İnsanlık tarihinin her döneminde dönüm noktaları olmakla birlikte, kimi zamanlarda gerek teknolojik gerek toplumsal ilerlemelerin kavşağındaki bir buluşma, devrimlerin oluşmasında önemli bir itici güç olabilir. Bugün erişilen noktaya da, büyük keşifler, savaşlar ve ortak sevinçlerle gelinen insanlık tarihine, sekiz milyara yaklaşan nüfusumuzla birlikte önemli bir dönemece tanıklık ediyoruz. 2019 yılında Çin'de başlayan ve yine çağımızın dönemsel koşullarının yarattığı bilişim çağının etkisinde, doğa tahribatı ile tetiklenerek dünyayı saran salgın, siyasi ve ekonomik krizleri de arttırarak ortaya çıkarmaya devam ediyor.
İçinden geçmekte olduğumuz haklı ürkütücü duruma toplumsal ve ekonomik temelli bir bakış açısı getirmenin değişen dinamikler karşında serinkanlı bir şekilde ilerleyebilmemize yardımcı olacağını düşünüyorum. Neticede bir sahtekârı oyuna getiren dürüstlük ise, komplo teorilerini de ortadan kaldıracak olan bıkmadan usanmadan, hor görmeden daha fazla bilgiyi paylaşmaktır. Altını çizmek isterim ki, toplumsal olayların pandemi etkisi nedeniyle daha da sertleşebileceği ortamlarda serinkanlılığı koruyarak, kimseyi küçümsemeden dışlamadan uzmanlık alanlarımızda bilgi paylaşımını elzem görüyorum.
Her lideri yaratan, dönemin koşulları olduğu için kısaca ABD'nin içinden geçtiği krizi, birkaç kavram ışığı altında incelemekte fayda var. Bunlardan ilki GINI eğrisi. Kavramı, 1912'de ekonomi dünyasına kazandıran Corrado Gini refah ve eşitsizlikleri ölçmek üzere bir eğri geliştirmiştir. Bu eğri 0 ve 1 arasındadır: Bir ülkenin 1'e yaklaşması o ülkede yaşayan bireylerin maddi anlamda eşit olmayan koşullarda yaşadığını gösterir. Dünya Bankası'nın yaptığı araştırmaların sonuçları var olan eşitsizliklerin salgınlar sonrasında da arttıklarını göstermiştir. Son yayınlanan raporlarında tespit edilen durum şu şekilde: H1N1 (2009), Ebola (2014) ve Zika (2016)'yı takip eden yıllarda GINI eğrisi ortalama 1.5 puan artış göstermiş. Amerika'da ise, Covid-19, kamu hizmetlerinin zayıflığını, en hayati olan sağlık tecrübesi ile yaşayınca hak temelinde yükselmeyen bir devlet sisteminin eşitsizlikleri ne kadar körüklediğini göstermiş ve gerçekte Amerikan seçimlerinin yönünü değiştirmiştir.
Amerika'da, 1990 yılından itibaren GINI eğrisi artmaya devam ederken, 1990'da 0.43 olan eğri bugün 0.48. Durumu somutlaştıracak olursak; 2015 yılında, piramidin en yukarısındaki yüzde 1, nüfusun gelir dağılımında tabanı oluşturan kesimin yüzde 90'nından ortalama 40 kat daha fazla kazanmış. Yoksulluk ciddi bir biçimde artarken çalışan nüfus içerisindeki 33 milyon kişinin saat ücreti 10 doların altına düşmüş, ailelerin yüzde 25'ini yoksulluk sınırının altına taşımış. Daha kötüsü, çalışanların ne sağlık sigortaları, ne güvenceleri ne de hastalık izin günleri var. Ailelerin yoksulluklarından bahsetmişken diğer önemli bir kavram olan nesiller arası yoksulluğun aktarımına değinmek yararlı olacaktır. Bu kavramın ölçülmesi zor çünkü uzun yıllara yayılan araştırmalar gerekmekle birlikte, anglosakson ülkelerde bu araştırmalar daha yaygın. Neden mi? Çünkü Anglosakson ülkelerde, İngiltere ve Amerika'nın başı çektiği sosyal devletin yokluğu, gelecek kuşakları daha yoksul kılıyor, çocuk yoksulluğu daha fazla görülüyor. Amerika'da, çocukların yüzde 21'i yoksulluk içerisinde yaşıyor. Çocuk yoksulluğu ise yetişkinlerden farklı çünkü eğitim ve sağlık hayatlarının kesintiye uğraması onları ömür boyu bir yoksulluğa mahkûm edebiliyor.
