23 Temmuz 2021

Talat Hoca'nın vapuru...

Sürekli hayatla ölüm arasında kararlar vermek ve o kararların ardından her hayata müjde gibi beklenmek! Talat Kırış'ı okurken anlıyorsunuz ki; umut, ancak hünerli, çıkarsız hekimler söz konusu olduğunda çaresizliğin yalanı olamaz

Kuzey Kutbu bir dolunay gecesinde Güney Kutbu'nu görüp âşık olmuş. Denizlerin henüz oluşmadığı bir Dünya'da başlamış bu aşk. Kutuplardaki buzulların erimesiyle denizler oluşmuş ve her dalgada kutuplar birbirine kavuşur olmuş...

Tıbbiye öğrencisi Talat Kırış'ın, 1980'lerin başında De Yayınevi'nin düzenlediği masal yarışmasında mansiyon kazandığı "Daha Dünya Bebekken" masalından bu satırlar.

Tam iki yıl önce, dönemin ABD Başkanı Donald Trump'ın, Danimarka Krallığı'na bağlı özerk bir bölge olan dünyanın en büyük adası Grönland'ı satın alma hayalleri kurduğu günlerdi. Doğan Burda Dergi Grubu Yayın Direktörü Murat Köksal, Yatch Türkiye dergisinde denizcilik üzerine yazılar yazan Talat Kırış'ın, yelkenli bir ekiple gittiği, kanoyla kıyılarına kürek salladığı Grönland üzerine T24'e bir yazı yazmasını önerdiğinde, hayat denen mucizenin sokaklarında sek sek oynayan bir dostluğa adım atacağımı bilmiyordum.

Her hafta onlarca ameliyat, muayene, tanı, görüntü incelemesi yapan beyin cerrahı Prof. Dr. Talat Kırış'ın, "Beyne Giden Yol / Bir Beyin Cerrahı'nın Anıları" başlığıyla yayımlanan (Doğan Kitap) kitabını bitirdiğimde, T24'teki o ilk Grönland yazısından sonra yazıları sürdürmesi için nasıl peşine düştüğümü hatırladım.

İzleyen aylarda Beyoğlu komşuluğu yapacak, gerçeklerin güzel hikâyeleri mahvedemediği Asmalımescit ve Karaköy'ün buğularında arkadaşlığın çubuğunu tüttürecek, nihayet hocanın yelken yollarında -İstanbul Erkek Lisesi'nden arkadaşları Ferhan Abla ve Erden Abi ile birlikte- tayfalığa da yazılacaktım.

Peki, bu bir arkadaşlık yazısı mı; elbette olabilirdi ama hayır!
Arkadaş sohbetinde, yemekte, sokakta, evinde, teknesini demirlediği balıkçı sığınağında bile, hayatlarında bir cankurtaran  gibi dolaştığı insanlardan biteviye gelen beyin görüntülerine bir an bile 'of' demeden bakıp görüş veren, hastalarının dertleriyle dertlenen bir hekimden söz ediyorum. Kendi hayatına azalmak pahasına durmaksızın başkalarının hayatına çoğalan bir hekimden...

"Beyne Giden Yol"daki tutkulu hekimin soluk soluğa mücadelesinden kendi hayatıma bakarken, doğrusu daha önce hiç de öyle olduğunu sanmadığım halde, öğrencilik ve hemen ertesi yıllarımın üzerinde uzanan avareliğin gölgesini de ilk kez düşündüm!

Halen Dünya Nöroşirurji Dernekleri Federasyonu Beyin Damar Hastalıkları Komitesi Başkanı olan Talat Kırış, kitabında çarpıcı hatıralar ve tanıklıklarla 42 yıllık mesleki serüvenini anlatırken, odağında 'insan' olan bir hekimin ülkesinden dünyaya uzanan yollarda ne kadar uzun süre çabaladığını da gösteriyor.

Hoca, şifreleri önemli ölçüde bilinmeyen uçsuz bucaksız bir dünya olan insan beyni üzerine ihtisasını, yaşadığı olayları, gördüğü destekleri ve elbette karşılaştığı engelleri anlatırken; insan aklının iyinin ve kötünün, doğrunun ve yanlışın zıt yollarında nasıl mesafeler alabildiğini de düşündürüyor. 

Türkiye yanlış zamanlardan daha da yanlış zamanlara yuvarlanırken hekimlerini de, harekete geçmiş kalabalıkların, öfkeli güruhların önüne atabildi. Kitap, bu yolda da boyutlanıyor. Ve o öfkeli kalabalık tehlikesinin, bitmez tükenmez 'acil' nöbetlerinin, mesleğin cilvesi sonu gelmez mesailerin bir sonucu olarak, 'beyin cerrahisi'nin tıpta uzmanlık sınavlarında neden 'en son tercih'e düştüğünü de anlıyorsunuz.

