokasyonlar için barındırdığı coşkunun altında, yatırımcılarının dikkatlice hesapladığı bir finansal mantık mutlaka var. Belki cevap dünyadaki lüks tüketimin üçte birinin Çin’de yapılıyor olmasında yatıyor. Belki Ortadoğu’nun dünyanın en zengin genç nüfusuna sahip olmasında: yalnızca 2016 yılında Arap tüketiciler lüks moda markalarına 320 milyar dolar harcarken, son 3 senede bu rakam ikiden fazla katlanarak arttı. Birleşik Arap Emirlikleri gençleri aynı yaş grubundaki dünya ortalamasından 6 kat daha fazla parayı giyim ve aksesuar için harcıyor.
Ve Uzakdoğu olsun, Ortadoğu olsun bu toplumlar, kültürlerinin anlaşılmasını, geleneklerinin saygı görmesini ve her alanda benimseniyor olmayı çok önemsiyorlar. Belki bu sebeple lüks moda bu kültürlere bizzat onların topraklarında eşsiz bir deneyim, özel bir an, daha önce sadece seçkinlere sunulan bir hayali yaşatmaya başladı. Bir yanlış örnek olarak ise geçen yıl Şangay’da büyük prodüksiyonlu bir defile yapmaya hazırlanan Dolce&Gabbana, reklam kampanyasının Çin kültürünü alaya alan, ırkçı ve ofansif bir kampanya olduğu gerekçesiyle hem defile iptaline hem Çin’de boykota uğrayarak büyük kan kaybetti.
Sizce destinasyon defilelerinde yeni bir sömürge zihniyeti ile yalnızca kültürü sömüren ya da haçlı seferleri gibi doğunun zenginliklerine göz diken bir ticari alışveriş mi baskın gelecek yoksa son DIOR defilesindeki gibi kültürü katıştıran, zanaatkarı onurlandıran, gittiği yerden sadece alan değil aynı zamanda veren bir sınırsız dünya hayali mi?