Her koyunun kendi bacağından asıldığı bir sistemi yayan Amerika, kendi içinde ekonomik büyümeyi sağlasa da, bunu toplumun farklı kitleleri arasında eşit olarak paylaştırmadığı için, kendi demokrasisine de zarar verdi. Hatırı sayılı ekonomistlerin üzerinde birleştiği gibi, demokrasi ve ekonomik istikrar arasında bir korelasyon bulunurken, son derece elitist üniversite hayatında, artan göçe cevap veremeyen sosyal sistemde sıkışıp kalan gençlerin, orta sınıf ya da Trump'a oy verdiklerini utandıkları için söyleyemeyen kitlelerin "Let's Make America Great Agein" sözünde teselli bulmaları hayal kırıklığı yaratsa da bir o kadar gerçek. Burada başka bir ölçü birimi olan "Great Gatsby Eğrisi"nden bahsetmek yararlı olacaktır. Fitzergerald'ın kahramanının adını alan enfes romanı Great Gatsby'de, sıfırdan başlayarak, büyük bir zenginliğe ulaşan Gatsby'nin, şatafatlı partilerini, ışıltılı villalarını arka fonunda tutan romanda, kendi çıkarından başka bir şeyi düşünmeyen, elitist, zalim Daisy ve eşi aracılığı ile sıfırdan gelen bir adam ve Amerikan elitin karşılaşmasını da oldukça iyi yansıtır. İşte bu istatiksel eğride belirtilmek istenen, kuşaklar arasındaki sınıf atlayabilme değeridir. Yani tam eşitliğin sağlandığı bir ülkede, ailenin kapital varlığı (sosyal, ekonomik, kültürel), çocuğunun varlığını etkilemeyecektir. Bu meseleye 2012 yılında, ekonomist ve araştırmacı Alan Krueger tarafından ekonomi literatürüne katılan kavramın ışığında bakacak olursak aynı yılda Amerika'da, eğer bir aile diğer ailenin 2 katı gelire sahip ise, çocukları da diğer ailenin çocuklardan yüzde 50 daha fazla gelire sahip olmuştur.
Neticede yoksulluk araştırmalarının önemli isimlerinden Fransız sosyolog Serge Paugam'ın belirttiği üzere, "İnsanı ve çocuğu diğer canlılardan ayıran olgu, gelecek projesidir." Bu sözü Amerika ekseninde düşünecek olursak, aslında gençler ve çocuklar kapitalizm krizinin etkilerini 2008 yılında Lehman Brothers'ın çöküşünde hissedip, 2011'de Occupy Wall Street hareketiyle ifade ettiler. Madrid'den Tunus'a meydanların inlemesi ara ara sussa da, sorunların temeline inilemediği için, Covid-19 öncesinde toplumsal, ekonomik ve ekolojik krizlerin son halkaları A'dan Z'ye dünyanın bir çok ülkesinde devam etti. Fransa, Şili, Brezilya, Lübnan bu ülkelerden yalnızca bir kaçı. Çoğu zaman birbirine benzer sloganlar ve son derece anlaşılması kolay kahraman temsilleri üzerinden ezildiklerini dile getirdiler, bunun popüler örneği Joker karakterinin, 2019 yılında sokak hareketlerinde, maskelere yansıması gibi. Fakat bu güçlünün sistemsel olarak ezdiği kahramanların hemen hemen her popüler kültürde temsiline rastlamak mümkün, en sonuncusuda Netflix'in yeni dizisi Lupin dizisinde 4.bölümde, "dokunulmaz" güç temsili ile hakkı yenenler arasında temsil eden kahramanlarından biri olan gazetecinin masasında dünya çok satanlar listelerinden aylarca inmeyen, eşitsizliklerin önemini vurgulayan Thomas Piketty'nin kitap kapağını görmemiz bir tesadüf değil. Eşitlik ve adalet arayışı ne yeni ne de şaşırtıcı fakat dönemimizde şaşırtıcı olan, 21. yüzyıl adına teknolojik ilerlemenin yansımasını beklediğimiz kültürel bir kapitalin geniş kitlelere yayılamamış olması ve çok temel demokratik eşitliklerin henüz çok ama çok gerisinde seyretmemiz.
