Bu hafta içi Özgür Mumcu ve Eray Özer'in "Yeni Haller" yayını için kısa bir söyleşi yaptık. Konumuz depresyondu. Depresyonun klinikteki durumunu konuşmak üzere toplandıysak da konu döndü dolaştı 'halimiz ahvalimiz'e geldi. Bu vesile ile düşündüklerimi, bir ölçüde de konuştuklarımı yazayım istedim.
Klinikte gerçek bir depresyon görmek zordur. Çoğu zaman depresyon diye adlandırılan psikolojik halin aslında yas, travma sonrası stres bozukluğu, kompleks travma, anksiyete kökenli tükenmişlik, varolan ancak inkar edilen, görmezden gelinen bir yaşamsal (ilişkisel, ekonomik sıkışmalar, istismar, psikolojik şiddet…) zorluk, yüzleşilmemiş-talep edilmemiş-farkına dahi varılmamış duygusal ihtiyaçlar, geçmiş dönemlerden kalan tutulmamış bir yas olması ihtimali yüksektir. Bu kadar kolay "depresyon" teşhisi konulmasının dünyada yaygın antidepresan kullanımını açıklayabilecek bir arka planı olabileceğini hesaba katmamız gerekir. İlaç sektörü tahminimizden çok daha büyük bir finansal kaynak olarak ruh sağlığı alanında yer aldığından beri, insan da insanın hikâyesi de ölmüştür. Ama yazının ana konusu bu değil.
Bütün bu sebepler depresyona yol açabilir elbette ancak, hızlıca "depresyon" diye teşhis konulup üstünden hızlıca geçilen ve kısa yoldan ilaçla tedavi edilme çabasına girilmesinin yanısıra, meselenin "sizin depresyonunuz var" gibi geri bildirimlerle ikram edilmesinin, yararından çok zararının olduğunu düşünmemek de elde değildir. İlaç ihtiyacının gerçek olduğu durumlar vardır elbet, ancak her depresyon depresyon olmadığı gibi, her depresyon ilaçla tedavi de istemez. Depresyon, anlaşılmak ister.
Psikolojik sağlık ile ilgileniyorsak teşhisten ve ilaçtan önce ve ziyade bazı sorularla meseleye yaklaşmamız gerekir. Bireyi bugün bu tatsız duygulara ve düşüncelere ve dahi davranış ve fiziksel semptomlara getiren kişisel "hikâyesi" nedir? Bugüne gelene kadar ardında nasıl bir tarih vardır? Ne olmuştur da yaşama isteğini yitirmiştir? Ne olmuştur da uykusu bozulmuş, iştahı azalmış/artmış, ağrıları başlamıştır? Ne olmuştur da dünyaya olan ilgisinde azalma, umutsuzluk yaşamaktadır? Ne olmuştur da bir büyük boşluk hissine düşmüş, sebebini bilmediği bir hüsran duygusu içinde kıvranmaktadır?
Depresyon/depresif duygular/çökkünlük hissi esasında bir işarettir, diğer bir yoldan diyecek olursak: bir sonuçtur. Demek ki bir ya da birden çok "esas sebebi" vardır. Depresyon bir basınç hissidir, boğulma ve sıkışmışlık hissi; bir isyandır, bir eleştiridir depresyon. "Burada ters giden bir şeyler var" demektir.
Bir fazla vardır depresyonda; bir beklenti, bir yük, tonlarca -meli -malı vardır. Bir de eksik vardır depresyonda; bir kayıp, bir ümitsizlik, bir çaresizlik. Boşluk, çakılıp kalma, vazgeçmişlik, inançsızlık vardır.
Madalyonun öteki yüzü?
Depresyon iyi ve ya doğru okunduğunda bir kaldıraç görevi görebilir, bir kaynaktır esasında. İşlerin yolunda gitmediğini söyleyen bir kaynak; bize bir şeylerin değişmesinin sırasının geldiğini gösteren bir işaret; bazılarıyla da yüzleşilmesinin vaktini hatırlatan bir alarm. Bu bakımdan depresyon da semptomları da ilaçla bastırılmasındansa, doğruca okunmayı hak eder. Ki, kişiye içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan çıkması için güç versin.
Depresyonun anlamını, sebebini, hatta işlevini doğru okumak psikoterapinin birinci ödevidir. Kimi zaman travmaların uzamış etkisi, kimi zaman yası, işaret eder. Kimi zaman da halihazırda maruz kalınan ama yadsınan, inkar edilen, yüzleşilmeyen bir halı altı meselesinin, ikide birde ayağa takılmasıdır. Sıkışmış, patlayamayan bir çıbandır depresyon, terapinin kara merhem sürmesini bekleyen.