'Önce zarar verme!'

Her hayata rehber olabilecek bir ilkenin, tıbbın temel kuralı olarak sık sık altını çiziyor Talat Hoca: Primum non nocere / Önce zarar verme!

Ne dersiniz; tıbbın bu anayasasından tek cümlelik bir toplum sözleşmesi de çıkmaz mı; önce zarar vermeyerek sonra neler neler yapılabilir...

Nasıl bir meslek beyin cerrahlığı?
Talat Hoca 'Sırat Köprüsü' benzetmesiyle anlatıyor:

"Bazen hastalar ya da birileri sorar 'beyin cerrahisi nasıl bir şeydir' diye. Ben de şöyle cevap veririm: 'Biz sırat köprüsü üzerinde sırtımızda yolcu taşırız. Hani o kıldan ince kılıçtan keskince olan köprü. Sabah işe gelir, birini alır öbür tarafa geçiririz, ertesi gün başka birini ve bu böylece sürer. Düşürürsek bedeli ağır olur, düşürmeye hakkımız yoktur. Onun için başka işlerde vasatlık belki kabul edilebilir ama bizim işimizde olmaz, mükemmel olmak zorundayız."

Sürekli, her gün, her ameliyatta, hayatla ölüm arasında büyük kararlar vermek... Böyle bir mesleği tarif ediyor Talat Kırış.

Misal; beyne yapışmış bir tümörü önemli ölçüde temizlediniz; biraz daha alsanız iyi olacak, ama hastanın konuşma yeteneğine zarar verebilecek bir bölge; ne yapmalı? Büyük bir karar!

"Uyarıcı sızma" denilen belirtileri taşıyan bir şikâyet var. Hastanın MR görüntülerinde çok küçük bir anevrizma (beyin damarında baloncuk) gözleniyor. Müdahale mi etmeli, izlemeye mi almalı? Müdahale için çok küçük, her an beyin kanamasıyla sonuçlanma ihtimali nedeniyle izlemeye almak için çok riskli bir alan. Ne yapmalı? Büyük bir karar!

Her ayrıntısı kritik olan bir teferruat çeşitliliği içinde durmaksızın hayati kararlar vermek. Ve o kararların ardından her hayata müjde gibi beklenmek! "Beyne Giden Yol"u okurken anlıyorsunuz ki; umut, ancak hünerli, çıkarsız hekimler söz konusu olduğunda çaresizliğin yalanı olamaz.

İlk gençlik yıllarından beri edebiyat ve yazmakla da haşır neşir bir hekim olarak Talat Kırış, konumu nedeniyle cesaretini kaybeden insanlardan olmadığını; bağırıp çağırmadan, toprağa, dağlara, taşlara, kuşlara bir şarkı mırıldanır gibi belli ediyor kitabında. 

Kırış'ın, Tıbbiye'ye girişinden itibaren 42 yıllık serüvenini anlattığı kitabından, biri gerçek, biri hayal; iki yerin altını özellikle çizdim.
Önce gerçek; "Hayatımın en büyük onuru" diyor Talat Hoca, "İstanbul Üniversitesi'nin profesörü olmaktı. Sonsuza kadar da öyle kalacak."
Geçmiş girizgâhtır değil mi...

Ve hayali; diyor ki Talat Hoca, "Bir Şehir Hatları Vapuru'na ismimin verilmesini isterim. Kim bilir, kısmet..." 

Hocanın hayalinin bir suretini; bugün, hünerli bir yelkenci olarak denizin üzerinde gireceği 60. yaşının yanına, pruvasında Dr. Talat Kırış yazan bir Şehir Hatları vapurunun tasviri olarak bırakıyorum. Nesillerini tüketmekte olan hoyratlığa inat Boğaz'dan resim gibi geçmeyi sürdüren o vapurların, hocanın serüvenine çok yakıştığını düşünerek...
Yelken dümenindeki Talat Kırış'ı kaydettiğim bir videoyu da, bu yazının sonunda izleyebilirsiniz.

Bedri Rahmi'nin 'Kâğıt Gemi' şiirini bilirsiniz; "Kâğıttan bir gemi yaptım küçücük / Ya 5 öpücük sığar içine / Ya 10 öpücük" dizeleriyle başlayan...
Beyne Giden Yol; okuru 'rengâhenk', zorlu ama yaşamaya değer bir yolculuğa çıkaran kâğıttan bir gemi.
Çok yaşa Talat Hoca, çok yaşat!

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?