Yeniden nesiller arası yoksulluk aktarımına bakacak olursak, buradaki önemli aktarım göstergelerinden biri de kültürel kapital. İnsanı yalnızca maddi gereksinimleri olan bir varlık olarak düşünen sistemin değişimi ile birlikte zenginliğin kültürel, toplumsal olarakta var olduğu anlayışından yola çıkarsak bilgi yerine temelsiz komplo teorileri ile beslenen kişilerin siyasi lider seçimlerinden tutun da eşitlik anlayışına kadar birçok konuda yanlış kararlar verebileceğine, kolay yönlendirilebileceğine kanaat getirebiliriz. Burada bir parantez açalım: Atatürk'ün yaratmak istediği iktisadi kalkınmayı destekleyecek, kitlelere yayabilecek bir kültürel kapital aktarımıydı. Osmanlı'daki elitlere ait aydınlamayı geniş kitlelere yaydı. Ülkenin sistemini de depremden koruyan bu kültürel esneme payı oldu, çünkü kültür devrimlerinin mayası, bir hegemonya yaratırken aynı zamanda siyasi iktidara karşı bir direnme gücü kattı. Fakat dünyayı süpüren popülist dalgadan korumadı ancak bunun nedenlerini bir başka yazıda tartışmak daha faydalı olacaktır. Bununla birlikte, altı çizilmeli ki ataerkil düzenin hegemonyası, kültürel kapitalle değişmedi çünkü güç mekanizmalarında gene erkekler yer aldı ve yine kendi iktidar alanlarını korudular. İşte bu noktada Trump'ı da Trump yapan dinamiklerden biri kadın-erkek eşitsizliğinin ta kendisidir. Trump'a ilk kez herkesi şaşırtan seçim kazandıran da aslında bu eşitsizliğin müthiş bir yansıması oldu. Hillary Clinton'a seçim kaybettiren yolsuzluklara, bir takım anti-demokraik hareketlere karışması değil aslında kadın olmasıydı. Siyahi bir erkeği başkan yapan Amerika, bir kadını bu koltuğu getirmek istememişti. Neticede Hilary Clinton'ın da demokrasiye ve eşitliğe inancı son derece kuşkuluydu. Monica Lewinski skandalını hatırlayacak olursak, Cliton 22 yaşında tecrübesiz genç bir kadını, başkanlık koltuğunun gücünü kullanan bir erkeğe göz yummuş, Lewinski'yi suçlu kılmıştı. Eşitlik, demokrasiye gerçekten inanan bireylerin tepkilerinin her hak arayışında aynı olmasıdır. Trump mizojen bir başkan olarak iktidarı toplumsal cinsiyet ayrımlarının uzantısındaki kamplaşmalarla atarerkil bir biçimde yönetti, bu damardan beslendi. Bu yalnızca başkanlığı süresince de olmadı. Güçlüyü, ataerkil düzeni koruyan sistem, başkana kontrolsüz gücü, New York'un suçtan kırıldığı dönemlerde vermeye başladı. New York'u temizleme projesine rekor düzeyde vergi muafiyetleri getirildi. Kurduğu ilişkiler ve para ile yükseldi. Great Gatsby eğrisinin doğruladığı üzere, babasından her türlü kapital aktarımı onu daha da zengin kıldı, başkalarının ekmeklerini azalttı.
Fakat, 6 Ocak 2021, "iktidarsız bir başkanın" son çırpınışıydı. Narsistik liderleri var eden de yok eden de aslında dokunulmaz olduklarına inandıkları aşil tendonları oldu ve olacaktır. Halbuki siyasetin asıl amacı kendinizi unutarak "kamu yararına" çalışmaktır. Fakat benzer liderlerde de gördüğümüz onların etrafında şekillenen bir kamudur.
Trump'ın seçilmesine olanak veren gelir adaletsizlikleri, süregelen etnik, ırksal ayrımcılıklar, kadın eşitsizliğinin dinmemesi ve gelecek düşü kurmak isteyen bireylerin, üstünkörü bilgilerle daha iyi bir gelecek hayalini ters bir mantıkla ifade etmelerinden ileri geldi. Bugün dünyanın farklı yerlerinde insanlar haklı korkular yaşıyorlar çünkü sistem hızla değişiyor, değişim işsizlikleri, göçleri arttırırken günah keçileri seçiliyor. Ötekiler kimi zaman azınlıklar, kimi zaman haklarını elde eden kadınlar, LGBTİ+ bireyleri oluyor. Önümüzdeki 10 yıl dünya için son derece kritik. Covid-19, sonrasındaki dünyada, siyasilere, bilim insanlarına, araştırmacılara ve medyaya çok iş düşüyor çünkü dünyanın karşılaştığı büyük tehdit olan iklim krizi ile mücadelede önümüzdeki on yıl içerisinde fosil enerjiden, yeşil enerjiye geçilmesi en büyük meydan okuma. Birçok işin kaybedileceği dünyada tarih boyunca yaşanan benzer korkuların popülist bir lider tarafından kullanılmak isteneceği çok açık. Peki asıl soru, demokrasi savunucuları, muhalefetler nasıl tepki verecek. Başka bir lider çıkmıyor mu diyeceğiz? Kuşkusuz belki buradaki en önemli ve temel unsur demokrasi ve eşitliğe gerçekten inanmak, halkı bu değerlere inanan liderler etrafında toplamak olacaktır. Tüm dünya, sol liderler tarafından da hayal kırıklığına uğratıldığı, yarınsız kaldığını düşündüğü için umudu uçlarda aramaya başladı. Unutmayalım ki, insanoğlu her zaman için düzeni, kaosa tercih etti. Yeter ki gerçekten eşitliğe inanalım, bireyleri bu değer etrafında toplayalım, gerisi gelecektir.