Her üzüntü depresyon değildir, her çöküş depresyon değildir. "Klinikte çok az sayıda görürüz dört başı mamur bir depresyonu" demişti İskender Savaşır bir konuşmamızda. Öyle. Zaten depresyon ve diğer akıl hastalıkları de insan icadıdır, tanı ve teşhislere takılmamak gerekir. Orada ne oluyor, içerisi nasıl kaynıyor ? önemli olan bunlardır. Karşımızdaki kişi kimdir, nasıl bir tarihten gelir, ıstırabını nasıl yaşar? Cevapları, DSM'nin* koşulları her seferinde değişen tanı kategorilerinin arasında değil, insanın söyleminde, dilinde, yüzünde, bedeninde bulabiliriz ancak.
Depresyonumuz politiktir
Depresyon, depresif duygular veya acı çekmek diyelim, esasında ötekinin baskısına, acıtmasına, zorlamasına ve tahakkümüne uyum sağlama çabasıdır. İnsanın basınca karşı aklını yitirmemesi, sağlam durabilmesi için vardır. Kendini korumaya alması, içine dönmesi şeklinde işe yarar. Kimi zaman da gerçekten gereklidir depresif duygular ve düşünceler.
Toplumsal dayatmalar ve özellikle ideal insanın popülist tarifi insana acı verir. Sistemler insana "Hep eksik kalıyorsun, yetişemiyorsun, tamamlayamıyorsun hadi hadi hadi!" düşüncesi yeşertir daha gencecikken. "En iyisine layıksın, daha iyisini yapabilirsin, daha iyisine sahip olabilirsin, herkes gibi (mesela reklamlar veya Instagram dünyası) mutlu olabilirsin, durma, üzülme, hadi kalk dayanıklı olmalısın, başarılı olmalısın, güzel olmalısın, durma, akıllı olmalısın, bilgili olmalısın, uyumlu olmalısın, zengin olmalısın, uyanık olmalısın, aptal olmamalısın, çalışmalısın, harcamalısın, tüketmelisin, hep daha iyisine layıksın!.."
Depresyon her türlü baskıya verilen reaksiyondur. Psikolojik, duygusal, toplumsal, kültürel, ideolojik, fiziksel, cinsel, politik her türlü baskıya…
Depresyon ya da depresif duygular kişinin kişisel hikâyesinin etkisi kadar hatta belki daha da fazla toplumsaldır. Kurumsaldır ve politiktir. Toplum, devlet, sistemler ve iktidarlar tüm kurumlarıyla (aile dahil) insanı bir "forma" sokmaya çalışır. Örneğin erkek olmak güçlü ve kaba olmayı, vurdu mu oturmayı gerektirir; kadın olmak sessiz ve boyun eğen olmak demektir; güçlüler güçsüzleri ezebilir; çok çalışan çok kazanır, çok kazanan çok harcar; çocuklar anlamaz, sömürülür, yaşlılar işe yaramaz, bir kenarda oturur, susar, ölümü bekler; gençler okulu okur, işe girer, evlenir, bir kaç çocuk yapar, emekli olur…
Dünyayı her zaman ekonomik nüfuzu olan orta yaş yetişkinler ve eril tahakküm yönetir. Yasaları onlar koyar, yasakları onlar koyar, cezaları onlar verir, geleceği ve geçmişi onlar yazar. Gerisi buna uyum sağlamaya çalışır. Çöker. Buna da depresyon denir. (Tanıyı da yine onlar koyar.)
Politik depresyon
Sözü buraya kadar getirmişken, politik depresyona da çokça selam edelim. Üstümüze kapkara bulut gibi inen anlamsız kısıtlamalar; özgürlük, adalet, eşitlik gibi temel ihtiyaçlarımızın günbegün tehdit edilmesi, tıpkı klinik depresyon gibi belirtiler yaratıyor. Çıkış yolu bulamamak, önceki yolların işe yaramadığını görmek, baskılandıkça baskılanmak, yasaklar, yalnızlaşmak, çaresiz ve umutsuz hissetmek vb çoğumuzda depresif belirtilere dönüyor.
Depresyondan ve depresif duygulardan uzaklaşmanın en güçlü yolu öteki ile temas etmektir. İnsandır, ilişki kurmaktır, ayna tutulmaktır, anlaşılmaktır, duyulmaktır. Yani sosyalleşmektir, yakınlaşmaktır. Her şeyden önce güvenli bir dünyada, ülkede ve çevrede, bir değerinin olduğunu hissederek yaşamaktır.
Tüm depresif duyguların, depresyonun, çökmenin veya acı çekmelerin bir panzehiri olarak dayanışma orda kapı gibi duruyor. Depresyonumuzu kaldıraç olarak kullanmayı, birlikte ve dayanışma hali içinde (yolda düşeni kaldırarak) üstesinden gelebilmeyi, bunu yaparken yaşamı dışarda bırakmamayı, aklı ve bilimi yanımıza almayı, karşı tarafın depresyonu değil bizim mahallenin depresyonu iyi bilir. Ne de olsa politik depresyon karşılıklıdır.
Bir defa daha: Dayanışma yaşatır.
*DSM: The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders
(Akıl hastalıklarının tanısal ve istatistiksel el kitabı, 5.'si basıldı en son 2013'te, her basımda kriterlerin değiştiğini hatırlatmak isterim.)