Elbette seni seviyorum, ne acayip bir soru bu?! Senin bunu bilmen lazım, davranışlarımdan anlaman, gözlerimden sezmen, hissetmen lazım. Seni sevmesem, neden seninle olayım? Seni sevmesem, seni niye ailemle tanıştırayım? Niye seni arayıp sorayım? Ne saçma soru, beni seviyor musunmuş, beni gerçekten seviyor musunmuş, bana hâlâ aşık mısınmış, bana karşı ne hissediyorsunmuş, duygularını niye söylemiyorsunmuş… Biz buraları geçtik artık. O en başta olur, ondan sonra artık ilişki başlar. İkide bir duygularımızı niye konuşalım, ne gerek var. Niye ayrıca sözle söylememi istiyorsun, sana dokununca hissetmiyor musun? Hem sık söyleyince büyüsü bozuluyor. Daha geçen yıl dönümümüzde söylemedim mi? Bazı şeyler sık söylenmez. Etkisi kalmaz, artık alışılmış bir şey olur. Değersizleşir. Bunu önüme getirip durma bizim bir ilişkimiz var artık, böyle şeylerle tadımızı kaçırma!
İlişkide olan çok sayıda insanın duyabileceği veya söyleyebileceği kadar yaygın bir mesele. Duyguları dil aracılığıyla paylaşmak. Yukarıdaki, kendi içinde düzenli bir mantık akışı olan savunmanın karşısına şöyle de bir açıklama gelebilir:
Beni sevdiğini biliyorum ve bir ölçüde hissediyorum ama o başka düzeyde bir iletişim aramızda. Sadece sevdiğini biliyor ve hissediyor değilim üstelik, üzerine düşününce bak daha farklı bir dolu duygu da buluyorum senden bana doğru hatta: Senin için değerli miyim, evet. Beni özlüyor musun? -evet. Bana dokununca heyecanlanıyor musun? -evet. Beni çekici buluyor musun? -evet. Benim için birçok fedakarlık yapar mısın? Benimle birlikte yaşamak ister misin? Beni kaybetmekten korkar mısın? Senin için değerli miyim? Ben uzaklaşınca için sıkışır mı? Ben gülünce için ferahlar mı? Benim canım sıkılınca hüzünlenir misin? Dünya ile baş edemediğinde benim varlığım seni sakinleştirir mi?… Evet, evet, evet.
Yine de bunları bir biçimde söylemene ihtiyacım var. Var.
Duygularımızı birbirimize tattırma hazzı
Birlikteliklerimiz bizim için de partnerimiz için de mutlaka onlarca duygu, düşünce ve his içeriyor. Ama bizi diğer hayvan türlerinden farklı yapan bir şeyler var. Mesela: Hissettiklerimizin farkına varmak, bunları dillendirebilmek, bunları duymaya ihtiyaç duymak, bunların üzerine düşünmek, bunları konuşmak ve bu etkileşimlerle zihinsel ve duygusal olarak zenginleşmek. Bütün bunlardan da bir tat, bir haz almak.
Sevilmeyi ve sevmeyi ilk öğrendiğimiz yerde, bu duyguların farkına düşünerek varmanın acı verici bir deneyim olması kaçınılmazdır. Bebek annesinin onu sevdiğini, içinde bulunduğu gelişimsel döneme ait diliyle anlar. O dönemde dil, annenin dokunmasıdır, anneden sevgi dolu sesler duymaktır, anne ile karşılıklı sıcak bakışmaların içinde kaybolmaktır, acıktığında doyurulmaktır, üşüdüğünde ısıtılmaktır, korktuğunda kucaklanmaktır. O dönemin sözcükleri bunlardan oluşur. Dil öncesi iletişimi böyle kuran bebek için annesinin onu sevdiğine dair (ilk paragraftaki gibi) açıklamalarının olması acı bir deneyim olacaktır. "Annem bazen meme verdiğine göre beni seviyor hmm."
Dil öncesi dönemin ardından, aralarındaki iletişim aracı sözcüklere dönüşür. Bebeğin bu dille de işitmesine ve üstelik beden ve söz dillerinin uyumuna ve tutarlılığına da ihtiyacı olur. Bunu yetişkinliğe taşırsak dünya ile iletişim kurmanın önemli yollarından biri olan sözcüklere, duygularımızı birimizden diğerine götürmesi için ihtiyaç duymaya devam ederiz.
Sözcüklerle taşınmamış duygularla beslenen ilişkiler bir ölçüde güdük kalacaktır. Aşırı bohemlik iki taraf için de uygunsa bu başka bir ikili angajman demek olur. Oraya girmiyorum burada.
Annem beni severdi aslında bilirdim
Biraz özetle bebeğin gelişimi için, annenin bebeğine sarılması ne kadar lüzumlu ise, bunu dillendirmesi de o kadar lüzumludur. Birçok yetişkin danışanımın, "annem/babam veya bakım verenim beni severdi bunu bilirdim ama hiç söylemezdi, bizim evde duygular hakkında konuşulmazdı, birbirimize fiziksel ve duygusal olarak dokunmazdık" anlamına gelen ifadelerinin psikoterapi süreçlerinin temel konularından biri olduğunu söyleyebilirim. "Bunlarla birlikte beni sevdiğini bilirdim. Benim için bir sürü fedakarlık yaptı sonuçta, beni korumak için çok uğraştı. Geleceğim için çok çalıştı" diyerek de, düşünerek bir sonuca ulaştığının sinyallerini verir, güdük bir sonuca.
Oysa sevmek ve sevilmek, düşüncelerimizle aranıp bulunmaması icap edecek kadar kıymetli ihtiyaçlarımızdır. İster bebekken olsun, ister büyükken. Her birimiz birinin, birilerinin biriciği olmak ister. Bu doğal insani ihtiyaçtan dolayı çekinmeye utanmaya ve bunu saklamaya lüzum da yoktur. Sevildiğimizi, bize yönelik davranışlar üzerine düşünerek de bulabiliriz, el yordamıyla, el feneriyle, ama bu dolambaçlı bir yoldur ve üstelik yoruma açıktır. Biz Sapien'ler sevdiceklerimizden, ister oluk oluk ister sızıntılı olsun farketmez, türlü duygusal temaslar bekler, isteriz.
"İlişkilerimde duyguları ne duymaya ne de seslendirmeye ihtiyaç duymuyorum" diyenlerin, ilk sevgi nesnelerinden sevgiyi alma biçimlerinde aksamalar olmuş olabilir, veya yaşam yolunda türlü olumsuz deneyimleri. Sevgiyi sözle alma (ve dolayısıyla verme) deneyimini yaşamamış olabilirler. Sevgiyi sözle almanın ardından ağır bir bedel ödemiş olabilirler...
Duygular ifade edildiğinde, onları düşünerek buldurmanın bulanıklığı giderek aydınlanır ve biz başka türlü bir etkileşim içine gireriz. Dil bizi başkalaştırır. Karşılıklılaştırır. Zenginleştirir. Yaşam içgüdümüzü okşar